Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '14

 
Kategori
Tarih
 

Arkadaşı için ölüme koşanlar !

Arkadaşı için ölüme koşanlar !
 

kurtuluş savaşından resimler


Yüreği olanlar, bu yazacaklarım sizin için, hepimiz için.

Bu nasıl bir şeydir?

Hay maşallah…

Bir yaşanmışlık!

Şimdilerde böyle bir şey olabilir mi diye düşüneceğimiz ve inşallah böyle yürekliler aramazıda yaşıyordur diye umut ettiğimiz!

Bazen araştırdıklarım beni kahrediyor.

Seviniyor muyum, üzülüyor muyum? Bilmez halde dolaşıyorum.

Bu tarih nedir?

Bu nasıl bir hastalıktır?

Bu nasıl bir güzelliktir.

Babayiğitler, kahramanlar, yürekliler, kalpleri altın olanlar, analarımız, bacılarımız, babalarımız ve yavrularamız.

Sizler nasıl yürekliydiniz, sizler nasıl kutsalsınız, sizler hangi boyuttaydınız da bu kadar güzellikler sizde mevcuttu?

Şimdi nerelere gitti bu kıymetler?

Sizleri kimler yetiştirmiş?

İçinize insanlık denilen fazileti fazlası ile yerleştirmiş.

Sizin analarınıza da maşallah…

Nurlar içinde yatın.

Bir yazı, bir olay!

Size anlatacağım yaşanmışlık inanın beni benden aldı. İçimde fırtınalar kopuyor.

Yer cephe.

Savaşın en kızışmış hali.

Göz gözü görmüyor, tüfek seslerine acılar içinde kıvranan, bağıran insan sesleri karışıyor. Top güllelerinin korkunç patlamaları kulakları sağır eder halde!

“Allah – Allah” sesleri yeri göğü inletiyor!

Savaş tam kızılca kıyamet.

Bir babayiğit asker, ön safhalarda olan arkadaşının düştüğünü görmüş.

Nasıl düşmüştür, elbette vurularak!

Hemen konutanına gitmiş. Yalvar yakar:

“Komutanım, izin verin, gidip arkadaşımı alayım.”

“Nasıl gideceksin, seni de vururlar, ölürsün. Üstelik o çoktan ölmüştür.”

“Komutanım izin verin, Komutanım Allah – Billâh aşkına izin verin.”

Komutan çaresiz izin vermiş.

O kadar duygusal anlar yaşanıyormuşki orada. Askerler, bir bir vuruluyor, şehit oluyor, hakkın rahmetine kavuşuyormuş. Komutan her mehmetcikten sonra kahroluyormuş. Bu savaş, bu kan, bu kurtuluş!

Düşmanı topraklarına sokmayacaklar, gerekirse bir tek kişi kalmayana kadar savaşacaklarmış.

Asker dahada israr edince komutan çaresiz kabul etmiş.

Asker koşmuş. Ne koşmak, ne gitmek ama!

Silahlar, toplar tüfekler arasında, koşmuşta, koşmuş. Arkadaşını omuzuna atmış, sırtlanmış, geri koşmaya başlamış. Komutanın yüreği ağzında askeri düştü düşecek! Hiçbir kurşun isabet etmemiş. Arkadaşını sipere getirmiş. Komutan ikisine de bakmış. Giden askere:

“Demiştim, gittiğine değmedi, arkadaşın çoktan ölmüş.”

Askerin gözlerinden yaşlar akıyormuş. Ağlayarak konuşmaya başlamış.

“Komutanım ben oraya gittiğimde hala yaşıyordu. Bana ne dedi biliyor musunuz?”

Komutan sabırsızlıkla sormuş.

“Ne dedi.”

“Geleceğini biliyordum dostum’ dedi. Onun son sözlerini duydum, o da benim ona koştuğumu gördü. İşte komutanım bu dünyaya bedel…”

Asker birkaç kez daha tekrarlamış.

“Geleceğini biliyordum dostum– Geleceğini biliyordum dostum.”

Arkadaşı için, yoldaşı için, bu vatan için canlarını ortaya koyanlardan biri için hiç düşünmeden, düşman askerlerinin kurşunlarına hedef olurum diye bir an bile tereddüt etmeden gitmiş.

Boşuna kahraman olunmuyor, kahramanların yüreklerine boşuna değer biçilmiyor. Ruhları şad olsun.

 

 

Nazan Şara Şatana 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....