Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '17

 
Kategori
Mizah
 

Bedava "Medeniyet Ölçer" İster misiniz?

Bedava "Medeniyet Ölçer" İster misiniz?
 

*Medeniyet ölçen bir alet geliştirdim.

Heyy gözünüz aydın. Medeni misiniz, değil misiniz bilmeniz artık çok kolay olacak. 

Yeni bir alet geliştirdim. Tansiyon ölçer gibi. Takacaksınız kolunuza çıkacak "haliniz" ortaya.

Çıkış noktam; bir insanın günlük davranışlarına bakarak medeni olup olmadığını anlamanın çok kolay olduğuna olan inancımdır. Bir ömür boyu yaptığım gözlemlerde bu konuda hiç yanılmadım.

Baleden. klasik müzikten, resimden filan söz edecek değilim. Alet günlük davranışlarınızı gözleyerek sizi değerlendirecek. Halk tipi bir makina bu.

Şaşıracaksınız medenilik ölçümlemesinin bu kadar kolay olabildiğine.

Piyasaya sürmeden önce, dayanamadım, neye göre dizayn ettiğimi sizinle paylaşmak istedim. Fiyatını henüz belirlemedim ama endişe etmeyin fiyat ne olursa olsun bu yazıyı okuyan ilk iki bin bir kişiye ben hediye edeceğim. Geç kalanlar parayı bastırıp alacak.

Neyi ve nasıl ölçeceğini de şimdiden size anlatırsam kolunuza taktığınızda davranışlarınızı ona göre düzenlersiniz ve puanınız yüksek çıkar diye düşündüm. Siz okuyucularıma kopya veriyorum yani. Eyvah yakalandım. Kopya vermek ve çekmek "ölçere" göre medeni olmayan davranışlar listesindeydi galiba. 

Evet öyleymiş. Kolumda bir yanma hissettim. Deneme prototipi şu anda benim kolumda takılı da. "İlk iki bin bir kişi" yazdığımda da kafama bir çekiç inmişti. Bu kadar okuyucuyu rüyanda bile görsen inanma diye. Bu alet de da fazla oluyor artık. Bu yazıyı yazarken dikkatli olmalıyım. Yoksa çıkarsam mı kolumdan?

Dursun şimdilik.

Biz "medeniyet ölçer"in konu başlıklarına göz atalım.

*Konu 1. Medeniyet göstergesi olarak "ıssızlık ve sessizlik".

Issızlık ve sessizliğin medeniyet göstergesi olduğu söylenir.

Yaşadığımız ortamı nasıl sessiz yapabiliriz?

Uygulaması kolay kurallar var. Yanımızdakiyle konuşurken sesimizi sadece dinleyecimizin duyacağı kadar yükseltebiliriz. Böylelikle otobüsle veya uçakla yolculuk yaparken yolcuların hepsini anlattığımız saçma sapan hikayeleri veya özel hayatımızı dinlemek zorunda bırakmayız.

Çevremde gerektiğinden yüksek sesle konuşan birisi olduğunda, elimin altında onun sesini kısabilecek bir kumanda olduğunu hayal ederim hep. Bu icat üzerinde de çalışıyorum. Televizyon kumandası gibi. Düşünsenize adam (kadın) yüksek sesle konuşurken siz elinizdeki kumandayla onun sesini sadece yanındakinin duyacağı kadar kısıyorsunuz. Kendisi sessize alındığının farkında olmadığı için hem konuşmaya hem de etrafındakilerden anlattıklarına onay, beğeni beklemeye devam edecek. Katılım olmayınca neşesi kaçacak, sesini daha da yükseltecek. Çünkü normal şartlarda böyle durumlarda birkaç yurdum insanı hemen "halka açık görüşmeye" dahil olur.

Bu benim için çok zevkli bir an olacak. O bana kendisini zorla dinletirse benim de onu sessize alma hakkım olmalı. Şimdiden söyleyeyim bu icadımı kendime saklamayı ve kimseyle paylaşmamayı düşünüyorum. Boşuna heveslenmeyin.

