Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '12

 
Kategori
Siyaset
 

İşte, özlediğimiz tablo!

Beni de eğitimli zannedip zaman zaman soranlara hep söylerim:

“-Üniversitede ne okuduğun önemli değil…

İster iş idaresi gibi anlamsız bir şey olsun, ister nükleer fizik gibi fazla anlamlı bir şey…

Önemli olan şu: Ömründe bir daha bu kadar çok zaman bulabileceğin, tek işinin okumak, spor yapmak, karşı cinsle ilgilenmek, kafayı çekmek ve dünyayı anlamaya çalışmak  olduğu bir dönem olmayacak. Bu dört yılı, bu açılardan değerlendir; sonra pişman olursun.”  RONİ  MARGULİES                                              

Ahmet Altan, 13 Haziran günlü Taraf’ta “Ayrı Lokantaların İnsanlarıyız…” başlıklı yazısında beynimiz ve yüreğimizin derinliklerine seslenmiş yine.

Yaşadığı bir durum üzerine oturtmuş makalesini.

Özetleyivereyim kısaca:

Geçen gün, babası ve kardeşi ile birlikte öğle yemeği için lokantaya giderler.

Yıllardır gittikleri bir lokantadır bu. Tam içeri girerken, kapsında “Lokantamızda içki servisi yapılmamaktadır.”yazılı bir tabela ile karşılaşınca, şaşırırlar.

Aslında, babaları (ünlü yazar Çetin Altan) yıllardır içki içmemektedir. O içmeyince, doğal olarak Ahmet  ve Mehmet kardeşler de içmezler; babalarının yanında.

Yani, içki içilmeyecektir; o yemekte. Ama bu duyuru yine de şaşırtır onları.  Öyle ya, ne olmuştur da “On yıldır içki servisi yapan lokanta birden “İçki servisi yapmamaya” karar vermiştir?”

Diyebilirsiniz ki siz:

“Ne var bunda şaşıracak? Yirmi yıldır içki servisi yapmayan bir lokanta, bugünden itibaren içki servisi yapmaya da karar verebilir. Demokrasi yok mu bu ülkede? Özgürlük yok mu? Bir yurttaşımızın ne satıp satmayacağına kim, ne karışabilir? İçki servisi yapınca şaşırmıyorlar da, yapmayınca niye şaşırıyorlar?”

Doğru söylersiniz!

Şu ya da bu nedenle kendi özgür iradesiyle bu kararı verdiyse yurttaşımız, kimsenin “neden?” diye sormaya hakkı olamaz elbet.

Acaba özgür iradesiyle mi böyle bir karar almıştır, lokantanın sahibi?

Bu konuda kuşkusu var işte, Ahmet Altan’ın.

Dahası, babasının da,  profesör kardeşinin de…

Neden mi?..

Sürekli “Müslüman kimliği”ne vurgu yapan bir hükümetle yönetiliyoruz da ondan…

Oysa “Hayata tadını veren çeşitliliğidir.” diyen Ahmet Altan, özellikle muhafazakâr-lara şöyle sesleniyor bu yazısında:

“Sadece benim gibi olanlar yaşasın, diğerleri ortadan yok olsun”derseniz, bunaltıcı bir hayat kurarsınız.”

“Siz mağdur değilsiniz artık, mazlum değilsiniz; sizin iktidarınız, kendilerine benzeme-yenlere hayat hakkı tanımak istemeyen Kemalistler gibi, kendilerine benzemeyenlere hayat hakkı tanımamak için uğraşıyor.”

“Kemalistleşiyorsunuz, seçkinleşiyorsunuz; kendi hayat tarzınızı, kendi ahlakınızı “tek” kabul ediyorsunuz.”

Bu güzel yazı, şöyle sona eriyor:

“Bu kadar sıkıştırmayın; sıkıştırmak istedikleriniz tavşan değil,  insan… Ve sonunda birleşip öyle bir bağırırlar ki, sesleri yedi cihandan duyulur.”

