Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Mustafa Çifci Aşk Yazarı

http://blog.milliyet.com.tr/mustafacifci

24 Eylül '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Aşk yoksa durgundu yaşam

Aşk yoksa durgundu yaşam
 

Aşk Yoksa Durgundu Yaşam


             Hep özlemlerimle yaşıyordum...

Eğer özlemlerim rüzgara karışıp uçup gitse, bende kayboluyordum.

Bir daha geri dönmek, tekrar hayata dört elle sarılmaksa kolay olmuyordu.

Hep kaçardım insanlardan ne zaman yalnız olduğumu anımsasam...

Hep kaçar, bu şehirden uzaklaşmak isterdim....

Bu kalabalık yerlerden kaçıp doğduğum topraklara dönmek isterdim.

Nereye gitsem yanımda taşıyordum çocukluk düşlerimi...

Ne kadar boş versem hayatın iki yüzlü ve kirli oluşuna bulanık bir göl gibi kaybediyordum yaşama sevincimi.

Bir fotoğraf gibi hep karşımda duruyordu ayrılık gözyaşım. Ve uzaklara dalmış, kalabalıkların arasında annesini kaybetmiş küçük bir çocuk gibi endişeli gözlerle çevreye bakan hüzün yüklü bakışlarımı, kendi gözlerimi karşımda buluyordum.

Çaresizliğin içinde kendime acır gibiydim...

Düşlerimi kaybediyordum.

Yenik sayıyordum kendimi defalarca sevmiş ama hep elimden kaçırmıştım sevdiğim insanları...

Yüreğimden izlerini silemediğim bir çok aşk yaşamış, günlerce hatta aylarca acı çekmiştim. Hayatın inişli ve çıkışlı yolllarında hep yorulmuştum. Aradığım, dostum sandığım insanlar bile benden uzaklaşmış, çoğu zaman beni kıskanmışlardı. Sanki onlardan bir öç alırcasına onlarla savaşmış, bende onları kıskanmış ve hafife alır olmuştum.

Farkına varmadan kötü davranmış, bir çoğunu incitmiş kalbini kırmıştım...

Beni seven insanları sevdiğim halde sevmiyormuş gibi soğuk ve ilgisiz davranıyordum. Sanki beni terk edenlerin, beni sahte sevgisiyle oyalayan, beni hep bekleten, beni aldatanların intikamını alıyordum terk ederek. Hem kendimi hemde onları üzmüş olsam bile tarifini yapamadığım gizli bir sevinç duyuyordum...

Bu intikam, acı vermenin, işte bende yapabilirim diyebilmenin ve yapmış olmanın gururuydu.

Bu intikam, ezikliğin ve kırılmışlığın verdiği ve beni mutlu etmeynn bir garip duyguydu.

Çünkü hatalıydım. 

Çünkü insan sevdiklerine yolculuk ediyordu. Kimi zaman bilmeden kimi zamanda farkına varmadan birbirine akıyordu gönüller. Yalnız olduğumuzda cılız ve kurumaya yüz tutmuş bir dere, buluştuğumuzda kocaman nehirler oluyorduk. Yalnız başımıza uzun yolculuklara çıkmaya cesaretimiz olmuyordu. Yol üstlerinde buharlaşıp yok olmaktan korkuyorduk. Ama birlikte olduğumuzda derelerden geçip denizlere ulaşıyor, elinden tuttuğumda, yanyana olduğumuzda kocaman okyanus oluyorduk.

Aşkın sınırları yoktu, okyanuslar kadar büyük olacak kadar derindi verdiği duygu...

Ne kadar doyumsuzdu sevilebilmek, beklenilmek ve özlenmek....

Ben hep çok sevilmek ve hep özlenmek istiyordum...

Ne zaman sevdiğimden ayrılsam, yine bir yanım kayboluyordu hayatın çıkmazlarında. Sanki sonsuza kadar yaşam sevincimi yitirmiş gibi, kalbimle birlikte bedenimde kırılmış gibi yorgun ve hasta hissediyordum kendimi. Kimin yanına gidersem gideyim, kiminle konuşursam konuşayım eskisi gibi güzel olmuyordu. Sanki bütün insanlarla aramda gizliden gizliye bir şeyler kırılmış ve yok olmuş gibi her şeyin güzelliği yok oluyordu.

Bizde saklı kalan bütün yaşadıklarımız değildi. Bizde kalan, içimizin en derin, en saf yerlerinde tatlı hatıralar bırakan anlar bizimdi. Yüreğimizde yer etmeyip, uçup gidenler ise rüzğarın...

Yüzlerce tanıdıklarımız arasında çok sevdiğimiz, yokluğunda mavi gökyüzü kadar özlediğimiz, yaşantımızın en güzel, en vazgeçilmezler arasına koyduğumuz, en yoğun günlerimizde sadece sesini duymak için onu aramayı düşündüğümüz, aradığımız, en kalabalık ortamlarda onsuz kendimizi yalnız hissettiğimiz, bütün bencil düşüncelerden sıyrılıp sadece insan sevgisiyle bağlandığımız kaç kişi var ki hayatımızda? Olsada sayılı değil mi?

