Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Aydınlanma ve dul kadın avcılığı, sanatçılığı(!)

’’Kandırmak için değil,başkalarının hoşuna gitsin diye de değil.Yazmaktan zevk aldığım için yazacağım…’’ Virginia Wolf

Televizyonların ölüm haberlerini sıradan bir olaymış gibi sunup psikolojisini alt üst ettiği toplumun, sevdiğine gitti ya da basit bir nedenle öldürülen kadınların, aç olduğu için ekmek çalmak zorunda kalanların,komşunun komşusuna karşı tahrik edilip kışkırtıldığı, herkesin kendini bağımsız bir devlet ilan edip ahkam kestiği, suni kriz ve felaketlerin bilinçli olarak çıkartıldığı,kolları basın önünde görevlilerce kırılanların, yarı aç yarı tok yaşayanların,sigortasız çalıştırılanların ve binlerce kaosla boğuşturulup uzak bir arenadan seyredilen toplumun yani bu ülkenin nasıl bir ’aydın’ ı var diye hep merak etmişimdir. Bu ülkenin aydını, aydınlanma deyince şalteri indirildiği zaman ışığı tükenen ampülden mi dem vuruyor bilemiyorum. Kant, aydınlanmacılığı, aklı kullanma cesareti olarak tanımladığında ne düşünmüş bilmem ama her toplum aklını nasıl kullanır bu da ayrı bir meraktır bende. Varsa şayet aydınlarımızın kaçı yazma olayını aydınlanma ve aydın olma durumunu yaşam biçimi haline getirmiştir? Sanırım çok azı.

Kanta'a göre; aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Yani kendisi ile savaşmasının sonsuzluğudur. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere Aude!yani, Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! sözü bu durumda aydınlanmanın parolası olmaktadır.

Aydınlanma çağının ana fikri, akıl aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel gelişmeler kaydedilir. Daha 15.yüzyildan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun sonunda da "karanlık çağ" olarak değerlendirilen Orta Çağ'ın sonuna gelinmiştir. Dolayısıyla çağları açan da kapatan da aynı insanoğlu.

Konuyu biraz açalım, ben Berlin'de yaşıyorum aydınlanma olayına burdan yani aydınlanmasına Johane Gottfried Herder, Immanuel Kant ve Cristian Wolff gibi düşünürlerin öncülük ettiği topraklardan bakıyorum. Bu coğrafyada her ülkenin önemli aydınlanmacıları var. Yani aklin cesaretini kullanabilenler. Daha doğal bakıyorum, yani doğduğum topraklara. Bir tane aydınlanmacı yok, varsa da şalteri indirilmeden ne yaptığını çıkıp anlatsın (!)

Türkiye şairi, yazarı, çizeri, vatan kurtaranları ve mangalda kül bırakmayanların deste deste hatta tomar tomar yaşadığı bir ülke. Yani aydın(!) En azında birey olarak gördüğüm o. Hangi sosyal paylaşım sitesine baksam hangi gazeteyi okusam hangi kanalı açsam her ormanın bir tarzanı var.Ahkam kesen çok velakin. Dahası tarzanları var. Tarzanın bir marifeti vardı. Filmi seyredenler bilir; özellikle küçük canlılara anlaşılmayan bir şekilde bağırmak. Medeniyet ormanlarının bu tür tarzanları bol memleketimde. Hangi dilden bağırdıklarını bilmiyorum, Neden, niçin bağırdıklarını anlayamıyorum. Batı toplumunda aydınlar,17. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve akılcı düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar.

Bizim habire bağıran ama seslerini kendilerinin bile duymadığı ama illede duyum kirliliği yaratan tarzanların aksine, Kant'a göre ki bu genel kabuldür, tek kişi için erginleşmenin, olgunlaşmanın; insanın kendisini, bios’a gömülmekten ve onun da üstündeymiş gibi görünmesine karşın, salt psikolojik yüklü inanca, hurafeye bel bağlamaktan kurtarmada ne denli önemli olduğunu vurgular. İnsan ergin olamamanın, olgun olamamanın öznesi ve hatta nesnesi durumundadır. Ergin olmama durumuna insan; bile, isteye düşmüştür;isterse kendini bu durumdan, özgürlük aracılığıyla kurtarabilir. İtaat kültürüyle birlikte giden “aklın özel kullanımı” ve özgürlükle, ifade özgürlüğüyle birlikte giden “aklın kamusal kullanımı”dır. Kant her iki kullanımı şöyle belirtir: Kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır; ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir; buna karşılık aklın özel olarak kullanılışı der Privatgebrauch (Almancası) genellikle çok dikkatlice ve dar bir alanda kalacak bir biçimde sınırlandırılabilmiştir ve bu da aydınlanma için bir engel sayılmaz. Kendi aklını kamu hizmetinde kullanmaktan [der öffentliche Gebrauch], bir kimsenin, örneğin bir bilginin bilgisini ya da düşüncesini, yani aklını, onu izleyenlere, okuyanlara yararlı olacak bir biçimde sunmasını anlıyorum.

