Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '13

 
Kategori
Güncel
 

AİHM ile AYM yürek soğutur mu?

AİHM ile AYM yürek soğutur mu?
 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) logosu (Alıntıdır)


Kendisi ile bir işimiz olsun ya da olmasın özlemi çekilen 'adalet' sonunda ortaya çıkmak istiyor sanırım.
Çünkü gerçekten kamu vicdanını rahatlatacak kimi kararlara öyle kanıksadık ki ne desek boş.


Ömrümüzce, 'Adalet mülkün temelidir' diye öğrendik. O adalet öz be öz, şeksiz şüphesiz 'devlet' demektir. 'Mülk' ise özellikle ne çocukluğumuzda ne de gençliğimizde açıklanmadığı için sanılmasın ki yalnızca oturduğumuz ev, altımızdaki araba ile uzaklardaki toprak parçamız değildir. O 'mülk' öz be öz canımız, cananımız, bütün malımız ve doğruyu söylemek onuru bakımından tanıklıklarımızı kapsayan bir kavramdır. Kesinlikle bu kavram Devlet'i de onun etkilerini en uygun biçimde her alanda her kişiye eşit olarak uygulaması gereken iktidarlar ile güvenlik güçlerini ve adalet çarkında görev alan herkes yanında savcılar ile yargıçları kapsamaktadır.

Atalarımızın yüzyıllar boyunca söyleye geldiği 'adaletle hükmetmek' deyimi bu gerçeği vurguluyor olsa gerek. Bana göre 'adalet' bir toplumun varlığını, dirliğini, barışını, kardeşliğini, ortak değerlerini korumak için değişen koşullara göre özenle geliştirilmesi, savunulması ve uygulanması gereken bir kavramdır. Bunun için ister tanık ister yargıç olsun bütün ilgililerin, adaleti uygulayabilmek ve en uygun kararları verebilmek için 'kılı kırk yararcasına' çalışması gerekmez mi?

AYM ile AİHM'nin son kararları yüreklere su serpmiştir

Yenice öğrendiğime göre AYM ile AİHM çok şaşırtıcı kararlar vermiş.

Peki, şimdi AYM ile AİHM yanında bu kararların alınmasındaki etkileri bakımından:

Var ol AİHM!
Var ol Francis Ricciardone!
Var ol ABD Kongresi!
Var ol Avrupa Parlamentosu!


En son da var ol AYM!
Var ol Haşim Kılıç mı diyeceğiz?

Çok acıklı ve ibret verici gelişmeler bunlar. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti dümenine geçen iktidarların adalet üzerindeki etkileri yüzünden düşünce özgürlüğü, yolsuzluklar ve şeffaflık gibi konularda dünyadaki ilk on ülke arasından h i ç çıkamıyorlar.

Uzun tutukluluk ve uzun yargılama için Anayasa Mahkemesi kararı

Az önce okuduğuma göre, 'Anayasa Mahkemesi (AYM), uzun tutukluluk ve uzun yargılamayla ilgili baktığı altı bireysel başvurudan dördü hakkında i h l a l kararı' vermiş.

Gelen açıklamada, 'Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kriterleri ışığında uzun tutukluluk ve uzun yargılamalara bireysel başvuru yolunu açtı. AYM, uzun tutukluluk ve uzun yargılama konusunda adli suçluların yaptığı dört başvuruyu ilk kez kabul etti ve ihlal olduğuna karar verdi' deniliyor.

Peki, bu durumda en az üç beş yıldan beri tutuklu olarak yargılananların maddi ve manevi tazminat hakları o kararları verenlerden alınabilecek mi? Ne gezer. Bırakınız aylıklarından kesintiye gidilmesini, olması gereken sicillerinin bozulması ve kademe ilerlemelerinin durdurulması bile işleme konulmayacaktır. Çünkü 'Beni adamım iyidir! O ne yaptıysa ve ne yaparsa olması gerekenin en iyisini yapar!' anlayışı 'kanun da adalet de benim' diyen iktidarların özünde vardır.