Bence sesini etrafa gereksizce yayan kişi, hitap ettiğiyle yetinmeyip, daha fazla sayıda dinleyiciyi konusuna ortak ederek ortamını genişletme arzusundadır. Elbette böyle bir durumda en iyi çözüm oradan uzaklaşmaktır. İyi de uçakta nasıl olacak bu? Durdurun inmek istiyorum desem dinleyen olur mu?

Telefonla konuşurken telefonu mu kullanıyor musunuz yoksa sesinizi bağırarak mı duyurmaya çalışıyorsunuz?

Yurtdışında ortak mesai yaptığımız bir yabancı arkadaşım bir gün bana Türkiye'yle telefonla konuşurken "telefonu" neden kullanmadığımızı sormuştu. Sonradan anladım ağır bir eleştiri olduğunu. Üzülerek söylemeliyim ki adam haklıydı. Öyle bağırıyorduk ki duyan yangın var sanıyordu.

Bağırarak konuşmamızın nedenleri vardı.

Öncelikle hatlar çok kötüydü. Otuz yıl öncesinden söz ediyorum. Duymuyorduk birbirimizi.

İtirafta bulunuyorum. Bizim neslin yokluk döneminde edindiğimiz alışkanlıklarımız var. Bunlar kolay değişmiyor. Geçen gün torunlarımla görüntülü görüşme yaparken babaları (oğlum) bana neden bağırarak konuştuğumu sordu. Hiç öyle bir niyetim yoktu halbuki.

Az çekmedi bizim nesil bu teknolojik gelişmelerden. Bir ömre neler sığdı. "İhbarlı telefondan" "face time"a geldik. Yeni nesiller bilmez ihbarlı telefon görüşmesini. Anlatayım da biraz eğlenin.

Kasabalarda, köylerde evlerde hiç telefonun olmadığı zamanlarda büyüdük biz. Kasabalarda PTT merkezlerinde, köylerde muhtarın evinde telefon olurdu. Yegane temas noktası oralarıydı. Kasabalara santrallar kurulmaya başlandığında vatandaşlar evlerine telefon almak için başvuru yapmaya başladılar. Çocuğu doğan aileler nüfus cüzdanını çıkartır çıkartmaz, sıra kapmak için, posta merkezine uğrayıp bebek adına telefon başvurusu yaparlardı. Ortalama bekleme süresi yirmi yıldı. Beklenti, çocuk erkekse askere gidinceye kadar telefonun bağlanmasıydı.

1964 yılında İzmir'de yatılı okulda lise öğrencisisiniz. Harçlık bitti.  Ayda 10 liraydı. Babanıza bu kara haberi vermeniz gerekiyor.

Tek yol ihbarlı telefon. Polatlı posta merkezini arayıp babanızla (Allah rahmet eylesin) görüşmek istediğinizi söylerdiniz. Postacı peki deyip telefonu kapatır ve çarşıda babamı aramaya çıkardı. Yolda karşılaştıklarına da babamı aradığını söylerdi. Gören olursa haberi versin diye. "Aranan Baba" bir şekilde bulunur ve posta merkezine gelirdi. Sonunda geri arama gerçekleşir ve derdinizi iletirdiniz. En az yarım günlük bir süreçti.

1987 yılında Gebze yakınındaki bir benzinciden jetonla Roma'yı aradığım zaman kendimi çağ atlamış hissettim.

Uzattık sözü. Günümüze gelelim. Elimizde "öküz alınabilecek parayla" aldığımız (Zaytung'dan izinsiz ödünç alınmıştır) akıllı cep telefonları var.

Neden bağırarak konuşmaya devam ediyoruz? Bilen varsa söylesin.

"Medeniyet ölçer"e göre medeni insan, her durum ve şartta, kendi sesi veya gürültüsüyle başkalarını esir almayan insandır.

Issızlık konusuna hiç girmek istemiyorum. Güzel yurdumda ıssız bir metrekarelik bir alan bile kaldığını sanmıyorum. O lüksü başkalarına bırakalım. Beş kilometre yakınına komşu taşındı diye karalar bağlamış Norveçli gördü bu gözler.

Konu 2. Kapıyı kapatmak veya kapatmamak.

Kapıların çoğu otomatik oldu. Bizi görünce açılıyor geçince kapanıyor. Ne güzel.

Kendisiyle 1976 yılında Amerika'da tanışmıştık. İlk karşılaşmamızda kendiliğinden açılınca girmekte tereddüt etmiş, geri çekilip biraz beklemiştik. Bir kaç Amerikalı gelip geçince bize de cesaret gelmişti. Yaklaştık ve başarımızdan dolayı hafifçe kasılarak içeri girdik. Türk'ün teknolojiyle sınavı.

Az da olsa halen kendimizin açarak girdiğimiz kapılar var.

Açıp içeri girdikten sonra kapıyı ne yaptığımız önemli "ölçer" açısından. Bir hareket tarzı kapıyı açık bırakmak olabilir. Sanki biz açmamışız gibi. "Ölçer" bu davranışı beğenmez, bilginiz olsun. Ölçeri boş verelim şimdilik. Bu davranışı bizim köyde (Çekirdeksiz) yaparsanız size eleştirel bir soru sorarlar. Müstehcen olduğu için yazmıyorum. Siz siz olun bizim köye yolunuz düşerse köyün kahvesine kapıyı açık bırakıp girmeyin veya sorulacak soruyu merak ediyorsanız girin.

Açtığımız kapıyı kapatmak en doğru hareket tarzı. Düğüm de burada. Kapıyı kapatırken hemen arkanızda içeri girmeye çalışan birisi olabilir. Farkında olmayabilirsiniz. Bakmadan kapattığınızda o kişi size çok yakınsa kapıya çarpar, biraz uzaksa kapıyı yüzüne kapatmış gibi olursunuz. Üzülebilir.

Ölçerin istediği, kapıyı kapatmanız, kapatmadan önce de dönüp arkanızı kontrol etmenizdir.

Ne kadar medenice davranırsanız davranın, bazen hoş sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Yakınlarda oldu. Su parasını ödemeye gitmiştim. Kapıyı açıp binaya girdim. Kapatmadan önce arkama bakacağım tuttu. Ölçer kolumda ya. Olumlu puan toplamaya çalışıyorum. Vatandaş oldukça yakındı. Gelip teslim alsın diye kapıyı açık tutmaya devam ettim. Geldi, yüzüme bile bakmadan benim açık tuttuğum kapıdan geçti gitti. Kapı elimde bakakaldım. Teşekkür etsem iyi olacaktı. Yetiştiremedim.

Yorumunu öğrenmek için "ölçer"e baktım. "Sakin ol" demez mi?

*Konu 3. Araç sürerken yaya geçidinde bekleyen yayaların geçmesine izin vermek.

Trafik ışığının olmadığı yollarda yayalar yolun karşı tarafına geçmek için beklerler. Beklerler de beklerler. Araçların geçişi bitince karşıya geçmek için hamle ederler. Genellikle bir intihar yürüyüşüdür bu. Tam geçerlerken başka bir aracın geldiği çok olur. Şehir içinde "hız sınırlaması" olmadığı için yüksek bir hızla gelen bu araç yayaları görünce daha da hızlanır, sanki yayaların can havliyle kaçışmasından zevk alır gibidir. Hızlı yürüyebilen var yürüyemeyen var. Herkes askerliğini komando olarak yapmadı ki.

İnanmıyorsanız Nisbetiye caddesine gelin.

Benzetmek gibi olmasın ama bu durumdaki insanlarımız tehlikeden kaçışan tavuklar gibi görünür bana.

Yaşadığınız ülkede araç sürücüleri yaya geçidinde bekleyen insan gördüğünde "zınk" diye duruyorsa medeni bir ortamdasınız demektir. Gidiniz Romanya.

