Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '08

 
Kategori
Edebiyat
 

Aşk edebiyatı ve Catullus

Aşk edebiyatı ve Catullus
 

Bugün, aşk edebiyatının başlangıcına dönmek ve aşkı sorgulamak istedim...

Aşk edebiyatı Rönesans ‘la doğar. Shakespeare ve Fransız ozanlarıyla gelişir.

Aşk edebiyatı Rönesans ’la doğmuş olmasına rağmen ilk aşk şair olarak Latin ozanı Catullus gösterilir. Yunan Safo ismini de unutmamak lazım. Bugün Catullus’tan bahsetmek istedim. Beni bir hayli etkilemiş olsa gerek körü körüne yaşanılan aşkı.

İ. .ö.323' te Büyük İskender'in ölümü ile birlikte İskenderiye şair ve edebiyatseverlerin ilgi odağı haline gelmiş. O dönemlerde siyasal değişimler olmuş, site devletleri yıkılmış, şairlerin dikkati siyasal alandan, kişiye onun ruh durumuna sevgi ve aşka yönelmiş. Yurt, ulus sevgisi konuları yerini doğaya toprağa duyulan sevgiye bırakmış. Tarihte bu edebi akıma ''İskenderiye akımı''denilmiş. Catullus'ta bu akımı benimseyen bir şair...

İ.Ö.87 yılında Verona'da doğmuş. Zengin bir aileden geliyormuş. İ.Ö.54 yılında 33 yaşındayken ölmüş.
Roma'nın siyasal kargaşasına karışmamış. Bazı yergi şiirleri yazmış. Zamanın yaşayışını çok iyi tanımlayan şiirler yazmış. Aşk-nefret gibi birbirine karşıt duygu karmaşıklığını çok iyi yansıtmış şiirlerine.

Yaşamını etkileyen 3 önemli olay :

Lesbia'sına olan bitmez aşkı, çok iyi geçindiği kardeşinin ani ölümü, anadolu ziyareti dolayısıyla yakında tanıma olanağı bulduğu Eski Yunan kültürü.
Latince'ye öpücük(basium)terimini kazandıran Catullus'un Lesbia'ya olan sonsuz sevgisiymiş. Şimdi Lesbia’sına yazdığı şiire bakalım;

Yaşayalım Lesbia'm, sevişelim
kulak asmadan
huysuz ihtiyarların dedikodularına!
Batabilir Güneşler, yeniden doğabilir:
bir sönmeye görsün kısa ışığı hayatımızın,
kala kala uyunacak sonsuz bir gece kalır.
Bin öpücük ver bana sonra yüz,
sonra bin daha sonra bir yüz,
hiç durmadan bin öpücük daha ver,
ardından bir yüz daha,
sonra binlerce öpücük olunca,
öyle karışsın ki hepsi hesabı şaşıralım
kem gözlerin değmesin diye nazarı
öpüşlerimizin bu kadar çok olduğunu öğrenince.
Catullus

Catullus şiirlerinde müstehcen bir dil kullanmaktan çekinmeyen bir şairmiş. Lesbia (gerçek adı Clodia, bu ismi Catullus yakıştırmış sevdiği kadına)şiire, dansa düşkün, tek kişilik aşkların içinde yaşayacak, sadakat yüklü bir kadın değilmiş. Ateşli bir ruha sahipmiş (Lesbia zeki bir kadınmış ve dönemin zengin bir devlet adamıyla da evliymiş) Catullus’la birlikteyken başka erkeklerle de birlikte olurmuş ve bunlardan biri Catullus’un en yakın arkadaşıymış. Catullus çok acılar çekse de bu aşkın gölgesinden kurtulamamış ve vazgeçmek için çok çaba gösterse de pek başarılı olamamış. Sadece kendiyle aşkından vazgeçme çabası şiirlerine yansıyabilmiş.

Bir zamanlar , Lesbia , biricik Catullus'un olduğumu,
beni Juppiter'e bile değişmeyeceğini söylerdin.
O zaman seni sıradan bir aşık gibi değil,
bir babanın oğullarını ve damatlarını sevdiği gibi sevmiştim.
Artık seni tanıyorum; senin için daha çok yanıp tutuşuyorsam da,
gözümde çok daha basit ve hoppa bir kadınsın.
Nasıl olur diye soracaksın. Çünkü böyle bir haksızlık
bir aşığın aşkını şiddetlendirir, ama dostluğunu azaltır.

Hayatını irdeledikçe zeki bir adam olduğunu düşünmüş olsam da yaşadığı aşktaki zavallılığı beni bir kez daha aşk konusunda düşündürdü.

Bu bir körebe oyunu mu ?

Aşkı, trajedi yüklü dakikalara boğan insanların kendi teslimiyet isteği mi?

Aşk, icat edilen bir olgu mu , doğaçlama hayatın sunduğu bir büyü mü?

Aşk, ihanetle şiddetini fazlalaştırıp, dostluğu mu öldürür?( Catullus’un dediği gibi)

Karşılıksız, emek verilmemiş, vefa kokmayan, bırakıp gittiğin yerde dönüp bulamayacağına inandığın biri, körü körüne şiddetle özlenip, sevilir mi?

Güven olmayan yerde, aşk doğabilir mi?

Kim bilir belki de kendimize aşığızdır. Kendimizi fedaya hazır hissettiğimiz kişilere aşk duyduğumuzun ve onu kaybetmeme pahasına göze alabileceklerimizin altında yatan asıl gerçek kendimizi çok sevdiğimizin gerçeğidir. Yalnız kalma korkularımızdır. Aşk duyduğumuza inandığımız kişi dışında bizi tamamlayacağına inandığımız birini bulamayacağımızın ümitsizliği, o kişiyi vazgeçilmez kılıyor da olabilir...
Kaybetmekten korktuğumuz, gölgesine bile muhtaç olduğumuza inandığımız, adına aşk dediğimiz bu duygu, kendimize olan aşkımız da olabilir ya da aşk Tanrı 'ya ulaşmanın başka bir yoludur.
Aşk yaşadıkça ve o aşkın içinde acı çektikçe ruhumuz olgunlaşır.
Hep bir gölgenin peşine düşmüşüzdür , aradığımız, yarım olup bulunca tamamlanacağımıza inandığımız; adına, ruh ikizimiz, gölgemiz dediklerimizin...
Kimimiz bulduğumuza inanıp hayatımızı o kişiyle birleştiririz. Belirli bir süre sonra, bulduğumuza inandığımız aşkın içinde bile yanlızlaştığımızı ve yarım kalan yönümüzün ayuka çıktığı anların gerçeğine döneriz.
Bir bakarız ki; eksiğiz eski günlerdeki kadar...
Ve içimizde eskiden gelen aşk özlemleri açığa çıkar bunun adı da; Yaradanın hissedilişi ve ona kavuşmanın özlemi olabilir mi sizce...

Düşünmek gerek…

 
Toplam blog
: 73
: 717
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

1979 D.bakır doğumluyum. AÖF bankacılık bölümü okumaktayım. Yazmayı çok seviyorum, hayata bağlayıcıl..