Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '08

 
Kategori
Öykü
 

Arka mahalle

Oldum olası bizim eğri ağzımıza hiç yakışmayan kahkahalar yine başkalarının nefes borusundan yükselip, iltifat abazası ve zarı patlak kulaklarımızda çınlamakta hala.

Fakir mahallelerdeki yüksek ve dengesiz ses düzeyi insanda sürekli duyma bozukluklarına yol açabilir. İbrahim Tatlıses gürültüsü, silah sesi, egzozu patlak otomobillerin - motosikletlerin usandırıcı çığlıkları; bu birbirine yaslanmış gariban evlerin içine sorgusuz sualsiz giriverir. En masum uykuların arasında, sabrın bittiği yerlerde patlamış naralar basar bu evlerin kirli duvarlarını.

Ana, avrat, Allah, kitap, din, iman...

Kimse yüzümüze iki kere bakmadığı gibi söylediği kelamı da tekrar edecek kadar sabırlı değildir oysa. Duymadığın her şeyi sormazsın zaten. Kimse sana iyi bir şey söyleyecek değil ya. ‘Hı’ der geçersin.

‘Seni seviyorum’

‘Git be salak!’

Yumurta kokulu bir gecekondu çocuğu olarak o tesadüfen bulunduğun okul sıralarındaki pembe yanaklı, gül kokulu kızlardan duyacağın tek şey budur.

Bilmen gerekir ki çirkin bir b.klu dere kurbağası olarak gökteki kuğulara özenmeye hakkın yoktur.

Güzel yüzlerini b.k görmüş gibi buruşturup böyle söylerler sana.

‘Git be salak!’

Öğretmenlerin çoğu sıraları gezerken senin bulunduğun yere uğramaz. Gece yarısı soğuk yatağında kurduğun hayallere bile izin yoktur çoğu zaman. O gün boyu ‘ne olacak halimiz’ diye düşünen midelerde tarhana çorbası çabuk erir, erirken de kırıp geçer protein yoksunu mideyi.

Ülser karnın açken öyle bir yakalayıp sallar ki seni; can havliyle yutacağın bir parça kağıttan medet umarsın.

2) Ona, kendisini sevdiğimi söylemek için uygun bir gün değildi aslında.

Okula öğlen gidiyorduk ve sabah, Cuma pazarına karpuz indiren büyük bir kamyonun yanına ‘abi el atalım mı?’ diye sırnaşıvermiştik. Biz üçümüz Sedat, Hayıt ve ben yarım saatte boşaltıvermiştik kamyonu. Para vermedi gebeşler, atıp tutmaya çalışırken kırdığımız, çamur içindeki bir iki karpuzu kolumuza tutuşturup yolladılar. Okul bir hafta sonra kapanıyor, içinde sayı geçen bütün dersler zayıf, bir de illa ki vatandaşlık dersi.

‘Cumhurbaşkanının görevleri nelerdir?’

Ne bileyim ben. Başımızda ‘devlet başkanı’ sıfatıyla duran adama sorsana bunu.

‘oğlum sana diyorum, cevap versene dilini mi yuttun?’

Sahi bir gurup öğretmenden başka birbirine ‘tünaydın’ diyen kimse yoktur değil mi? Kendi aralarında bir şifredir sanki bu ‘tünaydın’ lafı.

Ve iyi öğretmenle kötü öğretmen arasındaki dağlar kadar farktır bu mesleği kutsal yapan.

...

Okul yaz tatiline girip kente otopark olarak hizmet verecekti. Kimsenin ‘al sen de yaz’ diye tenezzül edip vermediği pembe – mavi kaplı hatıra defterleri dolaşıyordu ortalıkta.

‘Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için...’

Bazıları sınıfa kasetçalar getirmiş ‘lambada’ diye bir şarkının eşliğinde tepinip duruyordu. Kokulu silgi, 05 kalemler, kocaman spor ayakkabılar, ABD bayrağı motifli tişörtler. Sinemada Rambo.

Herifçioğlu tek başına Kızıl orduyu dize getiriyor. Hayıt beni gazlamakla meşgul.

