Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aile albümü

Adam: Bu da babamın dayısı. Daha önce bahsetmiş miydim bilmiyorum. Ailenin tek papyonlu, fularlı adamı kendisi. Köyüne geri döndüğü zaman köydekilerin ‘Tango olmuş’ dediklerinden yani. Moskova büyükelçiliğinden emekli.

Kadın: Büyükelçi mi?

Adam: Yok canım. Büyükelçinin özel kalem müdürü. Ya da o dairede görevli memurlardan birisi işte, yalan söylemiş olmayayım durduk yere. Bu da İnci Teyzem.

Kadın: Ne çok akraban varmış senin de. Teyzen’in saçları kızılmış demek ki... nasıl birisiydi peki?

Adam: Bir ara tuhafiyecilik falan yaptığını duymuştum ama tam olarak hatırlamıyorum şimdi.

Kadın: Bu kalpaklı adamlar kim? Fotoğraf makinesine poz verirken tarihe geçeceklerini düşünüyorlarmış gibi bir halleri var, sanki objektife bakarken geleceğin çok renkli ve cazibeli olacağını anlamış gibiler.

Adam: O adamların kim olduklarını ben de oldum olası çok merak ederim. Yani inan bilmiyorum.

Kadın: İyi de aşkım, o kadar fotoğraf gösterdin çoğunu tanımıyorsun.

Adam: Klasik olacak belki ama ben biraz yabani bir çocuktum. Pek aram yoktur akrabalarımla, büyük çocuk olduğumdan aile albümü bana kaldı ama yine de söylediğin gibi; şu siyah beyaz resimlerin çoğunun kime ait olduğunu hiç bilmem.

Kadın: Çok sevimliler ama... Fotür şapka, yarım yamalak bıyıklar, köstekli saatler falan. Baksana bu adam senin deden olmasın, çok benziyor sana.

Adam: Yok canım, ben dedemi yüz metreden tanırım. Bu olsa olsa dedemin arkadaşlarından birisidir.

Kadın: Göğsünde nal gibi bir rozet var! Ne ki bu?

Adam: Parti rozetidir herhalde ya da bayrak arması falan.

Kadın: Şehir eskiden ne güzelmiş, burası neresi?

Adam: Şimdi ki Selekler Çarşısı.

Kadın: Ay inanmıyorum! Ne kadar farklıymış, köy gibi.

Adam: Eskiden cezaevi vardı oralarda. Aslında İtalyanlar işgal sırasında güzel yapılar inşa etmişler ama sonradan hepsi yakılıp, yıkılmış.

Kadın: Ama o zamanın şartlarında...

Adam: Hiç boşuna yorulma, kuracağın cümlenin sonunu biliyorum. Biliyor musun bazen hayvanları kıskanıyorum. Kuşların ağızlarıyla ot taşıyarak yaptıkları yuvalar, karıncaların, arıların konutları gözüme bizimkilerden daha estetik görünüyor.

Kadın: Bu tonton yüzlü amca kim?

Adam: Hangisi?

Kadın: Şuradaki. Nikah şahidi herhalde.

Adam: Ha o mu? Günaydın amca.

Kadın: İsmi Günaydın mı gerçekten?

Adam: Asıl ismi Günaydın değil ama günün hangi saatinde olursa olsun karşılaştığı herkese ‘Günaydın’ dediği için öyle kalmış adı. Gittiği her yere kahkahalar getiren hayat dolu bir adamdı. Nur içinde yatsın o kadar sevilen bir insanmış ki birisinde mahkemeye bir işi düşmüş, hakim içeriye girenin Günaydın amca olduğunu görünce kürsüden inip kapıda karşılamış rahmetliyi, ‘vay Günaydın ağabey hoş geldiniz’ diye. Aslında şu siyah beyaz fotoğraflarda gördüğün herkes, bir bakıma Cumhuriyet döneminin çalışma hayatına, eğitime, kadın erkek eşitliğine yaptığı devrimci katkılar sonucu oluşan o bin yıldır anlatmaya çalıştığımız devrimci sosyal yaşam iklimin bir parçası. Aslında o günler insanların yasalardaki değişiklikleri günlük hayatlarında hissettikleri dönemler.

Adam: Şu kenarları tırtıklı fotoğrafı görüyorsun değil mi aşkım?

Kadın: Evet?

Adam: Masanın üzerindeki karpuzlara dikkat eder misin? Onlar sadece birer karpuz mu sence?

Kadın: Ne bileyim canım. Bildiğin karpuz işte.

