Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

ALİ GALİP AKYILDIRIM

http://blog.milliyet.com.tr/aligalip

30 Nisan '17

 
Kategori
Güncel
 

İşçi bayramı mı dediniz? Geçin bunu bir kalem!

İşçi bayramı mı dediniz? Geçin bunu bir kalem!
 

Hatta dünyanın yüz yıldır kutladığı bir günü kutlayacak güçlerini ve tören alanı olan Taksim’i bile kaybetti işçilerimiz.


Bu ülkede her yıl yaklaşık olarak 2475 ve daha fazla işçi iş kazalarında hayatlarını kaybetmektedir.

İnşaat, maden, tarım, taşımacılık ve sanayi dallarında ölümlerin önü alınmamakla beraber her ölümün adı “takdiri ilahi” olarak kayıtlara geçmektedir.

Her kazada hayatını kaybedenler için “çalıştığı işin fıtratında bu var” denilerek iş cinayetlerinin üzeri örtülmektedir.

13 Mayıs 2014'te Soma Kömür Ocağında 301 işçi hayatını kaybetti.

Aslında madenlerde her yıl onlarca, yüzlerce işçi ölmektedir.

Bunu niye mi hatırlattım?

Maalesef ki işçilerimiz tam olarak örgütlenmiş değiller.

Üretimden gelen gücün farkında değiller.

Emeklerinin karşılığını değil de, ölümden başka bir şey vermeyen patronlarını sorgulamıyorlar bile.

Kaza süsü verilmiş cinayetlerde nice işçi can verdi de, işçilerin aileleri kendilerini, canlarını, eşlerini, babalarını öldürenlerden hesap bile sormadılar.

En ilkel yöntem olan “kan parası” almayı seçtiler.

Sermayenin medyasına konuk oldular, patronların ne kadar vefalı olduğunu kendi ağızları ile söylediler. Defalarca “Allah razı olsun” dediler.

Ölenler öldükleri ile kaldılar. Verdikleri canların hesabı sorulmadı.

Sendikalar süt dökmüş kedi gibi davrandılar. Seslerini çıkarmadılar. Onlarda “kan parasını” iyi bir anlaşma olarak gördüler.

Nasıl olsa yaşayanlar kendilerini kurtardılar düşüncesi ile herkes acımasız hayat şartlarında sessizce yoluna devam etmeyi tercih ettiklerinden dolayı ve mevcut işini kaybetmemek uğruna bir türlü örgütlü davranmadı işçi kardeşlerimiz.

Bu yüzden de kömür karası kaderlerine razı olmaktan kurtulamadılar.

Bu sadece maden işçileri için…

Diğer hizmet alanlarına baktığımızda durum madencilerden farklı değil.

Tarım işçileri de aynı durumda.

Traktör kasalarında, üstü açık eski püskü kamyon kasalarında taşınırken çok canlar gitti.

Çok ocaklar söndü. Geride çok yetimler kaldı.

Onların yakınları da “kan parası” ile susturuldular. Giden canların hesabı sorulmadı.

İnşaatlarda iş kazaları sonucu ölen işçilerimizin de durumları diğerleri gibi oldu ve olmakta.

Duyuyoruz, iş güvenliği olmadan çalıştırılan işçiler öldüklerinde hemen “kan parası” verilerek ve işçinin memleketinde TOKİ evlerinden bir ev alınarak işçi yakınları susturulmaktadır.

Bu günlere birden bire mi gelindi? Elbette ki hayır…

Geçen yıllar içerisinde sermayenin gücü ve medyası işçilerimizi bireyselliğe yönlendirdi.

O günlerden bu güne gelinceye kadar gördük ki, işçi işçiyi sattı.

Muhbirlik en geçerli sanat oldu!

Geçen yıllar işçilerin emekçi davranışını değiştirdi, sermayeye boyu eğen ve arkadaşlarını boyun eğdiren işçiler hayatlarında hiçbir şeyi değiştiremediler.

Oysaki bundan 35-40 yıl önce bu ülkede işçiler kendi kaderlerini kendileri yazıyordu.

 O yıllarda, işçilerin saflarını tutan bir medyası vardı bu ülkenin. İşçiler de hep bir ağızdan söylerdi türkülerini.

Dayanışma vardı, hesap sorma vardı, güç birliği vardı…

O yıllarda işçilerin suskunluğu bile bir haykırış kabul ediliyordu.

Yıl 1977…

İşçi bayramının en görkemli kutlandığı yıldı.

Bu görkemden, bu dayanışmadan, emeğin gücünden korkan derin güçler bir otelin tepesinden silahlarını meydandaki işçilere doğrulttu.

Yer Taksim'di.

Ölüler, yaralılar ve bir türlü üzerlerinden atamadıkları korku miras kaldı işçilere…

O günden sonradır ki, işçiler, kendileri için canlarını feda eden aslan gibi delikanlılara bile sahip çıkmadılar.

Sonrasında kavgaların inancını haklı kılan güçlerini göz göre göre kaybettiler ve işçiler o gün bugündür bir daha belini doğrultamadı.

Günümüze gelinceye kadar da “emek ve alın teri” bir masal olarak kaldı.

Hatta dünyanın yüz yıldır kutladığı bir günü kutlayacak güçlerini ve tören alanı olan Taksim’i bile kaybetti işçilerimiz.

Ama bazı gerçek var ki bunları gördüğümüzde mücadele zeminin olmadığını görüyoruz.

Şimdi bu sıralayacağım birkaç saptamaya itirazı olan varsa aksini ispat etsin.

Ülkemizde işçi sınıfının siyasal ve sendikal birliği sorununu gündeme taşıyıp bu konuya özel bir özen gösteren ciddî, güvenilir ve donanımlı bir Siyasi Parti bile yoktur.

Bu yüzden de özellikle sınıf bilinci olan işçiler sendikalar aracılığıyla taleplerini dile getirememektedir.

Özelliklede son 15 yıldan bu güne kadar da sendikalar adeta işlevsiz bir duruma düşürülmüştür. Ancak iktidara yakın sendikalar çalışanların hakkı ve hukukundan ziyade siyasi kadrolaşma çalışmalarını yürütmüşleridir.

Ne yazık ki sınıf bilinci olmayan işçiler işlerini kaybetmemek için bu sendikalara teslim olarak kendilerini korumayı seçmişlerdir.

İktidar yanlısı olmayan diğer sendikalarında siyasi güvencesi olmadığından dolayı mücadelenin dışında kalmışlardır. Yani etkisiz tabela sendikası olmuşlardır.

Ve unutulmasın ki; İşçileri en çok, işçi siyaseti yapan sendikalar ve “kul hakkı” yemediklerini söyleyen siyasi partiler satmıştır.

Şimdi, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramını kutluyoruz diyorsunuz…

Ne diyelim kutlayana kutlu olsun!

Ali Galip AKYILDIRIM

 
Toplam blog
: 264
: 396
Kayıt tarihi
: 28.07.14
 
 

1959'da doğdu. Sınıf Öğretmenliği okudu.1979'da Öğretmenlik görevine başladı. Hayatın; okumak, ya..