Yaya geçidine girmiş insan görüldüğünde durmak için frenlerin üstüne çıkan ve yakan araç sürücüleri için, gidiniz Amerika.

Küçücük bir kasabada bile emniyet olsun diye kavşaklarda araçlara hep kırmızı ışık yanan, nadiren yeşile dönen, sürücüyü canından bezdiren trafik düzeni için, gidiniz Almanya.

Konu 4. Trafikte hızımıza uygun şeritte yol almak.

İlk arabamı 1976 yılında almıştım. Araçta sol tarafta bir tane yan ayna vardı. Sağ tarafta ayna yoktu yani. İnanılırdı ki geçmek isteyen solunuzdan geçecek. Sağ tarafınız sizin gerektiğinde kaçmanız için hep boş olmalıydı. Aynaya da gerek yoktu.

İnsanoğlu motorla yürüyen araçlara binmeye başladığında belirlenen ilk kural "yavaş giden sağdan, geçişler soldan" kuralıymış. Bugün de temel kural olarak geçerli. Uysak ne güzel olur.

Bir arkadaşım İsveç'te dört şeritli boş bir yolda önündeki aracı sağından geçtiği için mahkemeye verildiğini anlatmıştı. Ülkelerinde araç kullanmasını yasaklamışlar. Fotoğraflarını da hudut kapılarına asmışlar.

Kuralı ihlal edenler sadece sağdan geçenler değil. Çok yavaş gittiği halde ısrarla sol şeridi kapatanlar da en temel trafik kuralını ihlal etmekteler. Eskiden kamyonlar vardı yollarımızda. Rampalarda hızları azalmasına ve güçleri yetmemesine rağmen kafa kafaya devam edip inatla biribirlerini geçmeye çalışıp iki şeridi de kapatırlardı. Onların hızına tabi olurdunuz. Canlarını al yollarını alma. Asla yol vermezlerdi.

Araçlarının yavaşlığının acısını biz küçük araç sürücülerinden çıkardıklarını düşünür, pek ses etmezdim.

Şimdilerde kamyonlar yok ama otoyolda yirmi kilometre hızıyla sol şeritten gitmekte ısrar eden çok sürücümüz var.

"İstisnai", "fevkalade müsaadeye mazhar" sürücülerimiz de var ki onlardan söz etmeden geçmeyelim. Onlar iki şeritli yolun tam ortasından giderek eskiden ancak iki kamyonun yapabildiğini tek başlarına yaparak  iki şeridi de kapatırlar.

Bir de ne zaman hangi şeridi kullanacağı belli olmayanlar var. Canları sıkıldığında sinyal vermeksizin, boş mu değil mi bakmadan şerit değiştirirler. Onları görünce ben aramız açılsın diye zorunlu mola veriyorum.

Konu 5. Toplumsal yaşam kurallarına gönüllü uyum.

Ne güzelmiş toplum halinde yaşanmayan günler. Kural yok, soran yok, sorgulayan yok. Nasıl istersen davran.

Zorunlu toplu yaşam, herkesin iyiliği için kurallar konulmasını gerektirmiş.Örneğin evimizden işimize giderken kendimize ait bir yolumuz olsa kurala ne gerek vardı. Yolun ister sağından ister solundan istediğimiz hızla gider gelirdik.

Aynı yolu birlikte kullanmak zorunda olunca kurallar ortaya çıkmış.

Birlikte yaşamanın selameti için konmuş kurallar. Herkesin, kontrola gerek kalmaksızın, gönüllü olarak uyacağı varsayılmış. Pek de öyle olmamış. Uyan var, uymayan var. Uymayanları belirleyip, uyanlar adına, uyarmak, eğitmek ve gerekirse cezalandırmak için "devlet" diye bir teşkilat kurulmuş.

Kurala uyanların çoğunlukta olduğu, diğer deyişle kural ihlalinin istisna olduğu, medeni insanların çoğunlukta olduğu ülkelerde işi yürütmek kolay.  

