Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '14

 
Kategori
Öykü
 

Aşkın öteki yakası

Aşkın öteki yakası
 

    Bugün farklı bir öykü anlatmak istiyorum. Kimin kazandığının, kimin kaybettiğinin, çok da belli olmadığı üçlü bir aşk öyküsü olacak bu.

    ………………..

    Elif Naz henüz okula gitmiyordu.

    Babaannesinin ölümünden sonra, aile çok çalkantılı bir dönem yaşamış tüm güç dengeleri sarsılmıştı. Normalde, olayların mutlak kontrolü hep büyükbabamda gibi görünse de, gerçeğin hiç de öyle olmadığı, babaannemin kaybının hemen ardından anlaşılmıştı.

    Onu soğuk ve mesafeli bulan, sürekli gezmeye gitmesinden, ev işlerine olmasa bile çocuklara bakmak konusunda kendine yardımcı olmamasından şikâyetçi olan annem bile, kayınvalidesinin ölümünden sonra sudan çıkmış balığa dönmüş, sağlığında kıymetini bilemedik annemin deyip duruyordu.

    O esnada gündeme dedemin evlenme isteği bomba gibi düştü ve kısa süre içinde de, bu nikâh gerçekleşti. Dedem, yakındaki bir şehre taşınarak, alt katımızdaki kendi evinden taşındı.

    Bugünkü öykü işte o eve kiracı olarak taşınan, yeni evli bir çiftle ilgili.

    Dedemin, yeni evliliği ve cici babaanneme ise başka bir öyküde dönerim belki diyorum ve başlıyorum anlatmaya.

    …………………………………..

    Ayten ablam…

    Babaannemin ölümü, sonrasında süren yas ve onu izleyen dedemin evlenme süreci, yaşadığımız şehirden taşınmasının ardından yaşanan kaos, tüm aileyi yormuştu.

    Sanki büyükbabamın evlenip yeni eşinin yaşadığı şehre taşınması biraz iyi gelmiş gibiydi. En azından evdeki çalkantılar durulmuş, kalabalık dağılmış ve ailece biz bize kalmıştık.

    Evimiz ana cadde üzerinde, çok güzel bir güzergâhta olduğundan, dedemin boşalttığı kendi dairesi için kiracılar talip oluyor, gün geçmiyordu ki birisi kapıyı bu amaçla çalmasın ve görme isteğinde bulunmasın.

    Öte yandan annem henüz yirmili yaşlarının ortasına bile ulaşmamış çok güzel bir kadındı ve babam bazı geceler mesaiye kalırdı. O yüzden aynı bahçeyi kullanıp aynı sokak kapısından eve girecek kiracının kim olacağı sorusunun cevabı çok önemliydi. Bu doğrultuda seçilecek kiracı tanımına uygun kişiler kısa sürede bulundu. Yakın bir köyden bir yeni gelin gelecekti aşağı katımıza.

    Bu bana çok heyecan vermişti. Küçük bir kız çocuğu için, gelin figürü daima çok önemlidir çünkü.

    O yüzden Ayten ablanın bembeyaz gelinliği ile evimize geldiği günü dün gibi hatırlarım, aradan geçen bu kadar yıla rağmen.

    Ayten ablanın evimize gelinliğiyle gelmesinden önce çeyizi gelmiş, sonra da birkaç kez bir gurup kadın gelip çeyizlik eşyaları serip yerleştirerek evi, geline hazır hale getirmişlerdi. Yalnız bir şey Elif Naz’ın dikkatinden kaçmıyordu ki, o da ne çeyiz getiren kadınlı erkekli gurubun ne de sonrasında çeyizi yerleştirmeye getiren kadınların, hiç birinde bir düğün öncesinin coşkusunun olmamasıydı.

    Aksine, herkes sanki bu işleri zoraki yapıyormuş gibi bir hava içinde, sessiz ve çabuk çabuk yapıp bir an önce gitmeye çalışıyormuş gibi bir görüntü sergiliyorlardı.

