Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '22

 
Kategori
Öykü
 

Antalya serüveni

Hakan’la Selim eski arkadaştı. Aynı mahallede doğmuş, büyümüş; aynı mahallenin boş arsasında top koşturmuşlar; hatta ilkokuldayken aynı kıza âşık olmuşlardı. İlk kavgaları da dünyadan ve bu afacanların aşkından habersiz o çilli kız yüzünden olmuştu. Konu ilk aşk bile olsa sonunda barışmışlar, ikisi de kızı sevmekten vazgeçmişlerdi.

Liseye başladıklarında, babası Hakan’ı bir içkili lokantada beş altı mahalle arkadaşıyla içki içerken yakalamış; serseri olacak diye onu okuldan alıp İsviçre’deki amcasının yanına işçi olarak yollamıştı. Böylece Hakan’la Selim ayrılmış oldular. Hakan İsviçre’ye gidince Selim yeni arkadaşlar edindi ama hiçbiri Hakan’ın yerini tutmadı.

Selim liseyi bitirince Diş Hekimliği Fakültesini kazandı. Fakültedeyken,  bir kızı sevdi. Gülcan… Bir süre arkadaşlık ettiler. Gülcan da boş değildi Selim’e karşı. Okul bittikten sonra görüşemez oldular. Kız, Selim’in telefonlarını açmaz oldu. Hatta Gülcan’ın telefonu sürekli “aradığınız numara kullanılmamaktadır” uyarısı veriyordu. Olasılıkla telefonunu değiştirmişti kız. Selim, boynunu büküp kaderine razı da olsa Gülcan’ı bir türlü aklından çıkaramadı.

Günler sonra, yolda karşılaştığı fakülte arkadaşlarından biri, Gülcan’ın ailesiyle birlikte Antalya’ya taşındığını duyduğunu, ama ondan kendisinin de bir haber alamadığını söyledi Selim’e. Yer yarılmış, Gülcan içine girmişti sanki! Tek bildiği, kızın bir Ağız ve Diş Sağlığı Merkezinde çalışıyor olmasıydı.

Bir akşam Selim, evde ailesiyle yemek yerken evin zili çalındı. Kimseyi beklemiyorlardı. Masadaki herkes, soran gözlerle birbirine baktı. Selim kalktı: “ Oturun siz! Ben bakarım!” dedi kapıya koştu. Kapıyı açtığında gözlerine inanamadı. Hakan…

Saçlarını omuzlarına kadar uzatmış, bıyık ve sakal bırakmış, biraz zayıflamış, karşısında duruyordu. Gerçi kıldan tüyden yüzü pek görünmüyordu ama ille de yuvarlak birer zeytin tanesi gibi muzır bakan gözleri… O gözler hiç değişmemişti.

İki arkadaş, hasretle sarıldılar. İlk şaşkınlığı geçince Selim, Hakan’ı kolundan tutup içeri çekti. Annesiyle babası da sofradan kalkıp kapıya gelmişlerdi bile. Anne, mutfağa koşup Hakan’a da bir tabak getirdi.

Hakan memnundu İsviçre’de yaşamaktan. Amcası ilk zamanlar çok destek olmuş, Hakan’ın el memleketinde yabancılık çekmemesi için elinden geleni yapmıştı. Kendi ayakları üzerinde durmaya başlar başlamaz, bir Litvanyalı ve bir Cezayirliyle birlikte kaldığı evden ayrılıp, amcasına da yakın, kendi başına yaşayacağı bir eve yerleşmişti. On beş günlüğüne izinli gelmişti Türkiye’ye.

O akşam yemekten sonra iki arkadaş dışarı çıktılar. Konuşacakları, birbirlerine anlatacakları konuları o kadar çok birikmişti ki… Kahvelerini yudumlarken Selim, Hakan’a Gülcan’dan söz etti. Onu çok sevdiğini, çok özlediğini ama izini yitirdiğini anlattı.

Hakan, oldum olası ele avuca sığmaz bir gençti. Tam bir serüven adamıydı. Türkiye’ye tatile, eğlenmeye gelmişti. On beş gün, annesinin dizi dibinde oturacak değildi elbet. Çok güzel bir fırsat çıkmıştı karşısına! Selim’le birlikte Antalya’ya gidecekler, Gülcan’ı bulacaklardı. Hem birlikte güzel bir serüvene atılacaklar, hem de çocukluk arkadaşı, sevdiği kıza kavuşacaktı. Aklındakileri Selim’le paylaştı:

“Üzüldüğün şeye bak koçum! Atlarız, gideriz Antalya’ya! Hem birkaç gün tatil yapar, denize falan gireriz, hem de senin şu kaçak Gülcan’ı bulur, sevenleri kavuştururuz. Fena mı olur?” dedi.