Adam: Burada misafire yemekler ikram ediliyor, sohbetler, gülüşmeler, hatta bir fotoğrafçı çağırtılıp bu güzel anlar ölümsüzleştiriliyor. Ve masaya servis edilecek karpuz sadece karpuz değil. Şuradaki İran karpuzu, şu gördüğün Adana karpuzu, şu da muhtemelen Diyarbakır karpuzu. Yani misafirin hangi karpuzu daha çok sevdiği ev sahibi için çok önemli.

Kadın: Canım orada tesadüfen duruyor olamazlar mı?

Adam: Olabilir tabii. Belki de o akşam hiç kesilmediler. Ama eğer ki o akşam İran karpuzu kesilip yenilmişse ertesi gün boşalan İran karpuzunun yerini yine bir İran karpuzu dolduracaktır bence.

Kadın: Bu adam kim? Klarnet çalan.

Adam: Bak onu iyi tanırım, babamın amcasının oğlu Nazım amcam. Ailenin tek müzisyeni. Yıllardır ekmeğini klarnet çalarak kazanmış, sonra bir kıza aşık olmuş, kızın ailesi ‘bizim çalgıcıya verecek kızımız yok’ deyince çok gücüne gitmiş.

Kadın: Sonra ne yapmış. Hırslanıp zengin mi olmuş?

Adam: Yok canım. Almanya’nın Türkiye’den işçi aldığı yıllarda ilk gidenlerin arasına katılmış, Almanya’nın küçük bir kasabasında yaşamış. Gündüzleri tank fabrikasında çalışırmış akşam olup da mesai bittiğinde klarnetini alıp ırmak kenarına gider doyasıya üflermiş. Ama ölene kadar da dönmedi buralara. Babam onun için ‘Nazım hiç Almancı olmadı, gider gitmez Alman oldu’ derdi.

Kadın: Hiç evlenmemiş mi?

Adam: Evlenmemiş ama çapkın diyebileceğimiz bir adam olduğunu biliyorum...

...

Kadın: Geçmişi çok mu özlüyorsun?

Adam: Hayatın kendisini özlüyorum ben.

Kadın: Şimdi yaşadığımız hayatın kendisi değil mi?

Adam: Şimdiki yaşadığımız sadece bir yakınımız falan öldüğünde ya da başımıza kötü bir şey geldiğinde birilerinin omzumuza dokunup, her şeye rağmen devam ettiğini söyledikleri bir şey sadece. Ne olduğunu ne biz biliyoruz, ne de bizi teselli etmeye çalışanlar biliyor.

Kadın: Ama bunları yaşamış olmak da güzel, bence kendini şanslı saymalısın, Günaydın amcayı, İran karpuzlarını, Nazım amcayı falan tanımış olmak, hatta onları her özlediğinde de bakabileceğin fotoğrafları elinin altında buluyor olmak büyük bir şans değil mi? bence bunlarla mutlu olmalısın.

Adam: Ve üniversitenin en cici kızı ile burada diz dize oturup o güzel insanlardan bahsediyor olmak.

Kadın: Ve...

Adam: Ve o kızı çok seviyor olmak.

Kadın: E o zaman soruyorum size ‘bay duyarlı’. Bu cici kızın evde saatlerdir oturup tanımadığı insanların fotoğraflarına bakmaktan sıkıldığını, biraz gezip dolaşmak istediğini falan da düşündünüz mü?

Adam: Düşünmez olur muyum? Öhüm! Küçük hanım def-i izdivacınıza talibim, inşallah kulunuzun bu naçizane isteğini kırmazsınız, bu güzel hafta sonu öğleden sonrasını benimle birlikte şehrin en güzide cafelerinde, sinemalarında geçirmeye ne dersiniz?

...

Akşama doğru hikayedeki ‘adam’ diye geçen tayfa; kapı komşusu, emekli belediye bandosu şeflerinden Ömer amcaya gidip sabah ödünç aldığı fotoğraf albümünü geri verdi.

Ömer amca öncesinden numaraladığı, ailesine ait resimleri tek tek kontrol edip halden anlar bir şekil şekilde fotoğrafların işe yarayıp yaramadığını sordu.

Bir Temmuz sonu Antalya’sıydı ve ayık kafayla yatağa yatmak tüm ölümlüler için zordu.

Ömer amca, genç ve yalancı komşusunu yüzündeki son yirmi yıldır neredeyse hiç değişmeyen ‘her işte bir hayır vardır’ ifadesiyle uğurladı.

Teşekkür edip evine geri döndü adam.

Sabah çay içmek için kullandığı çay bardağına şimdi de üç dört parmak kalınlığı rakı koyup pencere kenarına oturdu.

Çarşıdan üç beş ayrı dilde hanutçuların gürültüleri geliyordu.

Adam, pencere kenarında karpuzlar konusunda attığı yalana gülecek kadar bir keyif aramaya koyuldu.


Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..