Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

sufi-su /Emel Yeşilkayalı

http://blog.milliyet.com.tr/sufi-su

04 Nisan '09

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Amsterdam (Yemek Kültürü)

Amsterdam (Yemek Kültürü)
 

Hollanda "Göçmenler Ülkesi" olarak tabir edilmekte. Gerçekten de 173 milletten göçmen bulunmakta. Çoğu surinamlı. Yani uzun yıllar Hollanda'nın sömürgesinde yaşayan, sanıyorum halen de bir kısmı aynı durumda olan irili ufaklı Karayip Adalarından gelen kişiler. Daha sonra Faslılar ve Türkler yer almakta. Göçmenlerle ilgili konulara daha sonra tekrar değineceğim. Ama bu şu açıdan önemli. Gerçekten çok kültürlü bir ülke. Özellikle yemek açısından.

Amsterdam'da kaldığım süre içerisinde hiç Hollanda mutfağına özgü birşey görmedim. Evde yemek sanırım iki kez yedik. Birisinde biz kendimize göre yemek yaptık Diğerinde Fas mutfağına özgü ısıtılmış, hazır yemekti. Dışarıda nereye baksak Fas, Türk, İtalyan ve daha az sayıda olmak üzere Yunan ve Çin Restorantı vardı. Dönerci dükkanları çok yaygın. "Hah! Türk restorantı gördüm" diye bir yere girdiğinizde, pek azını Türklerin işlettiğini görüyorsunuz. Genellikle Faslılar işletiyor. Özellikle dönerci dükkanlarında durum böyle. Pidemizin adı Turkisch pizza olmuş. Değişiklik olsun diye gittiğimiz Fas Restorantını, Türk mutfağına yakın olacağı düşüncesi ile seçmiştik. Çok övülen ve kuskus olarak adlandırılan bir yemek sipariş verdim. Bildiğimiz kısırlık bulgurun yanında garip et tatlarından ve soslardan oluşan bir şeydi ve güçlükle yiyebildim. Bir gün de İtalyan restoranta gittik. İnanın ne yediğimi hatırlamıyorum. Girdiğimiz andan itibaren öyle iğrenç bir koku vardı ki yalnızca kusmamak için çabaladım . Bu koku Türk restorantlar dışında tümünde olduğu için, diğer günler yalnızca bir ikisine daha sadece başımızı uzatabilmekle kaldık. Türk çalışma arkadaşlarımızın bizi Türk restorantlarında konuk ettiği günler bizim için bayram günü gibiydi. İnanın ben Türkiye'de dahi öyle güzel lezzetler tatmadım. Hele son gecemizde Utrecht kasabasındaki Pamukkale Restorantta yemekler kadar her yarım saatte bir ortaya çıkıp on-onbeş dakika göbek atan dansöz (kesinlikle Türk değildi ve iyi dans edemiyordu) bizi iyice cezbetti.

Amsterdamda öğle yemeği diye birşey yok. Ya da bizim bildiğimiz anlamda yok. Herkes evde hazırladığı tostları yiyor işyerinde. Meyve falanda getiriyorlar arada yemek için. Aslında çoğu zaman sabahları da aynı şekilde ellerinde tost, büfelerden kahve alıp istasyonlarda yiyen ya da yürüyen insanlar gördük. İşyerlerinde öğle yemeği vermiyorlar. Öğleyi kapsayan çalışma ziyaretlerimiz sırasında genellikle nescafe eşliğinde bisküvit ve kurabiye ya da soğuk sandviç çeşitlerinden ikram edildi.Dört başı mamur öğle yemeği bir kenara, sulu yemek hiç görmedik.
Tüm Hollandalılar böyle midir bilmiyorum ama ev sahibemiz yemek yapmayı bilmediğini açıkça söyledi. Türk arkadaşlarımız ise evlerinde hergün başka bir ülkenin mutfağından yemekler yapıldığını ve ülkedeki alışkanlığın böyle olduğunu söylediler.

Öte yandan marketlerde, yemeğe dair her şeyin hazır, paketlenmiş olduğunu gördük. Marul salatası dahi yıkanmış, doğranmış ve birer kişilik paket haline getirilmişti. Taze fasulye, yıkanmış doğranmış, bir ya da iki kişilik paket yapılmıştı. Ama ev sahibemizde gördük bunları sadece haşlayarak pişiriyorlar. Öyle yağda soğan, domates kavurma falan yok. Pirinç dahi haşlanarak en fazla 2 kişilik paketlere konmuş. Yağlı bulaşık olmadığından mı ne, evlerde bulaşık makinası da yok. Gereksiz, boşa su israfı olarak görüyorlar. Bulaşık yıkarken bizim çok su israfında bulunduğumuzu düşünüyorlar. Ama bizim yemek pişirdiğimiz gün, Bayan T. bizim gibi bulaşıkları yıkamak zorunda kaldı. Deterjansız, ön temizlemesiz, durulamasız olmadı yani. Onlar lavaboya su doldurup, içine bulaşıkları koyup fırçalıp kaldırıyorlardı.

Bir de şöyle bir şey var. Hani hormonlu deyip bizim domatesleri, biberleri, vb. geri gönderiyor ya Avrupa ülkeleri. Hani organik gıda takıntıları var ya. Neden olduğunu anladım. Valla takıntı yapmakta haklılar. Allah sizi inandırsın, bir kabakları var tahta sebze kasalarının boyunda. Keza, kabak, patlıcan öylesine. Dolmalık biberleri nescafe fincanından büyük desem yeridir. Hormondan değil de havasından suyundan mıdır bilmem artık.
Bir de içecek meselesi var. İçme suyu tüketmiyorlar gibi bir şey. En çok tükettikleri içecek filtre kahve. O yüzden her yerde kahvenin ekşimsi kokusu var. Çay tüketimi çok daha az. Ayrıca Türkler gibi demleme değil. Poşette sallama çay içiyorlar. Evde dahi, sıcak su doldurulmuş bir termosun içine 3-4 poşet sallandırılmış bir şekilde çaylarımızı içtik.

Yemekle ilgili tüm bu anlattıklarımdan sonra, en sevdiğim yiyecek waffle'dı. Biliyorum artık Türkiye'de de var. Ama oradaki müthiş bir lezzetti. Hediyelik olarak getirdiklerimin içinde en çok yer tutan da buydu. Onların da çoğunu ben yedim. Hediyelik demişken, biliyorsunuz Hollandas peyniriyle ünlü. Özellikle havaalanında çeşit çeşit paketlenmiş hediyelik peynirler bulabilirsiniz. Tabbi fırsatınız olursa peynir pazarlarından almanız çok daha ekonomik olur.

Bir dahaki sefere ulaşımdan söz etmek üzere hoşçakalın.

 
Toplam blog
: 76
: 1567
Kayıt tarihi
: 28.03.09
 
 

Merhaba, ben sufi-su. Sosyal hizmet uzmanıyım. Yıllarca korunmaya muhtaç çocuk çocuklar, koruyucu..