Antalya’ya gidip Gülcan’ı bulma konusu Selim’in aklına yattı yatmasına da… Elinde avcunda ne varsa muayenehane işine yatırmıştı. Beş parasızdı şu sıralar. Kredi kartının limitini de doldurmuştu. Bu sorunu Hakan’la paylaştığında Hakan gülüp geçti:

“Sen takılma para işine. Gerçi ben de elimde avucumda ne varsa benim pedere verdim. Kredi kartı borcu varmış biraz, onu kapatacak. Ama kalan para, bizi Antalya’ya götürüp, getirir!” dedi.

Hakan, para konusunda öteden beri savruktu. Parası varsa son kuruşuna kadar harcar, parası yoksa da dert etmezdi. Selim: “Tamam kardeşim, masraflar senden. Şu muayenehaneyi açayım; en kısa zamanda borcumu öderim” dedi.

O akşam, kahve içtikleri masada Antalya için program yaptılar. Eve gitmek için ayrıldıklarında Selim’in içi içine sığmıyordu. Çocukluk arkadaşıyla yeniden bir araya gelmişti. Bir iki gün içinde sevdiği kızı da bulacaktı. O gece gözüne uyku girmedi. Kalktı, internetin başına geçti. Antalya’da ne kadar Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi varsa, hepsini telefonundaki “notlar”a ekledi.

İki kafadar, Antalya’ya ulaştıklarında önce birkaç gün kalacakları bir pansiyon aradılar. Turizm mevsiminde ucuz ve temiz bir pansiyon bulmak şans işiydi. Çoğunluğunu Arapların oluşturduğu turistler, otelleri, pansiyonları doldurmuştu. Birkaç boş pansiyon bulsalar da fiyatları çok pahalıydı. Konaklamak için o kadar paraları yoktu. Selim, Hakan’a Gülcan’ı hemen aramayı önerdi. Kızı bulurlarsa ona durumu anlatacak, ondan hem borç para, hem de kendilerine katılmalarını isteyecekti.

Selim’in notlarındaki listeye bakarak, bütün Ağız ve Diş Sağlığı Merkezlerini tek tek dolaşmaya başladılar. Kızın izine rastlayamadılar. Akşama doğru iyice yorulmuş, epeyce de acıkmışlardı. Bir büfeden dönerli sandviç ve ayran alıp açlıklarını yatıştırdılar. Şimdi mesele, yatacak bir yer bulmaktı.

Selim, otogara dönüp, orada gecelemeyi önerdi. Bir banka kıvrılıp uyuyacaklar, zaten sınırlı olan paraları da yanlarına kâr kalacaktı. Bu fikir Hakan’a cazip geldi. Pansiyona verecekleri parayla kendilerine iyi bir ziyafet çekebilirlerdi. O geceyi otogarda yarı uyur, yarı uyanık geçirdiler. Sabah olduğunda ikisinin de bütün kemikleri ağrıyordu. Uykusuzluktan kafaları sepet gibiydi. Hakan, çeneleri ayrılacakmış gibi esneyerek gerindi; boynunu sağa sola yatırıp çıtlattı:

“Şöyle ılık bir duş, yumuşacık da bir yatak olsa… Oda servisi bize güzel bir kahvaltı getirse…”

Selim, uykulu gözlerle dik dik baktı Hakan’ın yüzüne:

“Ben vazgeçtim!” dedi.

“Neden vazgeçtin koçum?”

“Gülcan’dan…”

“Hani çok seviyordun? Hani çok özlemiştin?”

“O dündü!”

Hakan, bunu duyunca kahkahalarla gülmeye başladı. Selim zoru görünce aşkından çarçabuk vazgeçmişti. Belki de abartılacak bir şey yoktu; Selim’in aşkı, ‘Temel İhtiyaçlar Sıralaması’nın kurbanı olmuştu!

“İyi madem… Hazır otogara gelmişken dönüş biletimizi alalım. Kalan paramızla da İstanbul’a dönmeden, Antalya’da felekten bir gün çalalım. Anlaştık mı?”

“Tamam kanka! Anlaştık anlaşmasına da… Buralara kadar gelip banklarda sürüneceğimize, felekten çalacağımız günleri İstanbul’da çalmaya kalksaydık ya! Belki bir değil, birkaç gün çalardık!”

O gün, akşama kadar Antalya kazan, bizim kafadarlar kepçe… Gezip tozup eğlendiler, bir Açıkhava restoranında kendilerine balık ziyafeti çektiler. Yemeğin sonunda Hakan hesabı istedi. Garson bir hesap sümeni arasında hesabı getirdi. Hakan sakin bir tavırla hesabı kontrol etti. Yüzünde muzır bir gülümseme dolandı.

Selim, merakla arkadaşının yüzüne bakıyor, ama garson tepelerinde dikildiği için, Hakan’a hiçbir şey soramıyordu. Onu ilgiyle izlemekle yetiniyordu.

Hakan, hesap sümenini masaya bıraktı. Sakin bir tavırla, hiç acele etmeden altın kaplı saatini çıkarıp sümenin arasına koydu; sümeni garsona uzattı. Selim’e “ Hadi kanka… Kalkalım artık!” dedi.

http://www.kucukisler.com

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..