Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '08

 
Kategori
Anılar
 

Acılar toz zerrecikleri halinde oraya buraya uçuşmuş ve bir süre sonra acıdan eser kalmamıştı.

Acılar toz zerrecikleri halinde oraya buraya uçuşmuş ve bir süre sonra acıdan eser kalmamıştı.
 

Hatice ananın beyaz tülbenti içindeki kırış kırış olmuş yüzünü görecek durumda değildi Handan.


Günlerdir gözüne uyku girmeyen Handan dişleriyle ısırmaktan mor olmuş dudaklarına değdirilen ıslak pamukla hafifçe gözlerini açtı. “Tanrım, böyle bir acıyı düşmanıma vermez inşallah” diye geçirdi içinden. Tevekkülü yaşam biçimi haline getirmiş geleneklerini bile söküp atmıştı yüreğini dağlayan acı. Acının en yüksek dönüştürücü olduğunu bilenlerdendi, isyan ise ona uzak duyguların başında geliyor ve içini kemiren boşluk durmadan büyüyordu.

“Abla, kendine gelmelisin” diyen kardeşi Gülşen’in sesi çok uzaklardan gelen hafif bir hışırtı gibi geldi ona. “Günlerdir böyle, endişeleniyoruz” dedi Gülşen misafirleri olan komşu kadın Hatice anaya. “Dur, bi okuyup üfleyivereyim” diyen Hatice ananın beyaz tülbenti içindeki kırış kırış olmuş yüzünün ayrıntılarını görecek durumda değildi Handan.

Her nefesi bir başka ferahlık gibi geldi, nefeslendikçe çevresini saran ağır çemberler bir bir dağılıyor ve ırmaklarıyla, hafif rüzgarlarıyla uzayıp giden kırlardan gelen serin yele dönüştürüyordu nefesini Hatice ananın. Biraz daha kendine geldiğinde Gülşen’e “ne iyi oldu da geldi Hatice ana” dedi fısıltıdan biraz yüksek bir sesle Handan.”Hatice ana mı?” dedi bir an Gülşen ama ne zaman gelmişti ki o, Gülşen her zaman oradaydı. “NE baktın öyle be Gülşen? Görmedin mi Hatice anayı?” şaşkın ve ne demesi gerektiğini bilmeyen Gülşen “Yok, görmedim diyebildi”.

Handan, yüreğindeki yangının biraz ferahlamasının getirdiği rahatlıkla “Olsun, gelip gelmemesinin ne önemi var?” fikri bile iyi geldi diye geçirdi içinden, Gülşen’in tebessüm ve birazda keyiflenen yüzünü görmeye başladığında.

“Korkuttun beni be abla” dedi Gülşen, günlerce geçirdiği yorgun ve telaşlı günleri unuturcasına. “Sen, döndün ya, gerisi önemli değil Handan abla, çok korktum çok” dedi yavaş ve minnet dolu bir fısıltıyla sonra sarıldılar birbirlerine abla kardeş sanki yıllardır birbirlerini görmemiş ve özlemiş insanlar gibi.

Kapının vurulma şeklinden Hasan’ın okuldan geldiğini anlamıştı Gülşen gidip kapıyı açtı. Hasan oyundan pembe pembe olmuş yanaklarıyla onlu yaşların sürgünlerini veriyor gibiydi doğaya böyle bir bahar günü. Gülşen’in yüzündeki gülümsemeyi fark etti “Annem, uyandı mı?” diye sordu hafiften “nerden anladın, yaramaz?” diyen Gülşen’ “O benim annem, nasıl anlamam,” deyip bir koşu sarıldı annesinin boynuna.

Öpüp kokladı handan oğlu Hasan’ı. Özlemin en derinlerden gelen çağrısına uyarak ve kucakladı oğlunu. Bir başka ve farklıydı Hasan, beş çocuğunun içinde ne zaman sıkışsa gözleriyle onu arar bulur ve onun sukunet dolu derin bakışlarında rahatlardı Handan. Hasan bir başka dünyadan gelmiş gibi her şeyin hemen içinde ve dışında bitiverirdi, imbiklerden süzülen en özlü sular gibi saf berrak, korkusuz ve tepkisizdi Hasan’ın yüreği. Yeni zaman filozofu gibi kendi hikayesini yazmaya gelenlerdendi.

Orta halli bir evin üçüncü sırada, en büyük ağabey ve abladan sonra gelen çocuğuydu evin. Çevresinde ve okulda çok dikkat çekmeyen ama aynı zamanda dokunulmayan kendince bir hayat sürer, kendi derinliklerinin sessizliği olurdu her zaman. Onun girdiği odalarda büyükler bile ikirciklenir, nedeni bilinmez kıpırdanmalarla çeki düzen verirlerdi kendilerine ve farkında olmazdı bunların. Hasan, sıradan yaşamının kendince fark etmediği farkındalık okyanusunun minik bir zerresiydi… İmparatorluğun yeni varislerinden, özel koşullara ve geleceğe hazır olması için birçok deneyimden geçerken aynı zamanda ailesine ve çevresine deneyim olacaktı.

Hasan, bilginin dağınık gen kodlarıyla hızla geçilen geçitlerinde yer alıyordu. Kısa yaşamına onlarca yaşamda olabilecek deneyim sığacağından habersiz dokuz yaşın keyfini bile çıkaramadan çevresinde oluşan düğümlerle şimdiden yüz yüze gelmeye başlamıştı. Çevresinde olan her şey olacak olanların sadece hızını artırmaya neden olacaktı.

Hayatın ona kazandırdığı ilk deneyim büyük ağabeyinin İstanbul’dan gelen ölüm haberinin annesi üzerinde gördüğü etkisiydi. Oğul Ferda arkadaşlarının da teşvik etmesiyle köyünden kalkmış İstanbul’a gelmiş geçirdiği birkaç yılda neler yaşadığı bile bilinemeden Sarayburnu’nda cesedinin bulunmasıyla ailesinin en büyük deneyimine dönüşmüştü. Onlar da varken annesinin kendisini bu denli kaybetmiş olmasını tamda anlayamıyor, sorgulayamıyordu.

Sessiz bir kabul onun doğasında vardı ve o kendi yükünü başkalarına vermeden yaşamayı bilecek kadar büyük ama odasına çekilip yarattığı dünyada oyunlar oynayacak kadar da küçüktü.

Hasan küçük dünyasında tekti, anlayamadığı şeyler birden parçalanır toz sereciklerine dönüşür ve onu güldürürdü. Bunu nasıl yaptığını bilse, annesine bile öğretebilirdi. Annesinin acıyı yaşamasının şeklini bir türlü anlayamıyor, kavrayamıyordu. Onu bitkin halde yatakta görmeye alışmalı mıydı yoksa? Düşünceleri bir çırpıda toz bulutuna dönüştü, hayal dünyasındaki atına atladığında, rüzgar gibi koşan atın ardında sadece toz bulutu kalmıştı.

Acılar toz zerrecikleri halinde oraya buraya uçuşmuş ve bir süre sonra acıdan eser kalmamıştı.

 
Toplam blog
: 202
: 994
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

Sosyal medya danışmanı, grafik tasarımcı.  ..