Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '09

 
Kategori
Mizah
 

Soytarı bile olamayan yeteneksiz mizahçının dramı

Soytarı bile olamayan yeteneksiz mizahçının dramı
 

Şu yeryüzünde güldüremeyen mizah yazısından daha yavan bir yazı, güldüremeyen komedyenden daha acınası bir yaratık yoktur. Kötü bir mizah yazısı okumak, hamur yemek veya kirli bir bardaktan deniz suyu içmek gibi bir şeydir. Ne açlığınızı giderir, ne susuzluğunuza çare olur; ama ağzınızın tadını bozup midenizi ağrıtır. Komedyenlik ve mizah yazarlığı zor iştir. Komedyenlik basit gibi görünse de dram oyunculuğundan çok daha zordur. Dram oyunculuğunda vasat bir yeteneğiniz varsa biraz kendinizi zorlayarak, epeyce de çalışarak başarıya ulaşabilirsiniz. Türk sinema, tiyatro ve televizyon dünyası böyle oyuncularla doludur. Komedyenlikte ise sadece yetenek ve zeka yetmez Allah vergisi bir aura da gerekir. Öyle ki o komedyenin sırf yüzüne, ufak bir mimik hareketine baktığınız zaman bile gülebilirsiniz. Mesela, sadece filmlerinden değil gerçek hayattan da tanıdığım Kemal Sunal böyle bir insandı. Şener Şen bu sınıfa girer. Günümüzde Cem Yılmaz ve Recep İvedik tiplemesiyle şöhrete ulaşan Şahan Gökbakar böylesi komedyenlerdir.


Mizah da özel yetenek gerektiren bir edebiyat türüdür. Zorlama komedyen olunamayacağı gibi zorlayarak mizah yazarı da olunmaz. İnsan kendini zorlayarak bilimsel makale yazar, polisiye roman yazar, köşe yazısı yazar ama mizah yazısı yazamaz. Onun için de tıpkı komedyenlik gibi özel bir yetenek, Allah vergisi bir gözlem gücü, güçlüye ve iktidara kafa tutacak bir yürek, farklı çalışan bir zeka ve kıvrak bir kalem gerekir.

İnsanda “başkası adına utanmak” diye bir duygu vardır. Biri utanç verici bir duruma düştüğünde onun adına biz de utanırız. Kendimizi o kişinin yerine koyarız. Mesela biri düştüğünde, toplum içinde gayriihtiyari mahrem bir yeri göründüğünde (örneğin kıç çatalı) veya eğilirken pantolonunu orta dikişinden patladığında bu duyguyu yaşarız. Ancak bu duyguyu en çok da güldüremeyen, yeteneği kıt bir komedyenle karşılaştığımızda yaşarız. Yeteneksiz komedyen güldürmeye çalışırken kendisi gülünç duruma düştüğünün farkına varmaz. O kendi aklınca gayet komik olduğunu, yaptığı “espri”lerin (!) insanları güldürdüğünü sanır. Karşıda onu izleyen ya da yazılarını okuyan kişiler ise o anda azap içindedirler. Yüzüne karşı bir şey söylemekte zorlanırlar. Komedyenin espri diye pırtlattığı şeylere gülebilmek için kendilerini zorlarlar. Sırf o bozulmasın, o sahnede bir fecaat yaşanmasın, şu gösteri bir an önce bitsin diye içlerinden dua ederler.


Yeteneksiz ama akıllı bir komedyen adayı kimse yüzüne karşı söylemese de bu durumu anında fark edip hemen kendine başka bir iş aramaya başlar; ki doğrusu da budur. Bunun hem yeteneksiz hem akılsız olanı ise olan biteni hiç anlayamadan o nafile çabasını sürdürüp hem kendine hem çevresine işkence eder. Durumu gerçekten vahimdir; insanı utandırır, üzer, bazen de tiksindirir.


Bir de soytarılar vardır. Onun işi de güldürmek daha doğrusu güldürmeye çalışmaktır. Ancak soytarının komedyenlik gibi bir iddiası yoktur. Çünkü o zaten espriyle güldürmeye çalışmaz. Kılık kıyafetiyle, tuhaf hareketlerle, fiziksel görünüşüyle güldürmeye çalışır. Eskiden saraylarda kralları, prens ve prensesleri, soyluları güldürmeye çalışırlardı. İnsanın komedi anlayışı gelişip değişti; şimdi soytarılar ancak anaokulu çocuklarını ve sünnet oğlanlarını eğlendirebiliyorlar. Takma burunları, abartılı makyajları, kocaman papuçları, renkli elbiseleri ve çocuksu konuşmalarıyla ancak kendilerini bir eğlence aracı olarak pazarlayabiliyorlar. Ama buna rağmen soytarı, güldüremeyen komedyenden çok daha samimidir. Soytarının durumunda utanılacak bir yön yoktur. Soytarının kendisi de, ona gülen çocuklar da soytarılığın virtüel durum, soytarıya gülmenin bir sözleşme olduğunu bilirler.


Hele bu yeteneksiz komedyen (veya mizahçı) bir de kendisini dünyanın merkezinde sanıyorsa utanç katlanır, tiksintiye dönüşür. Bir türlü güldüremeyen zekadan nasibini almamış “espri”lerini zortlatırken yüzünde aptal bir sırıtışla bizi de o aptallığa ortak etmeye çalışır. Bu da izleyende bir an önce oradan uzaklaşma isteği yaratır. Maxim Gorki’in egosantrizm üzerine bir sözü vardır. “Bencil kişi öyledir ki, kendini her cenaze töreninde ölü, her düğünde damat sanır.” Geri zekâlı komedyen/mizahçının sorunu budur. Ne yaptığını, nerede durduğunu, dışarıdan nasıl göründüğünü bilmez, anlamaz. Boş yere zamanımızı çalar. İnsanı insandan da, mizahtan da soğutur.


Soytarıları severim; onlar sadece para kazanmak isteyen sıradan insanlardır. Gerçek mizahı ve yetenekli mizahçıları severim; onlar özel insanlardır. Komedyenleri severim; onlar Tanrı tarafından ödüllendirilmiş insanlardır. Ancak, kendini mizahçı diye yutturmaya çalışan soytarılardan, güldüremediği halde güldürdüğünü sanan komedyen müsveddelerinden, kendini göstermek için her tabuta girmeye teşne ahlaksız bencillerden tiksinirim. Hele bir de bunların tümünü kendinde birleştirmeyi başarabilmiş biriyse artık tiksinti bile yetersiz kalır. İnsanı insanlıktan soğutan bir utançtır varlıkları…

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..