Türkiye'deki adalet uygulamalarının bazıları AİHM açısından özürlü bulunuyor

Varan Bir
Öte yandan, yine bugün sanal ortama düşen bir habere göre Türk Adaleti 'benim adamım gereğini yapar' ya da 'ben devletim, ben iktidarım, ben müdürüm her kararım doğrudur' anlayışına da bağlı olarak, yıllardır dayatılan devlet görevlilerini koruyup kollamak bakımından öz yurttaşlarına karşı işlenen suçlardan dolayı aymazlığa düşülmesinden dolayı AİHM'ce bilmem kaçıncı kez cezaya çarptırılmıştır. Bilindiği gibi Türkiye'deki adalet ne yazık ki AİHM açısından h e p özürlü, hatalı, yanlı, noksan belgeli, kamu çalışanlarını korumaya dönük olmak bakımından kararları en çok bozulan ve çok yüksek cezalara çarptırılan bir örgütlenme biçimidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği kararda, 'iki ayrı davada Türkiye'yi haksız' bulmuş. Aralık 2005’te Diyarbakır kenti yakınlarındaki bir köye gitmekte olan Mustafa Aldemir, bir yüzbaşının açtığı ateş sonrasında yaralanmış ve geçirdiği ameliyat sonrasında sağ bacağı diğerinden üç santimetre kısa kalmıştı.

Diyarbakır'da 'açılan davada kendisini savunan yüzbaşı, Mustafa Aldemir’i “terörist” zannettiği için ateş açtığını, olayın gece ve yağmurlu bir ortamda yaşandığını, köye teröristlerin geleceği ihbarı aldıkları için mevzilendiklerini ve “Aldemir’in elindeki şemsiyeyi ‘silah’ zannederek 'tetiğe bastım' açıklamasında bulunmuş ve Diyarbakır Mahkemesi, yüzbaşıyı suçsuz buldu ve beraatına karar vermiş. Oysa ortada 'yargısız infaz' yok mudur? Yaşanılan ortam terör ortamı da olsa sabırla gerekli uyarıların yapılması yanında jandarma ile polise haber vermek yolları yok muydu diye sormazlar mı insana?

Söz konusu 'beraat' kararı üzerine davayı AİHM’e taşıyan Aldemir, Türk Hükümeti’nin, kötü muamele ve işkenceyi yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’üncü maddesini ihlal etme suçundan mahkum olmasını talep etti. AİHM, Aldemir’i haklı bulmuş ve mahkeme masrafları da dahil olmak üzere toplam (20 bin 500) Euro, yaklaşık (51 bin) TL tazminat ödenmesine' karar vermiş bulunuyor.

Varan İki
Mahkeme benzer bir davada ise Güneydoğu Anadolu'dan beş ailenin, çocuklarının askerler tarafından açılan ateş sonucu öldürülmesi şikayetiyle yaptığı başvuru neticesinde 'Devlet, bireyini koruyamadı’ hükmüne varmış. Olayın öyküsü şöyle: 2005’te 13-24 yaş arasındaki beş kişi, askerler tarafından açılan ateş sonucu öldürülmüş ve Diyarbakır'daki mahkemenin kararını yeterli bulmayan aileleri davayı AİHM’e götürmek zorunda kalıyorlar.


AİHM işleyişine göre istenilen 'Türk Hükümeti’nin savunmasında, adı anılan beş kişinin askerlere ateş açtığı ve askerlerin kendilerini savunduğu belirtilmiş ancak aileler öldürülen gençlerin üzerinde silah olmadığını öne sürmüşler. Bunun üzerine AİHM, ‘Devlet, bireyini koruyamadı’ ve insan hakkı sözleşmesinin ‘yaşama hakkı’nı güvence altına alan 2’inci maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle toplam (325 bin) Euro, yaklaşık (816 bin) TL tazminat ödenmesini kararlaştırmış. AİHM ayrıca Türk Hükümeti'nin aileye (5 bin 930) Euro, yaklaşık (150 bin) TL tutan mahkeme masrafını da ödemesi gerektiğini karara bağlamış.

Eğer 'bir yerlerden bir baskı' gelmemiş olsa hangi Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti böyle bir davada taraflı bir karar verebilir? İşte aşağıda görüleceği gibi AİHM yargıçlar heyeti söz konusu davayı, diğer sorunları da göz önünde tutarak olsa gerek, Devletin 'bireyi koruması' ve 'yaşama hakkını güvence altında tutması' gerektiği yönünden bozarak Türk Hükümeti'ni ağır bir para cezası ödemeye mahkûm ediyor. Ayrıca biliniyor ki İç Hukuk kapsamında davacılar tarafından AİHM'ne açılan davalarda Türk Hükümeti'nin savunmalarının kazandıkları dava sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdır. Benzer durumun İç Hukuk'un işleyişi sırasında özellikle kamu kurumlarının avukatlarının kazanabildikleri dava sayısının da çok düşük olduğunu Ankara'da TRT'den bir tanık olarak katıldığım bir İş Mahkemesi'nde öğrenmiştim.

