Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '06

 
Kategori
Kent Tarihi
 

Eski kuyuda eski tulumba

Eski kuyuda eski tulumba
 

İnebolu’ya köyden yeni geldiğimiz günlerde evin önündeki kuyuya baktığımda köyde su aldığımız yerden farklı olduğunu görmüştüm.

Köyümüzün (1) her tarafı dik yamaçlardı, harmanlar dışında düz yer bulunmazdı. Evin yüz metre kadar uzağında dar bir yoldan inerek ulaştığımız ve su aldığımız yere gölönü derdik. Konuşurken kısalmış ve “gölön” olmuştu. Suyu buradan eve çinko kovalarla taşınırdı, o zamanlar küçük olduğum için bana su taşıma işi düşmezdi, bazen taşıyabileceğim ağırlıktaki yoğurt bakraçları(2) ile su taşıdığımı anımsıyorum. Suyun yüzeyi yerin tam hizasında olduğu için su buradan kova daldırılarak alınırdı. Şimdi hijyen kaygıları yüzünden bu şekilde alınan suyu içmeyiz ama o zamanlar hiçbir şey olmazdı veya olmadığını sanırdık.

Eve borularla gelen su olmadığı için gölönünden su taşınması evdeki önemli işlerden biriydi. Gün boyunca evdeki herkes o yokuştan yukarıya su taşırdı. Aşağıya kolay taşıdıkları boş kovaların ağırlığını hissettikçe, suyun neden yukarıda olmadığını sorup yakınırlardı.

Babam ve amcam çocukken, İnebolu’ya gittiklerinde topladıkları renkli gazoz kapaklarının köyde diğer çocuklar tarafından çok beğenildiğini farkettiklerinde, bu gazoz kapakları karşılığında çocuklara su taşıttıklarını anlatırlar (3). Şimdi, o su taşıyanların da olduğu ortamlarda anlatıp hep beraber gülerler. Bu anlattıklarının zorluklar içinde geçirdikleri çocukluk yıllarının güzel anıları olduğunu bilirim.

Çamaşır yıkanacağı günlerde gölönünde büyük bir sacayağın altında odunlar ve çevreden toplanan çalı çırpı ile ateş yakılır, üzerine dışı kapkara büyük bir kazan konulur, çamaşırlar bu kazanda kaynatılırdı (4).

Çamaşır yıkanırken biz çocuklar oralarda oynardık. Gölönünün hemen yukarısında bir ceviz ağacı vardı. Ağacının gölgesi sıcak günlerde oyun için güzel bir alan olurdu. Ceviz ağacının altında birşey yetişmez derlerdi. Oradan yerelması topladıklarını anımsarım. Belli ki başka şeylerin yetişmediği yerde yetişecek bir sebze bulmuşlardı. Toprak çok değerliydi, her alan birşeyler yetiştirmek için değerlendirilirdi.

Cevizler ağaçtan uzun sopalarla düşürülürdü. Önce yeşil kabuğu çıkartır sonra içini kırardık. Dış kabuğu ellerimizi koyu yeşile boyar ve günlerce çıkmazdı. Taze cevizin tadı değişikti. Üzerinde ince bir zar olur, o zarı yüzerek yerdik, yoksa acı olurdu.

Gölönünün hemen yanında kocaman bir taş vardı. Kına taşı derlerdi. Küçük kızlar oynarken, küçük bir taşı tükürükleyip kına taşına sürerler sonra ellerine kına yakarlardı. Bu kınanın esas kına gibi kalıcı olmadığını söylerlerdi.

İnebolu’ya geldikten sonra evin önünde gördüğüm kuyuda o zamanlar tulumba yoktu. Eve bu kadar yakında su bulunması bile ne kadar kolaylık diye düşünürken evin içinde musluktan su akmasının değerini tanımlamanın ne zor olduğunu şimdi anlamanın kolay olmadığının farkındayım. Evde sular sık sık kesildiği için bu kuyuya muhtaç olurduk.

Su çekmek için sapına ip bağlı kovayı kuyuya sarkıtır ve su doldurmaya çalışırdık. Kovaya hemen su dolması için tersini çevirip ustalıkla atılması gerekirdi. Kovayı yukarıya çekmek birkaç seferden sonra yorucu bir iş olmaya başlardı.

Kuyunun suyu yazları soğuk, kışları sıcak olurdu. Bu özelliği kuyuya başka bir işlev daha verirdi. Yazları ip bağladığımız bir filenin içine koyduğumuz karpuzu kuyuya suyun içine sarkıtır ve yemek saatine kadar orada bekletirdik. Yemek saatinde karpuzu yukarıya çeker, soğuk soğuk afiyetle yerdik.

Yıllar sonra büyükbabam artık kullanmayan birisinden o tulumbayı aldı. O zamanlar kuyu suyunu çoğunlukla bahçe sulamak için kullanırlardı. Babaannem bahçede her çeşit sebzeyi yetiştirirdi. Köyden geldikten sonra içinden hiç eksilmeyen tarım aşkıyla evin etrafındaki bahçeleri hep yeşil tutmuştu.

Bu tulumba hiçbir zaman verimli çalışmadı. Sonraları elektrikle çalışan su pompası kullandığımız zamanlar oldu. Onlar da sık sık bozuldu. Şimdi kuyu hiç kullanılmıyor. Çocuklar düşmesin diye üzerinde ağır bir beton ve onun da üzerinde bir zamanlar evin üzerinden indirilmiş olan taşlardan biri duruyor.

(1) Yeşilöz Köyü. Eski adı Ibras'ı. İnebolu'ya 3 km uzakta bir köy.
(2) Yoğurt bakracı: Üstünde sapı ve kapağı olan küçük bakır kovalara bakraç denirdi. Bunlarda yoğurt uyutulurdu. Yoğurtlar İnebolu’ya satmaya götürülürken sarsılıp bozulmaması için çok özenle taşınırdı.
(3) İnebolu’da gazoz üretilen yerler vardı, buralara gazoz fabrikası denirdi. Gazozların kapaklarını açılmasını hayranlıkla izlerdim. Arnavut kaldırımı yollarda yerlere atılmış ve arabaların tekerlekleri altında ezilip düzleşmiş gazoz kapakları olurdu.
(4) Nasrettin Hoca’nın “kazan öldü” fıkrasını ne zaman duysam o çamaşır yıkadıkları dışı kapkara kazan gelir aklıma.

 
Toplam blog
: 1735
: 2429
Kayıt tarihi
: 22.09.06
 
 

27 Mart 1959'da İnebolu Yeşilöz Köyünde doğdum. Yeşilöz Köyü İlkokulu, Yeniyol İlkokulu, İnebolu ..