Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '08

 
Kategori
Anılar
 

Anılar, AŞK, HÜZÜN,VS. VS. işte...

Anılar, AŞK, HÜZÜN,VS. VS. işte...
 

Lise yılları


Herkesin belleğinde yer etmiş, geçmiş yıllara ait unutulmaz anıları vardır ve ilginçtir ki bu anılar güzel, çirkin, iyi, kötü fark etmez, hüzün verir çoğunlukla...

Okulların açıldığı dün, sabah saatlerinde şahit olduğum, öğrenci, veli, öğretmen kalabaliğı, coşku ve heyecanı, keşmekeşi, beni de çocukluğuma götürerek hüzünlendirdi yine..
...

Herkes gibi doğarken daha, dünyayı ağlayarak selamladığım hayatım; sokağı görmeyi engelleyen bahçe duvarından avluya açılan ahşap kapılı kerpiç evde geçen ön çocukluğum…

Kışın sarı kasımpatılarının, yazın ise kocaman yıldız çiçeklerinin rengarenk açtığı, her bahar neşeyle eflatunlaşan erguvan ağacı, ‘’yaprakları dökülüp, dalları inciniyor’’ diye, annemin üzerine çıkmamıza izin vermediği dut ağacı ve yabancı gözlere karşı korunaklı, şirin, güzel bahçemiz…

Sonra annem geldi aklıma; genç, sağlıklı, güleç, sevecen, bizi öperek, mıncıklayarak, sevgisiyle sarmalayarak sabahlara uyandırışı, verandaya hazırladığı yer sofrasında bizi beklerken, şarkılı, türkülü, neşeli ve pek çok yoksunluğa karşın, hayat dolu halleri…

Ve evimizin bulunduğu ıssız sokak; ara sıra geçen atlı arabalardan başka hiçbir aracın olmadığı, sadece çocuk seslerinin duyulduğu…

Faytonların arkasına asılışımız, arazözlerin peşine takılıp, neşeyle ıslak tozların içinde yuvarlanışımız, halimizi gören annemin feryatları ve havada uçuşan naylon terlikler...
...

Okula başladığım ilk gün, annem beni öğretmenime teslim etmişti de, öğretmen boyum uzun diye, ikinci sıraya oturtarak, mahalle arkadaşımdan beni ayırmıştı…
O ne acıydı yarabbi! İlk teneffüste pılımı pırtımı toplayıp, ağlayarak eve dönmüştüm.
Okula gitmek istemiyor, kendimi yerden yere atıyordum.
Annemin tüm dayatmalarına karşı direnişim, babamın;
''Ne yapalım, bu sene gitmeyiversin, seneye biraz daha olgunlaşır, öyle gider, gerçi bütün arkadaşları ikinci sınıf olacak ya, ölüm yok ya sonunda !’’ diyerek, gösterdiği yaklaşım, tolerans ve anlayış…

Aldırmaz görünerek beni kendi halime bırakmaları, 2-3 gün sonra kendi kendime okula gitmek isteyişim...
Takip eden beş yıl boyunca, öğretmenin gözdesi olabilmek için çırpınışlarım, kendimi sevdirmek ve onu sevebilmek için, küçücük aklıma karşı, duygularımla verdiğim mücadele…
...
Bu yüzden, mesleğimi icra ederken, bütün öğrencilerimin duygularını, beklentilerini anlamaya çalıştım, küçücük yüreklerinde okula, öğrenmeye, öğretmenlerine karşı sevgisizlik üretmemeleri için elimden gelen özeni gösterdim.
...
Anıların izini sürünce, elimizde kalanın sadece sararmış fotoğraflar olduğunu görmek  ne hüzünlü...
...
Muhafazakar hatta bağnaz insanların profiliyle adı özdeşleşmiş kocaman bir İç Anadolu kentinde, toplumun ve ailenin dayattığı kurallardan çıkmadan, kendi kendime yaşadım genç kızlığa geçişimi.
Kendim çözdüm çıkmazlarımı, el yordamıyla tanıdım hayatı...

Çok sonra anladım; büyüklerimiz bizlere nasıl yaklaşmaları gerektiğini bilmiyorlardı.
Genç ve eğitimsiz olmaları, çevrenin koşullandırmaları ve elbette yetişme tarzlarıydı onları da şekillendiren ve yanlışlara iten…
...
Lisedeki ilk platonik aşkımın, Füsun Önal’ın o zamanlar çok popüler olan ‘’Senden Başka’’ isimli şarkısını ıslıkla çalarak kapımın önünden geçişi, o büyük aşkımı birkaç saniye görebilmek ve kendimi gösterebilmek adına evdekilere sezdirmeden pencereye atlayışım…

Okulun son günlerinde, okulun bahçesindeki ek binanın arkasındaki korunaklı küçük ağacın altında onun sevgisini ifade edişi, geleceğe dair hayalleri ve benim aşkla ilk defa yüzleşmem...
Ve Ankara’ya taşınacak olmamızdan dolayı onunla zorunlu vedalaştığım, o Haziran günü de, hüzün verdi yine hatırlayınca...
...
Üniversiteye başlayışım, devam zorunluluğu olmadığı için aynı zamanda bütçeye katkı yapacak olmanın hazzıyla girdiğim ilk işim, oradaki ilk günüm, yaşadığım çelişkiler…

20 li yaşlarımın sınırlarında gezerken, duygu dünyama bıraktığı kocaman izle, sayamadığım geceler boyunca, uğruna sessiz gözyaşları döktüğüm adam…
Kimseyle paylaşamadığım tarifsiz acılarımla, uyumadan geçen uyku hallerim…
Aynalarda gördüğüm gözü yaşlı aksim için yine kendim acılanıp, üzülüp, yine de ’’değer mi bunca gözyaşına?''diye sorgulamamam…

Yaşlandıkça anlıyor insan; aşk için dökülen herbir damla gözyaşı çok değerliymiş meğer; nedensiz, tarifsiz, beklentisiz bir olguymuş o zamanların AŞKLARI; el değmemiş, örselenmemiş...

Hatırlamıyorum; "yüreğe çizilmişken yüzünün tüm hatları, resme ne gerek var" diye düşünmüş müydüm? Ne yazık ki sararmış bir resmi bile yok elimde, hiç bir zaman da olmadı...

Yıllar eskitiyor en özel, en güzel anıları. 

Gönüle çizilen resimlerse, sararıp silikleşiyor hayatın içinden geçerken... 

Anılar eskiyor, elimizde sadece  sararmış hüzünlerimiz kalıyor...



                                                                                      ***

 
Toplam blog
: 247
: 1493
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Antalya ve Akdeniz aşığı bir öğretmenim. Bol bol okurum, blog yazarım, şiir yazarım. Yazdıkça ve ..