Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Ben kimim?

Ben kimim?
 

Kocası ona ‘sen kişiliksiz birisin’ dediğinde, ‘Bana böyle deme, ben kişiliksiz değilim’ diye karşılık vermişti.

Aslında herkes gibi onun da bir kişiliği vardı ama onun kişiliği kişiliksizlikti. Kimliğini bulamamış, kim olduğunu kavrayamamıştı hala. Çünkü çocukluğundan, geç kızlığından beri her hareketi, her davranışı başkaları tarafından belirlenmiş, attığı her adıma başkaları yön vermişti.

Nasıl giyineceğine, ne şekilde konuşması gerektiğine, kimlerle arkadaşlık yapacağına, hangi okulda okuyacağına, hangi mesleği seçeceğine ve nasıl biriyle ve de kiminle evleneceğine hep başkaları karar vermiş, bunları yapmak için de onların onayını almadan tek adım atmamıştı.

Ona sadece tüm bunlar için ‘olur’ demek kalmıştı. Bu yüzden hep sorumluluk almaktan korkmuştu. Bekarken anne-babasının, evlendikten sonra da kocasının ağzının içine bakmış, hep yürü yürü, dur dur, git git bir yaşam sürmüştü.

Onun için günler gelip geçsin, karnı doysun, sırtında bir elbise olsun yeterdi. Aç ve açıkta kalmasın, kimse öte git, beri gel demesin istiyordu. Varlığını hissettiremediği gibi yokluğunu da kimse farketmiyordu. Ama böyle yaşamak da işine geliyordu. Hayatın yükünü taşımak zorunda kalmıyordu. İpinden çekenler nasıl olsa önüne yiyeceğini, suyunu koyuyordu. Ötesine gerek yoktu.

Ve bir gün geldi ne olduğunu anlayamadan duvara tosladı.

Kocası önce eleştirilerinin dozunu artırdı sonra da, “Ben ruhsuz bir kadın istemiyorum. Varlığınla yokluğun bir, boşanalım” dedi.

İşte o zaman dank etti kadının kafasına. ‘Boşanmak’ sözcüğü beynine zıpkın gibi saplanmıştı. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. Dondu kaldı. Bu güne kadar yapılan eleştirileri, tenkitleri gelip geçici görmüş, nasıl olsa ömür böyle geçip biter diye düşünmüştü. Ama böyle yolun yarısında ‘boşanmak’ da neyin nesiydi. Ondan sonrası nasıl giderdi hayatın.

Düşündü.

O güne kadar hiç yapmadığı bir şeydi bu. Düşünmek. Kendi hayatını, geleceğini, yaptıklarını, düşündü, içinden çıkamadı. Ne yapacağına karar veremedi. Artık ona yol gösterecek, yön verecek, şöyle yap böyle yap diyecek anne-babası, onlar gibi yakın davranacak bir akrabası, dostu da yoktu etrafında.

Bocaladı. Eli ayağına dolaştı. Ekmekten, aştan kesildi. Yüzü gülmez oldu.

Düşünmeye başladıktan sonra, devamlı kendi kendine şunu sorar oldu; ‘Ben kimim?’

Ama cevabını alamadı. Alması mümkün değildi. Çünkü kim olduğunu bilmesi için bir kimliği olması gerekiyordu, ama o kimliği kazanmasına fırsat vermemişlerdi hiçbir zaman.

Toplumda bir birey olmuştu, devlet ona bir kimlik belgesi vermişti ama onda da sadece başkaları tarafından konan ad, soyad, kendi tercihi olmayan anne-babasının adı, doğuştan sahip olduğu dini, kendi karar veremediği doğum yeri, tarihi yazıyordu.

Ya kendisi ne katmıştı bunlara? Koskoca bir hiç..

Ve şimdi evlenmesine başkasının karar verdiği, kendisine sadece onaylamanın bırakıldığı kocası gidiyordu. Ona dur diyecek kimse yoktu.

‘Sen kişiliksizsin’ demişti kocası.

Kişilik neydi?

Yatak odasındaki gardrobun önüne geçti, kapağındaki aynada uzun uzun baktı yüzüne, evlendiği günkü ile şimdiki hali arasında dağlar kadar fark vardı. Hiç farkına varmamıştı bu değişim gerçekleşirken..

‘Ben kimin?’ dedi, içinden, ‘Ben kimim?’

 
Toplam blog
: 121
: 1472
Kayıt tarihi
: 23.08.07
 
 

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü mezunuyum. 28 yıllık g..