Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '09

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Ayna, ayna, söyle bana!!!

Ayna, ayna, söyle bana!!!
 

Yarı yıl tatilinde İstanbul'a gittim.
Hem ağabeylerimi ziyaret hem gezme hem de alış veriş.
Her gittiğimde önünden geçtiğim ama bir türlü gezemediğim Dolmabahçe Sarayı'nı bu kez gezme fırsatı buluyorum. Giriş biletlerimizi alıyoruz ve gezimize başlamak üzere sarayın giriş kapısına doğru ilerliyoruz. Topkapı Sarayı'nın aksine burası rehber eşliğinde geziliyor.

Galoşlarımızı ayağımıza geçiriyoruz ve sesi çok az çıkan rehberin peşine takılıyoruz. Gezi kurallarımız var:

-Hiçbir yere dokunmayın.
-Parkelere basmayın.

Peki, diyoruz ama sesini duyabilsek daha iyi olacak. İnsan üstü çaba sarf etmek beni çok yoruyor.

İtiraf etmeliyim ki başım döndü. Oradan gir, oradan çık, dön, dolaş. Hoopp! Bir de bakmışsınız aynı yerdesiniz. O ihtişam, kristal merdivenler, kristal avizeler, vazolar, saatler, ortalama bir ev büyüklüğündeki halılar, el yapımı, çivisiz ve başka bir örneği olmayan parkeler, her biri tarihi eser olan tablolar, altın işlemeli tavanlar... Gözlere şenlik...

Bir dönemin ihtişamı ve Kurtarıcımızın son zamanlarını geçirdiği yer... Vefat ettiği odayı görünce içim burkuluyor. Yatağı, banyosu, ilaçları bile hala dolabında. El sürülmemiş... O zamanın tarif edilemez acısını yüzümüze haykırıyor sanki... Odadan çıkmakla, biraz daha vakit geçirmek arasında gidip gelirken gözlerimi diğer ziyaretçilerin yüzlerinde gezdirdim. Acaba benim gibi duygu yoğunluğu yaşayan var mıydı, gözlerimle paylaşabileceğim? Yoksa sıradan bir yer miydi, sarayın herhangi bir köşesi... Kimsenin gözlerinde o acıyı göremedim. Bu beni daha fazla yıktı.

Duygularımdan kurtulmak için odadan çıktım. Başka şeylere yoğunlaştım. Benim de ilgi alanıma girdiği için tablolara gözlerimi diktim. Dokunma hissim beni gıdıklıyordu. İlle dokunacağım, ille dokunacağım. Hissetmem lazım parmaklarımdan ruhuma geçisini... Tüm itirazlarıma rağmen kolum benden bağımsız uzanıveriyor perdeye. Parmaklarım emeline ulaşıyor. Dokunuyorum... Ve anında arkadan gelen bir ses:

"Hanımefendi, dokunmayalım lütfen!" arkadan da bir takipçimiz varmış o zaman öğreniyoruz. Benim sayemde de herkes öğrenmiş oluyor.

"Yahu!" dedim "Benden başka var mıdır zorla kendine laf ettiren?" Ama değerdi. Gözcünün varlığını öğrendikten sonra daha dikkatli dokunuyorum. Gizli gizli...

Ve aynalar... Her yeri süsleyen devasa aynalar...

"Burası tam bana göreymiş." diyorum hem içimden hem de dışımdan. Gülüyorlar bana.

"Neden bu kadar çok ayna var?" diye merak ediyorum hatta meraktan öte içimi kemiriyor. Kendimce yorumlar yapıyorum. "Demek onlar da kendilerini çok seviyorlarmış. Benim gibi..." Ama en doğrusu rehbere sormak. Uygun fırsat kolluyorum yoksa çatlayacağım. Gezimizin sonunda rehberi yalnız yakalıyorum, işte fırsat. Hemen gidiyorum yanına sorularımla beyninin didik didik etmek için. Önce merak ettiğim farklı bir şeyi soruyorum. Sonra da asıl soruma geliyorum.

"Neden bu kadar çok ayna var?"

"E, burası harem." diyor "Bir ayna olsa ne olurdu sizce?" Beraberce gülüyoruz. Çok şakacı rehberimiz.

"Bununla ilgili tam bir bilgim yok. Ama böyle yapıları süslemek için genel olarak kullanılır." Bu cevap bizi -yani beni- çok tatmin etmese de yapabileceğimiz bir şey yok. Ve çıkıyoruz saraydan biraz güneş görmek için bulutların arasından...

Yeri gelmişken aynayla ilgili bir hikayeyi de yazmadan edemeyeceğim.

İstanbul’dan gelen bir kadın, bir dükkânda aynasını unutmuş.

Ve böylece tarihte ilk kez Kars’a ayna girmiş olmuş.

Kadın gittikten sonra dükkân sahibi aynayı görüp eline almış.

Daha önce kendini hiç görmediği için ölen kardeşine benzetmiş karşısındakini.

“Ey gidi gardaşımm, seni bir daha görmek nasipte varmış!”

Aynayı evine götürüp sarılıp uyumuş kardeşine.

Karısı bakmış, adam bir şeye sarılıp uyuyor.

Almış aynayı bakmış bir kadın.

“Allah belanı vire herif! Bu karı da kim?”

Bir halta benzese diyerek feryat figan evden çıkmış, kadıya gitmiş.

“Kadı Efendi, benim herif beni bu çirkin karıylan aldatiii…”

Kadı Efendi aynaya bakmış ve şöyle demiş:

“Yahu, bu karıdan çok kavata benziir!”

 
Toplam blog
: 24
: 572
Kayıt tarihi
: 13.01.09
 
 

Çiçeği burnunda bir öğretmendim geçen sene. Ama öğrenciler o çiçeği koparıp parça parça ettiler sonr..