Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '12

 
Kategori
Anılar
 

Bana kimi sevdiğini söyle; Sana kim olduğunu söyleyeyim

Geçen haftaki, Mustafa Şanlı öğretmenimden söz eden “Kurdeleyi Kim Kesmeli?” başlıklı yazımı, son düzeltmelerini de yapıp e-posta ile gerekli yerlere henüz göndermiştim ki, telefonum çaldı.

Bilmediğim bir numaraydı; ekranda görünen:

“- Buyurun; ben Hüseyin Erkan…”

“- Günaydın sevgili Erkan!.. Ben Şanlı Öğretmen… İstanbul’dayım. Yeditepe Üniversitesi Hastanesinde… Yarın anjiyo olacağım. İlk sana haber veriyorum.”

Hayret!.. Rastlantının da bu kadarına hayret!..

On dakika önce de sayın Başaran aramış; bol bol kulaklarını çınlatmıştık Şanlı Öğret-men’in.

“-Kara Çadırdan Aksu Köy Enstitüsüne (*) kitabını gördün mü?” diye sormuştu; sevgili yazarımız da:

“- Görmez olur muyum? Baştan sona dikkatle okudum; ilk değerlendirmemi yazdım bile. Sizin yazınızı da okudum. Güzel bir yazıydı. ‘Benim hem öğretmenim, hem öğrencim oldu; Mustafa Şanlı’ diye yazmışsınız.” diye yanıtlamıştım.

“- Ama öyle değil mi cancağızım? Biz öğrencilerimizden de çok şeyler öğrenmedik mi?”

“- Haklısınız… Hem de ne kadar çok şey öğrendik onlardan!”

Sayın Başaran; iyi bir yazar, iyi bir şair olduğu kadar iyi bir öğretmendir de… O’nun öğrencisi olma şansına erişmiş herkes, takdirle yâd eder; sevgili öğretmenlerini.

Pek çok örneğini “Karanlık Sokakta Aydınlanma-Aksu Köy Enstitüsü” ve “Mehmet Başaran-Armağan” adlı eserlerde de gördüm; okudum ben.

Elli iki yıldır görmek nasip olmamıştı; Mustafa Şanlı öğretmenimi

 Telefon görüşmemizin ertesi günü, sabah saat on sularında aradım öğretmenimi. “Nasıl-sınız?” dememe kalmadan:

“-Bu sabah anjiyo oldum; sevgili Erkan. Umduğumuzdan daha başarılı geçti. Çok iyiyim, çok!.. Şu anda yanımda Pakize Türkoğlu var. Duymuş; ziyaretime koşup gelmiş; pek sevindim.” diye anlatıverdi hemen

Yeditepe Üniversite Hastanesi, İstanbul’un Asya yakasında bir dağda, ben Avrupa yakasında bir dağdayım. Ama bu durum, öğretmenimi ziyaretime engel olmamalı; değil mi?

 Asya yakasını pek iyi bilmem İstanbul’un. Sordum ve öğrendim yerini, yayınevimizin otuz yıllık kıdemlisi Ali Kemal’den.

“Hastaya çiçek götürmek yasak”mış bu hastanede. “Öyleyse ‘kitap’ götürürüm ben de” deyip üç küçük kitap aldım yanıma.

Bahçeşhir’den her gün iki saatte ulaştığım Cağaloğlu’ndaki yayınevimizden on beş dakika yürüdüm Sirkeci’ye.

Kadıköy İskelesi’nde oturacak yer bulup gazetemden ancak iki köşe yazısı okumuştum ki, geldi vapur.

Birkaç dakikada doldu ve kalktı hemen. Ben gazetemi çıkardım, yine çantamdan.

Ne güzel, bu akşam gazete okumayacağım evde; eşim hem şaşıracak, hem sevinecek. Öyle ya, beş-on cümle daha fazla konuşacak demektir bu, benimle.

Yaklaşık yarım saati buluyor, Kadıköy’e yaklaşması vapurun. Şimdi, E-5’ten giden Maltepe minibüslerini bulmam gerek. Aldığım tarife göre, kolayca buluyorum.

Kadıköy; ne Eminönü’ye  benzer, ne Fatih’e… Topkapı’ya Merter’e, Bakırköy’e de benzemez; bana göre.

Kendine özgü bir havası vardır ki, severim ben. Bu yüzden, gazete ve dergi çıkarmadım çantamdan. Çevremi seyrettim sürekli.

Trafik hiç tıkanmadan geldik, varacağımız yere.

Fatih Sultan Mehmet Hastanesi de aynı yerdeymiş meğer. Bir çam koruluğunun içinde… Eski PTT Hastanesi… Tek katlı, birkaç katlı binalardan oluşma.

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi ise, ufak tefek bir gökdelen… Öğrendim ki, öğretmenim yedinci katta… Asansöre binmem gerek, mecburen…

Görevli, güler yüzlü bir hemşire, adını verir vermez öğretmenimin, 703 nolu odayı gösteriyor hemen.

Kapısı kapalı…

Tıklıyor ve biraz bekledikten sonra, giriyorum içeri. İki hanım, bir bey, ayağa kalkıyorlar.