Adalet yolculuğundaki 'beraat kararları' son karar değildir.

Anlaşıldığına göre her önünüze gelen 'beraat kararı' kesin karar değildir. Bu nedenle başınıza bir iş geldiğinde 'iç hukuk yollarında' uzun süre ter döktükten sonra çıkan kararı içinize sindiremiyorsanız, hemen yanı başımızdaki Anayasa Mahkemesi'ne ya da Avrupa'nın ortasındaki Strassburg kentindeki AİHM'ne başvurunuz. Ne yazık ki bu makamlara gitmeden önce yerel yargı ile Yargıtay'ın kararlarını almak gibi uzun bir sabır dönemi de geçirilmesi gerekiyor. En az beş altı yıllık bir süreyi içerebilecek olan bu adalet yolculuğu sonunda verilecek karar yürekleri soğutur mu dersiniz?

Peki, onca çabaya rağmen Yerel Yargı neden sağlıklı kararlar veremiyor, diye de sorgulamak zorundayız. Kanımca Yerel Yargı süreçleri delil toplamadan tutun da ilgili kişilerin siyasi ya da idari ağırlıkları yanında çok az ortaya çıkmış olsa bile, rüşvet, eş dost gibi etkiler altında kaldıkları gözden uzak tutulamaz. Bu yüzden olsa gerek ilk olarak 1960'larda duymaya başladığım, 'mahkemede dayın olsun' sözü, korkarım Yargının Bağımsızlığı özlemimiz üstündeki olumsuzluğunu bugün de koruyor. Bu yüzden Yargıtay Kararları ile ulaşılan 'içtihatlar' yanında AİHM Kararları'na ek olarak 'bireysel başvuru hakkı' bakımından AYM Kararlarının da günden güne ağırlığını duyuracağı çok açık. Yargılama süreçlerine ek olarak diğer başvurular için zorunlu olarak geçmesi gereken, o yeniden soruşturmalar için sabırlı olmaktan başla ne yapılabilir?

Eğer konu uzamayacak olsa size, bazı kişilerin 'ocağına incir ağacı' diktirecek kadar iğrenç en az on kadar ilginç dava örneği yazmak isterdim. Toplumdaki kanıya göre 'adalet g ü ç l ü'den yana' olduğuna göre sorunun neresinden tutacağımızı bilemiyoruz. Dolayısıyla bize öğretilen ve adliyelerdeki mahkeme salonlarında bulunan, 'Adalet mülkün temelidir' sözü, bir an için gönüllere huzur veren bir söz olmaktan öte bir anlam taşımıyor.

İşte bu yüzden savcısından yargıcına, siyasetçisinden bakanına, polisinden adli tıp doktoruna kadar yaygın bir güvensizlik içinde bulunmuyor muyuz? Peki, yasaların kendisinde olsa denilse bile, yargıcın ya da yargıçlar heyetinin ortak kararı yok mu? Bence sorun, siyasi iktidarlara bağlı olarak çalışan bazı hukukçuların mevcut iktidarın programına göre hazırlamakta oldukları taslakların yasalaşması ile başlıyor. Bu yüzden olsa gerek yeni gelen her iktidar, bir önceki dönemdekinden başlayarak yoğun bir 'yasa değişikliği' işine kalkışır TBMM'de. Ne yazık ki yasalardaki oturmamışlık ne belirgin bir teamülün oluşmasını ne de yargıya güven sağlama gibi iki önemli alanı sağlamlaştıramamıştır.

AYM'in ilk ancak AİHM'nin binlerce kararında olduğu gibi yukarıdaki kararı gereğince ç o k geç de olsa 'kul yapısı adalet' sonunda yerini buluyor. Ne yazık ki Türk Adaleti denilen hukuk ve devlet örgütlenmesi ile polisler, adli tıp kurumları, savcılar ile yargıçların üzerindeki iktidar çarkı bazı kararların ilgili kişilerin zararına sonuçlar doğurabiliyor. Bu nedenle umarım yakında gün yüzüne çıkacak olan Yeni Anayasa'da 'Bağımsız Yargı' başlığı altında en az Avrupa Adalet Sistemi ayarında bir düzenlemeye gidileceğini göreceğiz.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..