    Sonun da, o gün geldi ve evin dış kapısının önünde gelin konvoyu durdu. Babamlar önceden şart koşmuşlar babaannemin ölümünün üzerinden henüz sadece dört ay geçmiş olduğundan, davul ya da müzik istemediklerini beyan etmişlerdi. Ne yapacaksanız kendi evinizde yapın burada çalgı oyun istemiyoruz demişlerdi.

    Ayten abla oldukça mütevazı gelinliği, gelinliğin iki yanından sarkan gelin telleri, uzun boyu ve hüzünle karışık bir mutluluk ifadesi ile, kendi evinin eşiğinden geçti ve babaannemin öldüğü odaya ki, orası gelin odasıydı artık, girdi.

    Ne o gün, içten bir gülüşüne tanık oldum, ne de daha sonraki günlerde.

    Annemle iyi arkadaş oldular, hatta annem ona bir abla gibi yaklaştı ve o zor dönemlerinde bir birlerine destek oldular, dertlerini, işlerini, ekmeklerini bölüştüler.

    ………………………..

    Durmuş ağabeyim…

    Kelimenin tam anlamı ile kara yağız, mert bir Çukurova delikanlısı.

    Başı önünde, asla bizim evden yana bakmaz, bahçeye girdiğinde başı önünde evine girip çıkan, çok yakışıklı bir genç adamdı o.

    Orada yaşadıkları süre zarfında ne güldüğünü gördüm, ne de yüksek sesle konuştuğunu.

    Sadece arada bir, babamın evde olmadığı gecelerde Ayten abla bizim evde annemle çay içerken, kendi evlerinin önünde bağlama çalar ve hep aynı türküyü söylerdi.

    ………………………….

    Zeynep, bu güzellik var mı soyunda

    Elvan elvan güller biter bağrında

    Arife gününde bayram ayında

    Zeynep’im Zeynep’im, allı Zeynep’im

    Beş köyün içinde şanlı Zeynep’im

    Zeynep’e yaptırdım altından tarak

    Zeynep’e gidemem yollar çok ırak

    Söğüdün yaprağı narindir narin

    İçerim sıcaktır dışarım serin

    Zeynep’i bu hafta ettiler gelin

    ………………….

    O bu türküyü söylerken, hep burada durur, sonra yeniden başlardı. Durmuş ağabey derinden derine bağlamasına eşlik ederken Ayten abla ağlar, annemse onu teselli etmek adına tek kelime söylemez, susmayı tercih ederdi.

    Pek gelenleri gidenleri de olmazdı, kendilerinin bir yere gittiğine de tanık olmazdım. Bazen öğleden sonraları babam yokken bizle birlikte, parka gelir orada salıncağımızı sallarken, az da olsa mutlu olduğunu, hissederdim.

    Bizim evimizde yaklaşık 3 yıl kadar oturdular ve sonra geldikleri gibi sessizce ayrıldılar.

    Bir keresinde annemle bir konuşmasına, onlar beni görmeden kulak misafiri olmuştum.

    İkindi kahvaltısı için mutfakta kısır diye tabir edilen bir çeşit yemek hazırlıyorlardı.

    Ayten abla, bugün limonunu çok sıkalım deyince, annem gülümseyerek, hayırdır Ayten yolcumuz mu var yoksa diye sordu. Ayten abla birden mahzunlaştı, önce tereddüt edip, sonra etrafına baktı ve yavaşça, ‘’Durmuş bana hiç el sürmedi ki abla, nasıl gelsin yolcu’’ diyebildi.

    Ayten abla, bu itirafı yaparken beni görmedi ama kelime kelime duyduğum bu cümlenin ne anlama geldiğini ben o yaşta bile anladım. Sonra annemle uzun uzun dertleştiğini, ağladığını gördüm, izledim. O tarihte evliliklerinin üstünden iki yılı aşkın bir zaman geçmişti.

    ………………………

    Ve Zeynep….

