Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '12

 
Kategori
Deneme
 

Ayaküstü

Ayaküstü
 

Hayat zeka işidir, içinde akıl varsa tabi ve duygularla birlikte ama onlara esir olmadan… Duygu hayatın süsüdür ve tabi irade ve mantık da akıl zeka kardeşliği…

Neyi ne kadar kullandığımızı tercihlerimiz ortaya koyuyor sonunda. Çünkü hayatı iki şekilde yaşıyoruz; ya derinlemesine ya da ayaküstü…

Ayaküstü deyince rahmetli Orhan Boran’ı düşündüm bir an… Bizim nesil TRT radyosunda onun programlarıyla büyüdü. Hele Yuki ile olan sohbeti… Her iki ses de kendisine ait ama bizim hayal dünyamızda Yuki ayrı bir kişilikti o vakitler. Öyle güzel sohbet ederdi ki… Ve sonraları yaptığı o doyumsuz Tv programları… Sahne performansı keza öyle… Ustasıdır o ayaküstü gırgırın ve onu meslek edinenlerin... Seviyeyi düşürmeden, insanları aşağılamadan, nazik ama güçlü esprileriyle… Hepsini bir arada yürütebilmek için oldukça güçlü bir zeka gerekiyor. Verdiği mütevazı cevaplarla zekasını belli ederdi zaten… Tabi sadece zeka değil, bilgisiyle, kültürüyle, tevazuuyla hepsini bir arada bulundurabilmek… Yok tabi artık öylesi… Ne güzel de koyuvermişti ismini Stand up’çılara nazire; “Ayaküstü gırgır…” Zaten ayaküstü olmayan ne var ki artık yaşanmayan…

Gırgır muhabbet ayaküstü, yemekler ayaküstü, ziyaretler ayaküstü, sevdalar ayaküstü… Öyle bir telaş çağı ki derinliğine yaşayamaz olduk hiçbir şeyi… Zevkler de ayaküstü çünkü; keyif yok zevklerde…

Ne diyorduk; zeka işidir hayat, içinde akıl ve kontrol edilebilir duygu varsa tabi…

Hayat sürekli bizi tartar aslında her anımızda. Bir başarı grafiği çizer ardımızda sürekli. Kendimizle olan ilişkimiz, aileyle, arkadaşlarla, çevreyle olan ilişkilerimiz… İş ilişkilerimiz… Sevdiklerimizle olan ilişkilerimiz… Yani hayatla olan ilişkilerimiz… Biz onu yaşarız, o bize not verir… Ama kendimize öyle güveniriz ki, bir türlü onun notunu beğenmeyiz… “ Bir insanın zekası, vereceği cevaplardan değil, asıl soracağı sorulardan anlaşılır" der De Levis… Öyleyse hayata öyle bir soru yöneltin ki, sizin zekanıza hayran kalsın. Yapabilir misiniz?

Hayat aslında önce kendimizle, sonra da diğerleriyle olan yarışımızdır mücadelemizdir. Bir strateji oyunu belki… Hayat oyunu seviyor… Neyi nasıl kazandığımızı, ne kadar kazandığımızı da sonra önümüze koyduğu notlarımızdan görüyoruz, görmeye de devam edeceğiz zaten…

Bir yerde okumuştum, güzel bir hikaye vardır:

“Çok soğuk bir kış günü, padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına baş vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.

Padişah, ihtiyarı selâmlamış:

"Selamünaleyküm ey pir'i fani..."

"Aleykümselam ey serdar'ı cihan..."

Padişah sormuş.

"Altılarda ne yaptın?"

"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..."

Padişah gene sormuş.

"Geceleri kalkmadın mı?"

"Kalktık. Lâkin, ellere yaradı."

Padişah gülmüş.

"Bir kaz göndersem yolar mısın?"

"Hem de ciyaklatmadan..."

Padişahla baş vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah baş vezire dönmüş, " Ne konuştuğumuzu anladın mı ?" diye sormuş.

"Hayır padişahım..."

Padişah sinirlenmiş.

"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."

Korkuya kapılan baş vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telâşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hâlâ orada çalışıyor..

"Ne konuştunuz siz padişahla..."

Adam, baş veziri şöyle bir süzmüş.

"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim."

Baş vezir yüz altın vermiş.

"Sen padişahı, serdar'ı cihan, diye selâmladın. Nasıl anladın padişah olduğunu?"

"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi."

Vezir kafasını kaşımış.

"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek?"

Adam, bu soruya cevap vermek için de yüz altın almış.

"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, otuz iki dişimize yemek bulamıyoruz dedim."

Vezir bir soru daha sormuş...

"Geceleri kalkmadın mı ne demek?"

Adam yüz altın daha alarak cevaplamış: "Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim."

Vezir gene kafasını sallamış.

"Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..."

Adam gülmüş. ‘Onu da sen bul...'

Kazanmak, kaybetmek, tecrübe sahibi olup öğrenmek… Kaybetmek diye bir şey yok aslında hayatta… Çünkü kaybettiğimizi sandığımız an, yeni bir tecrübe sahibi olup yeni bir şey öğrendiğimiz andır. Ama bunu fark edebilmek de yine zeka ve akıl işidir.

Daha önce bir yazımda da değinmiştim; “AKIL anlayıcı bir kuvvettir. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve faydalıyı zararlıdan ayırmak içindir. Ancak akıl duyu organlarına tabidir.
ZEKA, sebep ile netice arasındaki bağlılıkları bulmak, benzeyiş ve ayrılışları anlamaktır. Yani zeka, düşünebilme kuvvetidir, öğrenme kuvvetidir, problem ve mesele çözme kuvvetidir. Ancak düşüncelerin doğru olabilmesi için akıl lazımdır. “ İşte bu iki önemli hasleti iyi kullanan kazanıyor hayatta. Ama tabi şans ta lazım. Belki bu her şey için geçerli. Şans deriz çoğu kez de, nasib değil midir o aslında… Hoş bir hikaye daha nakletmek istiyorum:

“Eski zamanlarda Hint İmparatoru, satranç oyununu yanında bir mektup
ile hediye olarak Pers İmparatoruna göndermiş.
Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj
yazmış; 'Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi
görüyorsa O kazanır. İşte hayat budur...'

Pers İmparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini istemiş.

Vezir uzun çalışmalar sonunda gönderilen satrancı çözüp, daha sonra da rivayete göre on günde tavlayı icad edip imparatora sunmuş. Tavlayı da şu özelliklere göre yapmış:
-Senenin birliği olarak tavla bir tanedir;
-4 köşesi 4 mevsimi,
-tavlanın içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı,
-pulların toplamı ayın 30 gününü,
-siyah-beyaz pullar gece ve gündüzü,
-karşılıklı 12'şer hane günün 24 saatini simgeler...

Hint İmparatoruna satranca karşılık olmak üzere tasarlanan tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir de mesaj hazırlanmış:
'Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. AMA BIRAZ DA ŞANS GEREKİR. İşte hayat budur...'

Akıl ve zeka ile elden geleni yaparız tabi ama sonrası, ya nasib… Evet nerden nereye geldik demeyeceğim. Hiç ayaküstü olan her şeyde derinlemesine akıl ve zeka olabilir mi ki… Mümkün mü ? Hayır. Derinlemesine akıl ve zeka diyorum, vaziyeti kurtarmak için anlık kıvrak zekadan bahsetmiyorum. Okyanuslar tüm sırlarını derinlerinde saklar. İnsan da böyle değil mi… Yüreğine inmezseniz tanımanız, keşfetmeniz mümkün mü ? Hasılı, hayatın detaylarında gizlidir tüm sırları ve güzellikleri… Onları da ayaküstü keşfedebilmek mümkün değildir.

Zaman treni çok çabuk kaçıyor... Hayatı ayaküstü geçiştirmeyin…

Erol Güldiken… 13.6.2012

 
Toplam blog
: 53
: 1368
Kayıt tarihi
: 31.10.08
 
 

Bestekar ve Yazar'ım. Sanat, kişisel gelişim ve hayata dair; elimin erdiği, dilimin döndüğü ve ka..