Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '11

 
Kategori
Blog
 

Ağaçlar ayakta ölür

Ağaçlar ayakta ölür
 

ELMA ÇİÇEKLERİ


Bloglarda iki yılımı tamamlamam sebebiyle; 

Artık kıdemliler sınıfına geçtim. :-)) 

Ağaç 

Çorak topraklarda merhaba dedi oksijenli yaşama… Henüz fidandı, suyu aradı cılız kökleriyle… Yaşayabilmek umuduyla tutunabilmek için toprağa, besinini aradı var olabilmek için yeryüzünde… 

Kaybetmedi ümidini. Her gecenin sonunda sabah olacağını, sabahla beraber güneşin doğacağını öğrenmişti, sabretti bir zaman. Yılmadı, yorulmadan, bıkkınlık getirmeden hep faaliyetteydi gece ve gündüz… 

Güneş vardı nasıl olsa; ama kökleriyle hep suyu, hayatının suyunu aradı bitap düşene dek… 

Tutunmuştu toprağa… Esen rüzgârlarda hafifçe sallanırdı ama sağlamdı duruşu… 

İlkbaharda beyaz çiçekleri açmaya başladı. Yeşil yapraklarının arasında bembeyaz çiçekleri… Yeşil beyaz güzellikti onunki… Yeşil beyaz… Birbirini okşayan uyumlu görünüm… 

Her sene bir evvelki seneye göre daha çok çiçekleri oldu ve tabii daha fazla meyveleri… Koparmaya kıyılamayacak güzellikteki bu meyveler, kendisinde oluşuyordu… 

Oysa bir zamanlar ayakta kalabileceğine bile inanamamıştı… 

Gökyüzüne baktı, güneşe teşekkür etti. Gövdesinin toprağa değen kısmını, adeta okşayarak şırıldayıp akıp giden suya baktı, suya teşekkür etti. 

Ve, kana kana içti sudan… 

Artık aramayacaktı suyu… Herşey güzeldi, büyümesi, gelişmesi, serpilmesi normaldi… 

Meyveleri de çok lezizdi, beğeniliyordu… Gölgesinde piknikler yapılıyor, kalın dallarına çocuklar salıncaklar kuruyorlardı. 

Ağacımız mutluydu… 

&&&&&&& 

Birgün… 

Birgün, cennet gibi bir ortamda çok çeşitli ağaçların arasında buldu kendini… 

Uyum sağlamakta zorlanmadı. Yakınındakilerle, “ağaç'ca” konuşmaya başladı. Esmekte olan hafif rüzgarın, yapraklarında oluşturduğu hışırtıların enstrümantal senfonisinde birlikte şarkılar bile söyler oldular… 

Ağacımız gerçekten mutluydu… 

Artık daha çok çiçeklenip daha çok meyveler oluşturmak gibi bir hedef saptamıştı kendine… Neden olmasın diye düşündü… Yüksek moralli ve keyifli olduğu zamanlarda çiçeklerinin ve meyvelerinin çokluğuna tanık olmuştu geçmişte… 

Bu beklenti içinde, iklimin ve ortamın da müsait oluşuyla kızarmaya başlayan çok iri ve leziz meyvelerini, taşımakta zorlanır olmuştu dalları… Olsun, değerdi… 

Birden gökyüzü kararmaya başladı. Masmavi bulutlar yerini simsiyah bulutlara bıraktı. Ardından bir fırtına… 

Yer-gök toz içinde kalmıştı… Sakin yağmasına alışılan yağmur doluya çevirdi ve ağaçtaki meyvelere zarar vermeye başladı. 

Yağmur ve dolu dinmişti. Yakınlarda evleri olan çocuklar taşlamaya başladılar ağacımızı. Belki de birkaç meyve düşürüp yemekti amaçları… Ama nerden bileceklerdi ki, attıkları taşlardan ağacımızın dallarında sıyrıklar oluşmuş, gövdesi de yaralanmıştı. 

Dallarındaki sıyrıklardan ince ince sızmakta olan sıvıları o çocuklar hiçbir zaman görmediler, çünkü ağacımız gizlemişti… 

Geceleyin ay ışığı çıkınca parıltılar yaparak aşağılara kayan ılık sıvılarını, ağacımız yalnızca kendisi hissetti. 

İyileşiyor ümidiyle kabuk bağlıyor gibi görünse de yaraları, ara ara çatlamalar yapmaktaydı halen daha sessizliğinin gizeminde… 

Ağaç sessiz ve hüzünlü… 

Ağaç inlemiyordu, inleyemezdi… 

Onuru buna izin vermezdi… 

Kocaman dallarını semaya kaldırıyor ağaç; 

Dile geliyor, Rabb’ine yakarıyor: 

- Ağaçlar ayakta ölürmüş… Anlıyorsun Rabb’im… 

 

Selam ve saygılarla… 

Yurdagül Alkan. 

Not: Yukarıdaki sıra dışı öykünün herhangi bir olayla, kişi veya kişilerle bağlantısı yoktur. Bilgilerinize… 

 
Toplam blog
: 344
: 1671
Kayıt tarihi
: 09.04.09
 
 

Özel bir finans kuruluşundan emekliyim. Hayatın her aşamasını acısıyla tatlısıyla yaşamış biri ol..