    Ablam ne çok içe dönüktü benim kadar, ne de kız kardeşim kadar atılgan. Ama daha çok küçük kız kardeşimle yani küçüğüm le oynamayı, bana tercih ederdi ve çevresiyle pek ilgilenmez, vurdumduymaz bir tavır sergilerdi.

    Mutfağa büyük ilgi duyar, annem evden bir saatliğine uzaklaşsa, hemen bir şeyler pişirmeye uğraşırdı. O yüzden Durmuş ağabey ve Ayten abla arasındaki sırrın onun tarafından bana açıklanması, onun bunu biliyor olması, beni bugün bile şaşırtır.

    Bir gün ablamla bahçeye inen büyük taş merdivenin son basamağında oturup kucağımızdaki kocaman ayçiçeğinin çekirdeklerini çitlerken, o birden bire, biliyor musun demişti ben Ayten ablayı hiç sevmiyorum ve babaannemin odasında uyumasını istemiyorum.

    Şaşırarak ona baktım, kimse hakkında bu tarz konuşmazdı çünkü. Önce bu duyarlılığının sebebinin babaanneme olan düşkünlüğü olduğunu sandım, öyle ya Ayten abla onun odasında uyuyordu ve demek ki ablam buna içerliyor diye düşünürken o sanki ne düşündüğümü hissetmiş gibi, babaannem yüzünden değil dedi, ‘’Durmuş ağabeyimi sevdiğinden ayırmış bu sarı çıyan’’.

    Kulaklarıma inanamıyordum.

    Ben o şaşkınlıkla susarken ablam devam etti, Durmuş ağabeyim çocukluğundan beri Zeynep diye bir kızı severmiş, Zeynep de Durmuş ağabeyimi, hatta nişanlanmışlar bile. Ayten de Zeynep’in en yakın arkadaşıymış sözde. Düğüne çok az bir zaman kala bir yolunu bulmuş, Durmuş ağabeyle aralarında bir ilişki olduğuna, kendisiyle evlenmek zorunda olduğuna dair bir söylenti yaymış. Esasen ailesi çok zengin olduğundan, bir şekilde Durmuş ağabeyi baskı altına almışlar ve çok hızlı bir şekilde Ayten abla ile evlendirmeye zorlamışlar. Zeynep’i de başkasına verip, olay kapanıncaya kadar Durmuş ağabeyle Ayten’i, şehre bizim eve kiracı olarak göndermişler.

    Ablam bunları anlatırken, yeniden gözleri öfke dolu Ayten ablanın mutsuz gelin odasına baktı ve ama Durmuş ağabey onu sevmiyor ki, canıma değsin dedi. O yıllarda ablam da, henüz küçük bir çocuktu. Olayları kendince basitçe özetlemiş legonun eksik parçasını tamamlamış, benim cevabımı bile beklemeden kalkıp gitmeye hazırlanıyordu. Son olarak da sen de, sevme bu Ayten’i dedi. Ben belki yalandır diyecek oldum, o ise gayet kendinden emin başını iki yana salladı, ‘’Ayten ablanın akrabası bir kadın anneme anlatırken duydum, yalan değil’’, dedi ve gitti.

    ………………………….

    O gün, o merdivende, annem beni azarlayarak, karnın ağrıyacak oturma o taşta diye uyarıncaya kadar oturdum. Aklım çok karışmıştı.

    Ayten ablayı sevmekten bütünüyle vaz geçemedi tabii ki, çocuk gönlüm. Onun incecik, naif, konuşurken bile ürkek tavrıyla, bu sarı çıyan rolü pek örtüşmedi aklımda çünkü.

    Yine de içten içe ondan uzaklaştığımı, soğuduğumu da hissettim.

    Bir gün eşyaları yüklenirken kamyona da, açıkçası pek üzülmedim.

    Kim kazanmış, kim kaybetmiş, pek de belli olmayan bu öykünün kahramanlarından, o günden sonra da bir haber almadım…

    Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir

    05.07.14

 
Toplam blog
: 130
: 1375
Kayıt tarihi
: 08.04.14
 
 

Muğla Üniversitesinde Prof. Dr. olarak çalışmaktayım. Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkez..