- Kategori
- Deneme
Sopa ve diş yasası

Hayat, herkesin kendisine göre şekil alır. Yaşam tarzına, bulunduğu çevreye, hayallerine, inançlarına göre anlam kazanır. Kaderinde yazılı, daha doğrusu çizili olduğu farklı bir yüzle karşısına çıkar insanın. Kimine tebessüm eder, kimine mimiksizdir, kimine kaşlarını çatar.
Bazı insanlara hayat en sert ve en öfkeli yüzünü gösterir. Hayatı mücadeleyle ve çatışmayla geçmek zorundadır. Hayatta istediklerini elde etmek veya doğru düzgün yaşayabilmek için yapacağı mücadeleye uygun karaktere ve yırtıcılığa bürünmek zorunda kalır. Aksi halde etrafındaki acımasız saldırganların hedefi olacaktır.
Bazı insanlar da vardır ki, hayatları onlara her istediklerini sunmuş, bir şeylere zahmetsizce sahip olmuş ve hayat onlara tebessüm üstüne tebessüm etmiştir hep. Bu kişiler de bu ortamın yapısına uygun bir karaktere bürünmüş ve yaşam tarzını benimsemişlerdir.
Fakat erdemli insanın kişiliği bulunduğu ortama göre değişmez. Hayata bakış açısı hayatın yüz mimiklerine göre şekillenmez. Onlar varlık içindelerken de, fakirliğin pençesindelerken de aynı prensiplere sahiptirler. Ortam nasılsa ortama uyum sağlamak için her yol mubahtır, aslolan hayatta kalmaktır gibi en ilkel fikirlere muhaliftirler. Onlar için yaşamın zenginliğinden ziyade, yaşamın kalitesi önemlidir. Kaliteli ve prensipli bir hayat yaşamayacaklarsa, yaşamamak en evlasıdır.
Bu sebepledir ki, karakter sahibi insan olmanın en önemli basamaklardan birisi de, varlık içinde yokluğu, yokluk içinde varlığı keşfetmektir. Hayattaki maddi varlıklar bir kuş gibidir; hiç umulmadık bir anda uçar gider. bu sebeple olgun insan maddi varlıklara bel bağlamaz ve onlara hep emanet gözüyle bakar, manevi zenginliklerin gerçek zenginlik olduğunu bilir.
Materyalistlerin çok geçerli olduğuna inandıkları ve “ilkel doğadan” devşirdikleri, “ortama uymayan yok olur” yasası, hayatın temel yasasıymış gibi kabullenilir. Adeta safari hayatı gibi algılanan dünya, gücü yetenin, güçsüzü ezdiği, karakter yerine esnek bir mizaç sahibi olmanın önemli olduğu adeta deneysel bir sahnedir. Varlıkta sahip olunan davranış ve tavırların başka olmak zorunda olduğunu iddia ederler. Yani ünlü darvinist ve materyalist Jack London’un ölümsüz eseri “Vahşetin Çağrısı” isimli kitabında vurguladığı gibi hayat Sopa ve diş yasasına göre işler.
Bu kitapta, Buck isminde adeta burjuva diyebileceğimiz niteliklerde bir köpek iken, çevresinin değişimiyle daha doğrusu gerçek dünya ile tanışmasından sonra genlerindeki vahşiliği keşfetmesiyle bir kurda dönüşmesi anlatılır. Evrimi, doğal seleksiyonu, materyalizmi öven ve savunan bir yapıt olması hasebiyle yukarıda zikrettiklerimize iyi bir örnek teşkil eder bu kitap.
Buck, hayatın acımasız yüzüyle karşılaşınca, bir sizi macera ile varlıktaki davranışlarının hayatta kalmasını engelleyeceğini fark ettiğinden, yaşamak ve ayakta kalmak için ortama uygun zalim ve vahşi yetenekler edinir. Öl yada öldür, ye yada yem ol, yönet ya da yönetil gizi özü sopa ve diş yasasında birleşen bir dizi hayat görüşleri benimser. Evet, Buck kitabın sonunda hayatta kalır ve içindeki ilkelliğe kavuşur. Fakat kitapta övgüyle söz edilen o edindiği özelliklerinin aksine bir de kaybettikleri vardır. Buck içindeki merhameti, insan sevgisini, yardımseverliği, dürüstlüğü kaybetmiş hatta katil olmuştur.
Bu kitap bana çok önceleri okuduğum, ismini şuan hatırlayamadığım bir kitaptaki küçük bir bölümü hatırlattı. Bir asker savaş esiri olarak bir kampa kapatılıyordu. Onunla birlikte başkaları da… Yokluk bir süre sonra oradaki insanları ilkelleştiriyor, duygusuzlaştırıyor ve saldırganlaştırıyordu. Sadece subay çizgisini korumak için mücadele ediyor ve maddi yokluk manevi varlığa yeniliyordu. Yokluk anında sergilenen karakterimiz gerçek karakterimizdir. Etrafınızdaki insanlara bir bakın, varlıkta cömert olmak, yardımsever olmak, kibar olmak kolaydır. Yoklukta ne hale geldiklerine göre insanlar hakkında yargıda bulunmak gerekir. Zordur, gerçek bir süzgeçtir bu. Birçok insan bu imtihanı geçemez. Evet, yaşamak için her şey mubahtır, diye düşünürler. Ama doğrusu bu değildir.