Birde Mendelssohn vardır, bizim tarzanlar bilir. Mendelssohn'a göre;kültür ve eğitim kavramları birlikte anılır. Eğitim; dil aracılığıyla, kültür ve aydınlanma olarak somutlaşmakta; insan, birey ve yurttaş, toplum da kamu ve ulus haline gelmektedir. Gerek aydınlanma, gerek kültür, kendinde, kendi başına yansız terimlerdir; her ikisi de niyete, amaca göre olumluyu ya da olumsuzu imleyebilirler; başka bir deyişle zehir de panzehir de olabilirler. Mendelssohn bu durumu şu etkili sözlerle ortaya koyuyor:Kültür ve aydınlanma yeşerdiğinde ne kadar asil ise, çürümede ve yozlaşmasında da o kadar çok iğrençtir. Aydınlanmanın kötüye kullanılışı ahlak duygusunu zayıflatır; katılığa, bencilliğe, inançsızlığa ve anarşiye götürür. Kültürün kötüye kullanılışı ise, lüksü, şatafatı, zayıflığı, batıl inancı ve köleliği yaratır. Aydınlanma ve kültürün aynı adımlarla yol aldığı yerde, bunlar yozlaşmaya karşı en iyi koruma ilacıdırlar. Günümüzde, iletişim devriminin sınırları zorlayan sözde olanakları içinde bunların hepsine tanık olmaktayız.

Bu bir yerlerde okuyup etkisinde kaldığım notlar tam da ülkenin aydın gibi görünen tarzanlarını çok iyi anlatıyor. Ama tersinden. Aydınlanma devrimini tamamlamış ülkelerin aydınları, içinde yaşadıkları halkı mutlu eden,onlara yeni yeni şeyler öğretenlerdi. Bir yerde hayat rehberlerdir. Bir diğer deyişle aydını aydın olan, sorumluluğunu yerine getiren ülkeler mutlu ülkelerdir. Gerçek aydın entrika ve çapulculuğun peşinden koşmaz. Bu ülkede o kadar şair yazar(!) var ki isim isim sayabilirim. Sadece kendilerine göre aydındırlar. Şalteri her an inen ampüller yani. Yazarı çizeri çok ülkeler sevginin cirit attığı, tek mutsuz insanın olmadığı ülkelerdir. Oysa Türkiye'ye bakıyorum milyarlarca sorunla boğuşan bir cografya. Aydını aydın gibi mütevazi ve üretken olsa herşey yoluna girecek ama kendini aydın diye yutturanların işlerine bakıyorum, en becerikli oldukları nokta dul kadın avcılığıdır. Hatta öylelerini bilirim, gözlerimin önüne okurlarımı, kitap dostlarımı taciz etmiş ve sanki tacizcilik kutsal bir meslekmiş gibi ikinci hafta bilmem neyle ödüllendirilmişlerdir. Ve gerçekten öyle sözde tip ve aydınlar(!) bilirim ki, zil zurna sarhoş olmuş, evine giderken bir kağıt parçasına yazdığı adrese kendisini bırakmamı istemiştir. Evinin yolunu bulmakta aciz olanların aydın varsayıldığı bir ülke düşünün.

Birçok yazarının çizerinin dul kadın avcılığı yaptığı bir ülkede ancak zaafların nerde olduğu anlaşılır. Zaafiyet imparatorluğu. Her yazdıklarına serpiştirdikleri tuzaklara düşürüdükleri dullardan metresler mabedi yapmalarını da bilmenin ölçüsü olarak kabul etmelerdir.İşte bu metreslerim dedikleri onlara göre yazdıklarından sözde imgelerdir. Beni şaşırtan bu ters düz ilişkileri değil metres görevi verdiklerinin de birbirlerinden haberdar olmalardır. Bu da son derece çarpıcıdır. Bugüne değin iyi ve kötü üzerine en berbat düşünceler ortaya koyan bu tarzanlar sürüsünün vicdansızlığı, gürültülü egoları şöhretleri anlamına da geliyor.Çok tehlikeli bir durum bu.. Bu tip sanatsal (!) tarzanların güvencesi,kullanmasını çok iyi bildikleri acımasız bir gözboyama sanatıdır.Okurun iyi niyetini nasıl kullanacağını bilen bir tür zırtapozluk.. Yaratıcı ve aydın gibi davranarak zaten duygusal olan insanımızın beynini felç etmek başvurduğu en önemli hiledir. Oysa güven ahlaksal bir fenomendir. Bireyin kendini baştan inşaasıdır ve karşıdakinin inşaasına katkı sunabilmektir karşılıksız. Aydınlanmadır bir diğer deyişle. Ama memleketimin ne için bağırdıkları anlaşılmayan tarzanları yine insanımızın iyi niyetinin ırzına geçmeye aydınlanma adını veriyor. Bir yazar ya da çizer yazdığı, düşündüğü ve yaşadıkları arasında ahlaksal parallelikler kurar; hem nalına hem mıhına vurmaz.Böyle tipler bir gün çakılı oldukları yerde kendi mıhlarını kendileri sökerler.

 Sevgi ve dostlukla.

 
Toplam blog
: 6
: 347
Kayıt tarihi
: 01.08.11
 
 

Zeki Nurçin,1970 yılının mayıs ayında Ağrı'da güneşe bakan mavi pencereli bir evde, okuma yazma b..