Hocama bakıyorum; uyuyor. Sesimi yükseltmeden takdim ediyorum kendimi.

Önce kızı Hürriyet Hanım’latanışıyorum. “Sizden söz etmişti babam; hoş geldiniz” deyip “buyur” ediyor.

Sonra, oğlu Ulus Bey… Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ulus Ali Şanlı…

Babasının boyunun iki katı nerdeyse!..

Ve yanında eşi Dr. Derya Hanım…

Üçü de birbirinden nazik ve kibar... Üçü de birbirinden daha bir güler yüzlü…

Sanki kırk yıldır tanıyorlarmış gibi dostça, esprili ve konuşkan…

“Uyandıralım mı?” diyorlar;“hayır” diyorum.“Bakın ne güzel uyuyor. Şu an,  ihtiyacı var O’nun uyumaya.”

Bir süre sonra “ilaç saati geliyor.” deyip uyandırıyorlar.

 “- Baba, bir misafirimiz var; bak bakalım, tanıyabilecek misin?” diyor; kızı Hürriyet Hanım.

 “- Acele etmeyelim ve yormayalım öğretmenimi; diyorum. Bir iki dakika bekleyelim; kendine gelsin. Ben takdim edeceğim kendimi.”

Bakışının normale döndüğünü anlayınca, yanına yaklaşıp:

“- Geçmiş olsun sevgili öğretmenim! Ben, Aksu’dan öğrenciniz Hüseyin Erkan...”

“- Sevgili Erkan, sevgili Erkan!..”diyerek uzattığı elini öpüp başıma koyuyorum eğilerek.

“Öğretmenim” dedim diye, yaşlı bir insan sanmayın siz sakın, Mustafa Şanlı’yı.

Sevgili öğretmenimiz Mehmet Başaran’ın formülünü uygulayıp geceleri saymasak, kırk bir yaşında ancak!

“- Biliyor musun sevgili Erkan, diyor; senin adını ve telefonunu Mahmut Makal verdi bana.”

“-Sağolsun, ara sıra telefonlaşır, duygu ve düşüncelerimizi paylaşırız sayın Makal’la.”

“-Severim Makal’ı. Hem cesur bir yazardır, hem her şart ve ortamda düşüncesini açıkça söylemekten çekinmez.”

“Bana sevdiklerini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”demek geçiyor içimden ama karşımdaki arkadaşım değil, öğretmenim… Yutkunuyor ve yalnızca:

“-Aynen katılırım bu görüşünüze.” demekle yetiniyorum.

Bu arada, güler yüzlü genç hemşireler geliyor. “Hocam, nasılsınız?” deyip hatırını soruyorlar, Şanlı Öğretmen’in. Gerekli kontrolleri yapıp gidiyorlar.

Neden mi Akdeniz ya da Ege Üniversitesi hastanelerinde değil de buraya gelinmiş?

Her iki üniversite hastanesinin doktorları da bu anjiyoyu “riskli” bulup yapmak istememişler.  “Damar iplik gibi incelmiş çünkü.” demişler.

Kendisine gönderilen bilgi, rapor, film, emar ve tahlilleri inceleyen Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Değertekin: “Herhangi bir risk görmüyorum. Mustafa Hocam buyursun gelsin. Ben yaparım.” demiş.

Gerçekten de tereyağından kıl çeker gibi, tek işlemle aynı damara üç stend birden takmış.

Biz bunları konuşurken, “Muzaffer Hoca” da çıkıp gelmesin mi?

“-İyi insan, sözünün üstüne gelir işte!” deyince Şanlı Öğretmen, basıyor kahkahayı Muzaffer Hoca.

Nasıl da neşeli, nasıl da sempatik bir insan!.. Gülümseme hiç eksik olmuyor; dudaklarından.  ( Allah muhtaç etmesin ama bu ismi not edin bir yerlere. Size değilse bile, bir başkasına gerekli olur bir gün. )

“-Yahu muhterem!  Hasta ziyareti beş, bilemedin on dakika olur. Sen yarım saat oturdun mu yoksa?” diye mi soruyorsunuz?

Ne yarım saati!.. Bir buçuk saat, bir buçuk saat…

Sebebini öğrenmeden, “Yuh!..” çekmeyin hemen. O kuralı bilmez değilim ben. Ne zaman kalkmak istemişsem; oğlu, kızı da izin vermedi; Şanlı Öğretmen de…

Ayrılırken, öptüm de elini yine, zorlanmayı göze alıp O da beni öptü yanaklarımdan.

Ertesi gün taburcu olacaktı. Olmuş ve doğru memleketi Korkuteli’nin yolunu tutmuş.

Şu anda, eşi Türkan Hanım’la birlikte, evinde…

 “- Kitabımı okuyanlardan öyle güzel tepkiler aldım ve almaya devam ediyorum ki, ikinci kitabı yazmak farz oldu artık.” dedi; son ettiğim telefonda.

 

(*) Kara Çadırdan Aksu Köy Enstitüsüne (Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları)

Mustafa Şanlı, Nisan 2012, 304 sayfa Tel: (0242) 241 31 28 – (0536) 229 56 10

   

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..