Az sayıda kuraldışıyı polis yakalar. Suçuna uyan cezayı verir sistem.

Kurala uymanın istisna teşkil ettiği ülkelerde çözüm ne olabilir?

Herkesin peşine bir polis takamayız ki. Kurala uymayanlar çoğunlukta olunca, kuralsızlığın kural olduğu bir ortam oluşuyor. Böyle bir ortamda kurallara uymaya çalışanlar asıl tehlikeyi oluşturuyorlar. Toplumun alışık olmadığı beklenmeyen davranışlar sergiliyorlar. Alışılmış düzeni bozuyorlar.

Benim önerim böyle toplumlarda ısrarla kurala uymaya çalışanları yakalamalı polis. Kuralcılar rehabilitasyona alınarak topluma uyumları sağlanmalı. Kendi iyilikleri için. Aksi halde her an bir şiddete maruz kalabilirler.

Bu tedavide iki ana tema işlenebilr.

Birincisi "elle gelen düğün bayram" deyişidir. Der ki bu deyiş:

Başına gelenlere ses çıkarma.Yeter ki herkesin başına aynı şey gelsin. Sakın sürüden ayrılma. Yalnız kalma. Vatandaşlığa heves etme. Tebaa kal. Rahat et.

İkincisi "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" deyişidir. Der ki bu deyiş:

Yılan sana yaklaşmadığı sürece görmezden gel. Sakın başkalarıyla yardımlaşma, dayanışma içine girme. Kurallara uymayanları görmezden gel. Boş ver. Sana ne. Sen mi düzelteceksin her şeyi.

Bu iki özlü deyişi içine sindirerek uyumunu sağlayan "eski kuralcı"yı artık huzur içinde "kuralsız" topluma salabilirsiniz.

Yukarıdaki iki deyişi içine sindirmekte zorlanan olursa onlar için son çare manevrası, "eski köye yeni adet getirme" deyişidir.

Konu 6. Bilerek başkasının hakkını yeme.

Toplu yaşarken çok dikkat etmezsek, kolaylıkla başkasının hakkını yiyebiliriz.

Yavaşça yandan yaklaşarak, otobüs sırasında bekleyenlerin önüne geçersek arkamızda bıraktılarımızdan binemeyen olursa hakkını yemiş oluruz.

Alışverişimizi bitirdikten sonra ödeme için kasaya geldiğimizde almayı unuttuğumuz bir şey aklımıza gelir, alışveriş arabasını sıra tutması için kasanın önüne bırakır, eksiğimizi tamamlamaya gidersek sıradaki diğer kişilerin zamanından çalarak haklarını yemiş oluruz. Evlerinde onları bekleyen hasta yakınları veya çocukları olabilir.

Akıllı telefonlardan söz ettik ya. Telefon ne kadar akıllı olursa olsun iş kullanıcıda bitiyor. Telefonla yapabileceğiniz bir işiniz var. İlgili kurumun numarasını çeviriyorsunuz. Size uygun rakamı buluncaya kadar dinliyorsunuz. Almak istediğiniz hizmete uygun rakam yok. Operatöre bağlanmak için bekleyin diyor sistem. Bekliyorsunuz. O sırada kurumun reklamı başlıyor. Kulak tırmalayan bir müzik eşliğinde. Benim paramla bana kendi reklamını dinletiyor adam. Pes yani.

Sigara içilmeyen ortamda sigara içersek kalp rahatsızlığı olan birine zarar vermekteyizdir

Sınavda kopya çekmek en hafif deyimiyle hırsızlıktır. Vebali ödenemez. 

İlkokuldan son okula kadar, nerede sınav varsa, başlarında nezaretçi olmaksızın, sadece kendi bildiklerini cevap kağıdına yansıtacak kadar kendisine saygısı olan bireylerden oluşan bir toplum ilerleme yoluna girmiş demektir. Hayal mi kuruyorum. Evet. Ama başka yol yok. Bilen varsa söylesin.

