Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Aralık '09

 
Kategori
Sinema
 

Avatar'ın görselliği ve dikkat çektikleri başlı başına senaryo eder

Avatar'ın görselliği ve dikkat çektikleri başlı başına senaryo eder
 

Avatar son günlerin en çok konuşulan filmi; üzerinde konuşulmayı en çok hak da eden filmi.

Film için Pandora adında bir gezegen yaratılmış ve bütün çalışmanın nirengi noktasını bu gezegenin (içinde yaşayan canlılarla birlikte) görselliği oluşturuyor.

Pandora gezegeni, içinde yaşayan bütün canlıların bir çeşit sinir sistemiyle birbirine bağlı olduğu, canlıları ve cansızlarıyla bütüncül bir doğa oluşturan ve her varlığın birbirini yarattığı bir sistem. Dünyamızdan en büyük farkı da onun “insan” ı sayılabilecek na’vi ırkının gezegenine hükmeden bir sahip değil onun içinde eriyen, ondan biri konumunda yaklaşıyor olması.

Yönetmen James Cameron biraz da “show” içeren bir davranış olmasına karşın saygı duyduğum biçimde, Amerikan işgallerini eleştirerek Amerikan vatandaşlığı almayı reddetmiş biri. Filminin ana temasını da nihai amaçları için gözünü her türlü “başka” lığa karşı kolayca karartabilen çirkin işgalcinin psikozu üzerine kuruyor. Film na’vi ırkının ve pandoranın doğasını işgalciden gelen acımasız bozuculuğa karşı hakkıyla korumayı, desteklemeyi ve gerçek dünyadaki yeri olağanüstü derinliğe sahip bir algılayış biçimiyle olmasa da vermeyi başarıyor.

Avatar’ı 3-d teknolojisiyle izledim ve teknolojinin görselliğe aktarımını gerçekten başarılı oldum. Aslında görüntülerin 3-d’nin hakkını bütünüyle verebildiğini söylemek zor. Film boyunca üzerinize doğru uçuşan nesneler, hızlı karakter ve bakış geçişleri pek görmüyor, abartılı bir üç boyutlu deneyim yaşamıyorsunuz, ancak o üç boyut sadece planı hoşlaştıran bir araç olarak kaldığında bile Pandora’nın nefis tasviri eşliğinde görsellikten almak isteyebileceğiniz şeyi Yüzüklerin Efendisi benzeri rakiplerini de aşarak fazlasıyla alabiliyorsunuz.

Filmin senaryosu eleştiriliyor. Görselliğinin gerisinde kaldığını söyleyenlerle çok kötü olduğunu iddia edenler arasında hem de. Senaryonun klişelere fazlasıyla yaslandığı doğru. İleriyi tahmin edebilmek de nispeten kolay. Ancak filmin yarattığı dünyanın ötesine geçen bir karmaşaya başvurmak istemediği, bu tercihi bilerek yaptığı, egzantriklikten çok bir şeylerin vurgusunu temel aldığı açık. Bu bir seçim, bir hata değil. Üstelik senaryo özellikle Pandora gezegeninin ifade ediliş ve tasvir biçimindeki derinliği, en azından yeterliliği ele alırsak asla boş olduğu söylenebilecek bir senaryo değil. Ülkemizde Fransız-İtalyan-Doğu Avrupa-Rus sinemalarındaki kimi “entel” kalıplara özenen ve gerek henüz bu tarz film dilindeki birikimimizin yoksunluğu, gerekse gerçek bir “entel” filmi yapmayı imkansız kılan bazı ahlaki dogmalarımız yüzünden çuvallayıp duran sinema çevrelerinin bu filmin senaryosunu yöneltebileceği garip eleştirileri zaten tahmin edebiliyoruz. Sinema seyirciliğinin azınlıkta kalan bu kısmı herkesin beğendiği şeyleri beğenmemenin içten ve hak edilmiş değil zorlama bir eğilimindedir. Onlara göre bütün bilim-kurgu filmleri baştan “batırmaya” adaydır, seyirciye onar dakikalık çimen görüntüleri seyrettiren Tarkovsky fotografisi hariç bütün teknolojik görsellikler filmler için utançtır. Bu yüzden de, dogmalarımız sebebiyle aslında çoğu başarısızlığa baştan aday “entel” filmleri ve ağlak dramların ötesinde bir film çekip bu “entel olurum hemen beğenilirim” kolaycılığını aşma cesareti ülkemizde kimseye verilmez.

(Dogmalara biraz örnek vereyim: Örneğin bir Fransız filminde polisten kaçıp bir eve sığınan gangster o anki öfkesinin etkisiyle “bütün polisler zaten şöyle böyledir”, “polislik mesleğini bilmem ne yapayım” gibi küfürler eder. Bu gerçek yaşamda böyle bir koşulda gayet doğal olduğunu herkesin kabul edeceği sahne bizde çekildiğinde film hakaret gerekçesiyle dava edilip sansüre uğrayacaktır.)

Senaryo çok özel değil, ama çok basit de değil, yeterli, dedik. Örneğin, Na’vi ırkına mensup Neytiri’nin bize yabancı olan fiziğine karşın insanla aşk yaşamaya uygun bir biçimde ifade edilişi sadece görselliğe değil filmin bütün anlatım boyunca verdiği kokuya dayanan, senaryo kuvvetine de işaret eden bir değer. Doğayla kurulan bağ sisteminden Eywa meselesine, avlanırken öldürülen hayvanlara verilen değerden kadını ön planda tutan bir inanış sisteminin gereklerinin film içine gerçekçiliğiyle yedirilişine, bunların hepsi senaryonun kapsadığı değerler. Yalnız filmin sonunda, imkansızlıkların başarılması, mucizeler meselesinin abartılmasından bahsedilebilir ki bu durum eleştiriye açık olmakla birlikte filmin genel kurgusu içinde aşırı sırıtan bir durum değil.

Odağı oluşturan işgal meselesiyle birlikte Filmin verdiği en değerli mesajlardan biri dünyamızda doğanın yitişinin pişmanlığı. Baş karakterin “bizimki gitti, siz bari kendinize iyi bakın” deyişindeki vuruculuğu hem bu filmi beğendiğini söyleyen israfkar Amerikan halkının, hem de israfkarlıkta Amerika’yla yarışan dünyanın diğer halklarının tespit etmesini diliyorum.

İnsan karakterlerden ölmek üzere olan biri Pandoralıları işaret ederek diğerine, “Dayan”, der, “Onlar sana yarım ederler.”

Pandora ülkesi, insanlarca büyük bir saldırıya uğramış, dağları, ormanları insanlarca bombalanıp yıkılmıştır.

Kadın: “Bize neden yardım etsinler ki?” diye sorar.

Orada, karşı karakter pek bir cevap veremez. Ben olsam şöyle derdim:

“Çünkü insan değiller.” (Cümleyi reddettirebilen herkes tarafından bağışlanmak dileğiyle)

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..