Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '13

 
Kategori
Öykü
 

An Revan - 3

Hastaydım geçen hafta... Kolay kolay hasta olan biri değilim ama öyle bir hasta olurum ki en az bir hafta sürer semeresi..

Hastaydım ama mutsuz değildim ve mutsuz değilken yazmak benim için zor meşgale olmuştur her seferinde. Yazmak bir alışkanlıktır ama dertliyken, sıkıntılıyken, acı çekerken, içinde sıkışmış olanı dışa vurmak için yazarsın ve bu bir klişe değildir, mutlak surette bir ihtiyaçtır..

Ağaç, kuş, kedi köpek nereye kadar? Deniz, güneş, bulut nereye? Çirkinlikleri görmeyenlere güzeli anlatmak ne çare? Kötüyü bilmeyen nasıl anlasın iyinin değerini?

Tam da böyle bir avuntunun eşiğinde, tutmayacağını bile bile evde çarşı hesapları yapmaya çalışırken ve ufukta yolculuk görünürken bak sen şu kaderin cilvesine; nasıl da paralel evrende hesaplar yapılıp daha mesajını bile iletmeden sana ne güzel haberler yollayıveriyor hemen, seviyorum ben bu “melekleri” yahu..

Gelicem dedi ve geldi, hiçbir şey onu engelleyemezdi. Doludizgin arzuları, koca bir kalp dolusu sevgisi ve bir hastayı dimdik ayağa kaldıracak kadar şefkati ile geldi. Hoş geldi, iyi ki de geldi, ne güzeldi, ne Charlie’nin meleği ne de Beki İkala’nın meleği onun kadar güzel değildi, o benim biriciğimdi ve en güzelimdi..

Bu sefer başka bir mekanda, başak bir evde, başka bir fantezi dünyasına girmiştik. Biz ne çok yer değiştiren sevgililerdik böyle.. Dünya bizim etrafımızda değil, sanki biz dünyanın etrafında dönüyorduk. Her yer bize ayrılmış, zaten ezelden beri hep bizimmiş havasında yaşıyorduk, bolluk bereket içine düşmüştük adeta. Ekmek elden su gölden hesabı, yiyecek içecek yatacak gibi insani rutin sorumluluklarla uğraşmıyor, sadece birbirimize odaklanıyor, olabildiğince birbirimizden keyif almaya, beraber olduğumuz her saniyeden faydalanmaya, potansiyel enerjilerimizi karşılıklı olarak birbirimize fırlatarak emprovize tepkilerimizden tat almaya çalışıyorduk..

Nitekim, tadına doyum olmaz bir hafta sonunun hiç istenmeyen bitiş sahnesine gelip çatmıştık. Olanca sarılmalarımız, usançsız sevişmelerimiz, şimdi içimizi etin tırnaktan ayrılması gibi acıtıyordu. Ne gereği vardı durduk yere birbirimize ara vermeye? Gece yarısının sabah ayazına bağlandığı vakitte hele de ayrılmak için 15 dakikalık yolu yürümeye ne gerek vardı? Bu istençsiz çaba da neyin nesiydi? Şuursuzluk diz boyu ama mecburiyet elini mahkum ediyordu insanın..

Belki de yeni özlemle daha da büyüyecek olan şehvetimiz, bir dahaki sefere daha büyük bir alevle saracaktı bedenlerimizi. Bu sayede yüreğimizdeki sevgi küpü kırılacak, vücudumuzun her yerine yayılabilecekti sevgimiz ve bundan sonra sadece kalbimizle değil tüm organlarımızla sevmeye başlayacaktık birbirimizi, tıpkı guruldayan karnın yemek yerine sevgi istediği gibi..

 

Halikarnas Şarapçısı

Ekim ‘13

 
Toplam blog
: 149
: 284
Kayıt tarihi
: 03.05.11
 
 

1987 Bandırma'da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İstatistik Bölümünden mezun oldu. Araştırma, Ban..