Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '10

 
Kategori
Deneme
 

Anıları motif gibi işleyen adam

Anıları motif gibi işleyen adam
 

...


Sevgiliye Mektuplar /

………Sarı sıcak mevsimin ilk günleriydi, ''yeni bir hayat mı kuracaksın?'' demişlerdi harabe evi restore ederken, ‘’hayır yaşamın içinde sonsuz sevdama sürekli yolculuktayım’’ demiş, kimse anlamamış ‘’deli bu adam, buraya niye geldi ki?’’ diye alaycı gülümsemişlerdi…

……… Eylüldü tek sevdiği ve günlerce yazardı Eylülde… Düşlerindeki ahşap evin umut yorgunuydu, güzel bir ülke kurma hayali yıllar önce bitmiş Hayıtbükü’nden üç kilometre ileride denizin koynundaki ahşap evi kendi onarmış, çevresini çiçeklerden oluşan doğal çiçek-duvarla bezemişti ve evin ışığı sabahlara dek sönmezdi… Ayda bir kere ilçeden dergiler, kitaplarla döner, sık olmasa da muhtarın oğlundan başka durumunu soran olmazdı, hoş oda böyle bir şeyi asla istemezdi… ‘’hayatımdaki herkesi yıllar önce sıfırladım’’ demişti ona da ilk geldiği günlerde…

……… Vuslat acı bir kahveydi, o yüzden günde üç beş kez şekerli kahve içerdi… İlk geldiği anlarda alkole sığınmaktan korkarken yenmişti o korkusunu ve esriklik için uygun anları sürekli bisiklete binerek dolduruyordu… Ne zaman yağmur yağsa uzun yürüyüşlere çıkarak ıslıklar çalar yalnızlığının sesine ses olurdu ve otuz yedi yıl öncesinden gelen ‘’yağmur sesli ıslıklarla’’ birleştirirdi ıslak ıslıkları… Yağmur ya da bisiklet sonrası saatlerce dalgaların seyrine dalar, balıklarla konuşur, yosunlarla oynaşır sürekli ve her zaman deniz kabukları toplardı… Kimi anlar yuvasını, yalağını kaybetmiş yavru bir kuş gibi mahzunca süzülerek suyun hemen kenarına konar, her balığı kendisine gülümseyen ‘’O’’ sanar, sarılmak ister ama ulaşamazdı kırık kanatlarıyla…

……… Tütsü yakardı yılda bir kez, öyle bir akşam yıllar önce sürekli gittiği şiir dinletileri ve söyleşilerini anımsadı acı ile gülümserken, kalabalılarda tek başına idi her yerde, her koşulda, hep tek başına ve tek tabanca idi… Bildiği bir şey vardı ki ölümle yaşamı ayıran o ince çizgi, tek başına olmak ile yalnızlık arasında da kesin ve belirgin çizgilerle vardı… Ay ışığını izlemek için sahile indiğinde küçük bir balıkçı teknesinin denize ağ atışını izliyordu… Birden hıçkırarak ağlamaya başladı, otuz yedi yıl önce SEVdiği TAPtığı kadın netteki bazı ağ ve listelerden adını silmişti, olsun o ‘’O’’nun adını yüreğine kazımıştı – oh ya- hem bahçesinde kendi yetiştirdiği mısırları kaynatarak püskülüyle yiyor hem de bisiklet dışındaki anlarda parmak arası terliklerini giyiyordu – oh ya- …

……… Aşkı bilmeyenlerin coğrafyasından kaçıp geldiği tenhalıkta, hemen her gün denizde yeni mavilikler keşfeder, maviden ürettiği renklerle fırçasız, boyasız şiirler yazardı gökyüzüne… Cuma namazlarına gitmiyor diye muhtar kızıyor, o ise aynı saatlerde kahvaltının keyfini sürüyor ve masada sürekli bir sandalye ile bir açık çayı fazladan bulunduruyordu… Her kahvaltının ardından aksatmadan traş olur, top sakalı dışında asla sakal bırakmaz, hafta da bir gün mutlaka özel parfümünü kullanır, o gün kumsala ‘’..’’ harfinden şiirler yazardı güneş batımına dek… Güneş battığında medeniyet de batar mıydı saklanır mıydı? … Dünyanın neresinde ve hangi medeniyetin tek dişi kalmıştı ve canavar olmuştu? İlmiye Çığ, Mina Urgan, Halet Çambeller karanlıklara yürekleriyle mum yakarak medeniyet yolunu aralamamışlar mıydı, aydınlık için birer mum ışığı değiller miydi?

……… Poyraz, hırçın ve ıslık çalarak esiyordu o sabah ve günlerdir ses seda olmayınca muhtarın haber verdiği jandarma eve girince ahşap koltuğun üzerinde, göğsünde bastırıp iki eliyle sarıldığı bir kadın resmiyle hareketsiz duruyordu… Girişin solundaki duvar O’na yazdığı şiirler, sağdaki duvar O’nun resimleriyle kaplanmıştı… Arkadaki toprak yola bakan duvara büyük harf ve rengârenk deniz kabuklarıyla sev-diği, tap-tığı kadının adını işlemişti adeta… Jandarma şiir-resim ve deniz kabuklarıyla yazılan ismin aynı kişi olduğu kanaatine varmış, tutanak hazırlarken ‘’bu adam yaşarken de böyle gülümser ve yakışıklı mıydı?’’ diye muhtara sorduğunda anlamadığı soruya başıyla onay vermiş, ‘’sanki anılarını motif gibi işlemiş, manyak mıdır nedir yarabbi?’’ demişti kendi kendine… Can Yücel’in kabrinin yüz elli metre doğusunda ‘’kimsesizler mezarlığında ‘’ hiç kılmadığı bir öğle namazı ardından yalnızlığına gömüldü…

Toprağın üzerinde yıllarca süren yalnızlığını, toprağın altına devretmişti şimdi.

"Hiçbir felaketle karşılaşmadı. Ama nefret ve hayal kırıklığı ile döşenmiş uzun bir yolun
sonunda kendisiyle karşılaştı. Orda kaldı, orda yaşadı, orda vaktinden önce tükendi ve orda öldü." Oberman

Tutanağa geçirilenler:


- Sayısız miktarda şiir, iki yüz elliden fazla ‘’sevgiliye mektuplar’’

- Bir adet kelam-ı kadim (üniversiteye giderken annesi vermiş, ölene kadar taşımıştı)

- Binlerce kitap-dergi

- Küçük Beşiktaş bayrağı

- Mavi kurdele ile bağlanmış bir tutam saç (üzerindeki notta aynı saçın bir tutamının da güzel atlar diyarındaki bir saç koleksiyonerinde olduğu yazılı)

- Bir kol saati

- Mavi renkli kalemle yazılmış onlarca mektup

- Mavi renkli kalemle mektupları yazdığı tahmin edilen kadına ait onlarca resim.

Mayıs 2010 / Adana

 
Toplam blog
: 111
: 726
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

Adana doğumluyum halen bu kentteyim.. Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum. Deneme ve şiir yazıy..