‘oğlum git söyle işte Sibel’e, okul kapanıyor bir daha nerede göreceksin’

Seçim öncesi diye valilikten on beş günde bir altı yumurta yardımı yapılıyor, Pazar günü de Demirel Cumhuriyet meydanına mitinge gelecekmiş. Mitingin adı ‘yandım anam!’

Bektaşi’ye ‘Demirel’e neden baba diyoruz?’ diye sorsalardı,

‘anamıza gerekeni yaptığı için’ diye yapıştırırdı herhalde cevabı.

Lambada müziğinden kafam şişmiş. Sabahki hamallık da terletmiş, keçi gibi kokuyorum. Odun varsa banyo Pazar günü yanar.

Sınıf başkanı Sibel Antalya’ya bu yıl Almanya’dan geldi. Babasının restoranı var. Sibel sınıfın en çalışkan kızı.

Tatilde Almanya’ya gidecek.

Ben halıcıda çalışacağım yaz boyu ama sorun değil. Bir haftaya kadar kovulmasını beceririm. – dürüstlüğümüzü denemek için bir yerlere üç beş kuruş para bırakırlar, alıp onu defolup giderim dükkandan.

Ne de olsa yaz mevsimi bütün Antalya bizim.

İnşaatların artık demirleri, çatılardaki televizyon antenleri, denizdeki zargana, tarladaki kavundan bolca kısmetimiz olur.

Uzak mahallelerin birinden bir de velespit yürütüp sarı kırmızıya boyadık mıydı polis asker bir olsa bulamaz bizi.

Yanaşıyorum Sibel’in yanına.

Daha bu sabah ‘konuşanlar’ listesinde en başa yazmış beni. Kokusuna aklım ermiyor ya yüzüne bu kadar yakından bakmak ne zormuş...

‘Git be salak!’

Nereye gideyim be Sibel...

Akşama doğru mahallenin girişindeki metruk konakta Giritli Musa’yı görüyorum, elinde yeni işlenmiş kanlı bir bıçakla sapsarı olmuş ağlıyor. Benim elimde kağıda sarılı Tekel birası, hayatımın ilk aşk acısını çekiyorum.

Üzerimde Faruk Tugay forması...

‘ne oldu abi?’

‘paramı vermedi vurdum adamı?’

Büsbütün yığıldı duvarın önüne.

‘Geberdi mi?’

‘Geberirse b.ku yedim ben, polis beni arıyordur... Abim para var mı üstünde?’

Üzerimde valilik yardımı altı yumurtadan başka bir b.k yok.

‘ne gezer be abi’

‘Bana acilen para lazım’

Belanın kokusunu alıyorum yavaştan, en iyisi Musa’yı huylandırmadan usulca gitmek.

‘abi gideyim ben...’

Tam o sırada jandarma giriyor mahalleye. Musa’yı elinde kanlı bıçağıyla sarmalayıp götürüyorlar.

Onu son görüşüm oldu bu.

Bir yevmiyelik gününe iki cinayet sığdırmış Musa. Öldürdüğü adamın biri bayağı nüfusluymuş da canına okumuşlar hapishanede.

...

Bizim kapının önünde Hayıt beni bekliyor.

‘ne oldu lan?’

Sabah karpuzcunun attığı kazık çok dokunmuş ona. ‘gidip hesabı kapatalım’ diye gelmiş.

Tezgahın üzerini brandayla kapatıp yatmaya gitmiş adamlar. Hayıt sürünerek girdi içeri, sonra hatırı sayılır bir bozuk parayla çıktı.

Gidip alabildiğimiz kadar Tekel birası aldık o paraya, jandarmanın Musa’yı götürdüğü konağın bahçesine gittik.

‘Bütün sınıf benimle alay etti lan!’

‘oğlum sen de haddini bileceksin, Sibel kim sen kim?’

‘o zaman beni niye gaza getiriyorsun itoğlusu’

Sonra girdik birbirimize ‘anamı karıştırma, babamı karıştırma, ebemi sokuşturma’ diyerek.

...

3) Geçen gün doktor ‘Bir kulağınızda yüzde kırk, diğerinde yüzde altmış duyma kaybı var’ diyince bunlar ve hatırlamaktan bile korktuğum yüzlerce çocukluk anım geldi aklıma.

Yine de ‘aman iyi’ dedim içimden. ‘az duymak o kadar da kötü bir şey değil’

HALA...!

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..