Ayvalık'ta Armutçuk Pazarına gittiğinizde, boşalacak park yeri için sıra beklemekte olan araçları, canınızı tehlikeye atarak sollayıp ilk boşalan yeri haksızca kaparsanız en fazla beş dakika zaman kazanırsınız. Neler kaybettiğinizi ise zamanı gelince görürsünüz.

Emniyet şeritleri acil durumlar içindir. İşgal edersek ambulansın geçişine engel olabiliriz. Hastanın, yaralının yaşamı tehlikeye girebilir.

İki konu var ki bunları yaptığımızda "ölçer" kendi kendini imha edecek şekilde planlandı. Kolunda ölçek patlayan kişinin yenisini edinme hakkı da olmayacak.

Bunlardan birincisi; tasarrufunuzda her hangi bir kamu gücü varsa ve o gücü (yetkiyi veya kaynağı) kişisel çıkarınız için kullanırsanız, bu dünyada medeniyet kapısı sizin için tümden kapalıdır. 

İş bununla da kalmayacak. Öteki dünya da gitti. Neden bu kadar büyük bir hata sayılıyor.

Nedeni şöyle. Kendiniz için kullandığınız kaynak halkın ortak katkısıyla oluşmuştur. Halk katkısını yaparken toplanacak kaynağın kendine hizmet için kullanılacağını varsayar. Kendinize yonttuğunuzda halkın alacağı hizmeti engelleyerek hakkını yemiş olursunuz. Bu çok ince ve ihlal edilmesi çok kolay bir çizgidir. Çizgiyi vicdanlarında hissetmeyenler kolaylıkla ihlal edebilirler.

Yaradan diyor ki "kul hakkı yemiş olanları ben affedemem. Ancak hakkı yenenler affedebilir."

Özür dilesek affolur mu? Olmaz diyor bilenler. Kimden özür dileyeceğiz? O kaynağın oluşmasına kimin katkı yaptığını bilemeyiz ki. Nasıl bulup bizi affetmesini isteyeceğiz o kadar insandan. Hem bulsak da "haklarını helal" edecekleri ne belli. Ben şahsen böyle bir durumda kimseye hakkımı helal etmem. Şimdiden söyleyeyim. Benim de katkıda bunduğum kamu gücünü amacı dışında kullanan herkesten öteki dünyada şikayetçi olacağım biline.

Kişiyi kalıcı olarak sistemin dışına çıkaran ikinci davranış şekli trafikte ambulansa yol vermemesidir. Bunun nedenini açıklamaya gerek yok sanırım. 

"Ölçer" ambulansa yol vermeyen sürücülerin kullanım haklarını iptal ediyor da başka bir konuda kafası karışık. Ambulansın arkasına dalıp ona açılan yoldan faydalanmaya çalışanları nasıl niteleyeceğini bilemiyor.

Sonuç.

"Ölçer"in değerlendirmesine esas olan konuların bazılarından söz ettik. Hepsini anlatmadık ki biraz sürpriz olsun. Kopya vermenin de bir sınırı var. On üzerinden değerlendirilen bir sınavda, beş alacak kadar destek yeterli olabilir. Daha yüksek not almak istiyorsanız biraz da siz çalışın.

Örnekleri çoğaltmak mümkün. "Ölçer" buna benzer bütün yanlışlarımızı kayda alacak ve her akşam bize bir özet sunacak. Bu özet "kişiye özel" olacak. Başka kimseyle paylaşılmayacak.

Her türlü davranışımızı hep gören, bize şah damarımızdan daha yakın başka bir göz var ama o inananlar için. İnanmayanların ondan çekinmesine gerek yok. O hesabı öteki dünyada toptan soracak. Anlayana, O da bu dünyada bazı ipuçları veriyor ama pek anlayan yok gibi. Belki "ölçer" bu bağlamda size katkıda bulunur.

"Ölçerli" yaşamınızda mutluluklar dilerim. Umarım hep iyi raporlar alırsınız makinadan.

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..