“Kum Saati” adlı köşesinde sık sık dile getirdiği gibi yazarın, AK  Parti iktidarına yönelik eleştirinin daniskası var bu yazıda da. Ancak, hakaret yok;  küfür yok…

Aynı tarihli Milliyet’te Güngör Uras “Ülker Grubu”nun kurucusu Sabri Ülker’i

anlattığı yazısında benzer bir konuya değinerek çok güzel bir örnek vermiş. Onu da özetle-yeyim önce:

Yıl 1967…

Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarı… Yeni yürürlüğe giren “İhracatı Teşvik Kanunu”nu tanıtmak için kuruluşları ziyaret ediyor.

“Bana ne yahu! Ben koskoca müsteşarım. Kanun çıktı işte! Resmi Gazetede yayımlandı. Alsınlar, okusunlar. Müdürleri, avukatları, uzmanları, danışmanları var… Oturup tar-tışsınlar. Niçin ayaklarına gidecekmişim? Daha fazla ihracat yaparlarsa, daha fazla kazanacaklar. Benim cebime girmeyecek ki!..”demiyor. O güne dek böyle müsteşar da görülmemiştir hani!

Neyse efendim… Kendi düşüncemi bir yana koyup Güngör Uras’ın yazısına döneyim:

O tarihte yazar Uras da DPT uzmanıdır; dolayısıyla Özal’la birlikte o da geziyor. Bir gün Ülker Fabrikası’na düşer yolları.

Büyük bir masanın etrafında toplanırlar. Özal yeni getirilen teşvik tedbirlerini anlatır. Sabri Ülker’den yeni yatırımlar yapmasını ister.

Ramazan ayıdır. Öğle ezanı okununca, Özal; “Namazı yan odada kılalım” deyip DPT’de bir daire başkanı olan Ekrem Ceyhun ve Sabri Ülker’le masadan kalkar. Yan odaya geçerken:

“-Sabri Bey!.. Güngör oruç tutmaz. Ona yemek getirsinler.”der.

Devamını yazardan dinleyelim:

“Masaya döndüklerinde, benim için getirilen yemek tepsisini önüme koydular. Konuşmalar devam ederken, ben yemeğimi (utana-sıkıla) yedim.“Âfiyet olsun!” dediler.”

Ne güzel, ne güzel!..

Bu işte, istediğimiz, özlediğimiz tablo bizim!..

Hiç kimse, kimsenin inancına karışmayacak…

Herkes, herkesin inancına saygı duyacak…

Özal’ı yıllarca “takunyalı”, “falan filan” diye küçümseyip eleştirenler, keşke O’nun çeyreği kadar olabilselerdi!

Güngör Uras, şöyle bitirmiş bu ilginç anısını:

“Özal ile DPT’de uzun süre çalıştım. Namaz kılmayanların bulunduğu mekânda na-maz kılmazdı. Başka odaya geçer, namazını kılar, dönerdi. Turgut Özal’ın namaz kılmayana ve oruç tutmayana anlayış göstermesine alışıktım ama ilk karşılaşmamızda ve ciddî bir top-lantı masasında Sabri Ülker’in tepsi ile masaya yemek getirmesi beni etkilemişti.”

Ya, işte böyle!..

Şu gerçek, ne zaman başımıza dank edecek, bilmem:

Nasıl ki, biz başkaları gibi olmak zorunda değilsek, başkaları da bizim gibi olmak zorunda değildir!

Herkes ama herkes, böyle bilemeli bunu. 

ÖZRÜ  KABAHATİNDEN BÜYÜK

Sekiz askerimizin şehit olduğu, 15 askerimizin yaralandığı Dağlıca saldırısı için, bir yetkili:  “Gece, çok kalabalık ve ağır silahlarla geldiler. Onun için böyle oldu.” diyor.

Vay namussuzlar!.. Ulan erkekseniz; gündüz, teker teker ve hafif silahlarla gelsenize!

O zaman, dünyanın kaç bucak olduğunu gösteririz biz size!

Bu “terörist” denen düşmanlar, çok kalleş adamlar yahu! Vurup kırıp öldürdükten sonra, karanlıktan yararlanıp kaçıyorlar!

Sivil ve askerî istihbaratımızın da hiçbir kabahati yok, o karakolun bağlı olduğu komutanlığın da…

Elbette o ilin mülkî yöneticilerinin ve onların bağlı olduğu yüksek makamların da…

Nitekim son resmî açıklama şöyle: “İstihbarat alınmıştı; birlik teyakkuzdaydı.” Gerçek böyle ise, çok daha vahim!

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..