Çünkü hep azdır güzel insanlar...

Hep azdır, bizi olduğumuz gibi kabul eden, istediğimiz zaman kapısını çalabileceğimiz, dostum diyebileceğimiz insanlar...

Hep azdır, kendisinin değil hep bizi dinlemek isteyen arkadaşlar...

İşte benim, böylesine çok sevdiğim, tatlı bir sevinçle bağlandığım, bir tek sen varsın dostum. Sensiz olduğumda küçük bir dere, seninle olunca kocaman okyanusa dönüşebildiğim, ağız dolusu gülüşebildiğimiz bir tek sen varsın... kimi zaman gözyaşında kendimi bir tuhaf hissettiğim, yaralandığım yine sadece sensin...

 Seninle en güzeli, bir çay bahçesinde oturup çay içmek, simit yemek. Sonra bir cafenin yüksek müziğine eşlik etmen ve sonra ağır ağır yürümek. Sanki yaşamın çok küçükmüş  gibi göründüğü ama hayatımızın en tatlı ve en hızlı geçen saatleri olduğunun farkına varmak ayrılırken. Ve zamanı durdurmak istemek... Böyle küçük birlikteliklerin, bu buluşmaların bazen gün aşırı günlerde, bazen ayda bir olmuş olsada,  yaşantımızın en doyumsuz ve en hızlı anların olduğunu,  sonradan devleştiğini görmek, güzel anlar yaşadık diyebilmek ne kadar güzel. Çünkü o anlar ki, gelecek buluşmalara kadar bizi ısıtan sıcak günlerimizdir. O anlar ki, bir haftanın yerini alabilen, hatta bir kaç boşa geçen ayın yerini doldurabilen anlamlı paylaşımlardır. Hatta o anlar ki, ne kadar uzun seneler geçmiş olsada unutamadığımız, hep bizde saklı kalan anılarımızdır.

Bazen yeni tanıştığımız o ilk günlerde, işte aradığım bu, hayalimdeki insan bu, onu buldum diye çok sevinirken mutluluk sarhoşu oluruz. Sık sık buluşur, istediğimiz zaman istediğimiz yerleri gezer, eğleniriz. Herşey çok güzel, herşey mükemmeldir. Tıpkı mevsimin bahar olması, hep baharda kalması gibi. Bazen bu güzellik fazla sürmez. Hep daha fazlası istenir, hep daha çok birlikte olmak, zamansız buluşmalar için ısrar etmeler başlar. Oysa insanın kendisine de zaman ayırması gerekir. Hep bir arada olunamaz her zaman. Ve böylece o nadide olarak başlayan dostluk zamanla ağır gelmeye başlar.

Mevsim döner...

Her şey hevesini yitirir.

Her şey biter. Çünkü aşk ve dostluk bağımsızdır ve bir yere bağımlı yaşayamaz. İşte bu yüzden bir insanı görür görmez aşık olabiliriz ama asla dost olamayız. Ve gerçek dostluklar gökyüzündeki yıldızlar gibidirler. Bir çok zaman koşar yetişemez, yetiştim derken tutamazsınız. Tuttuğunuzu sandığınız yerde sadece hafifce dokunmuş olmanızdır.

Canım dostum, diyordun, kendini yalnız hissetmemen gerekiyor, çünkü sen hep aklımdasın.

Ya sen sevdiğim, sen kendini yalnız hissediyor muydun benden uzakta?

Biliyorum, ikimizde aslında birbirine benziyoruz. Seni ne zaman çok arasam hep benden kaçıyorsun, hep uzaklarda oluyorsun. İşte o zaman seni bulmak için herşeyi yapmaya hazır oluyorum. Ben ne zaman seni aramasan, bu sefer sen benim peşimi bırakmıyor, hep beni arıyorsun. Biliyorsun değil mi, sen gönlümde öyle bir yere sahipsin ki sensiz olamıyorum.

Yıldızlar uzak sanırdım hep senden önce...

Oysa her akşam çantan yıldız dolu olurdu...

Aşk yoksa durgundu yaşam...

Biraz da eksik...

Yarım yamalak gibi...

Heyecansız, olduğu gibi...

Sıradan ve gelişi güzel...

Oysa sen olduğunda erkenden kalkardım sabahları hemen perdeleri aralar, pencereyi açardım.

Oysa şimdi öylesine yatıyorum saatlerce yatakta...

Uykumda tutmuyor...

Gözlerimde bir ağırlık..

Aşk yoksa durğunmuş yaşam...

Biraz da eksik...

Yazar:  Mustafa Çifci- www.mustafacifci.com

 Not: Bu eser Mustafa Çifci’nin kitabından alınmıştır. Telif hakkı yazarına ait olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamında her hakkı saklıdır. Yazarın yazılı izni alınmadan kopya edilmesi, çoğaltılması, dağıtılması, özet olarak belli bir bölümün başka yerlerde yayınlanması yasaktır

 
Toplam blog
: 297
: 523
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazılarında insanı derinden etkileyen yoğun bir duygusallık, hüzün, karamsarlık ve yalnızlık vard..