Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '11

 
Kategori
Öykü
 

Ben Seni Şiirlerinle Sevdim

Ben Seni Şiirlerinle Sevdim
 

...


‘’Annem ve babam amca çocukları’’ dedi ve sustu! Adam.

Akdeniz’in köpüklerini salına salına dokundurduğu şehrin,’’Balıkçı barınağına’’ bir dertleşi düşmüştü. Aslında dertleşi de sayılmaz bir ‘’hikâye-i sevda idi düşen.

‘’ Hadi öyleyse anlat ‘’ dedi ! Kadın.

Ve susayazdı gece...Gözlerini kapattı ‘’Zühre’’ gözyaşlarını akıttı içine. Derin bir of çekti kamer.

Başladı ‘’hikâye-i sevda’’

Töre(nsel) evliliğin takvime bağlı sancılarından doğdu, portakal çiçeğinin ıtırının yükseldiği şehirde ‘’Orhan’’...Muştu, erkekti erkek olmasına ama ebenin yüzünde bir ‘’güz sarısı’’ hakimdi.Ters giden bir şeyler olmalıydı.Erkek evladın doğumuna mermi yakılan köy meydanlarının geceye bıraktığı ‘’izli barut kokularına şahit olanların’’ nutku tutulmuştu. Tedirgindi gece.

Sessizliği Orhan’ın ağlaması böldü.

İşsizliğin göçerliğe mahkûm ettiği ailenin, ‘’doğuştan engelli oğulları’’ ailenin geçim zorluğuna rağmen sevgi yumağı olmuştu çok geçmeden.
Yıllar zorlukların sarmalında ‘’Orhan’ı ‘’ büyütüyordu.

Anne sırtında, tekerlekli sandalyede geçen ilköğrenim ardından, lise yıllarına başladı Orhan.

Gri pantolon, mavi gömlek, lacivert ceket ve kravat ne de güzel yakışmıştı.
Vesikalık resmine bakanlar ona hayran kalıyorlardı.
Orhan’ın hiç boydan resmi olmadı.

Edebiyat derslerinde onu çeken bir yan her zaman vardı.
Belki de Edebiyat Öğretmeni Nazan Hanım onun edebiyata özellikle de şiire olan tutkusunu keşfetmiş ve onu yüreklendirmekteydi.

Nazan Hanım; Orhan’daki istidadı keşfetmiş ve onu doğru okumalara yönlendirmek hatta yazmaya yüreklendirmek için, kitap tavsiyesinde bulunmuştu.

‘’Christy Brown’’ dedi
‘’Sol Ayağım ‘’ okumalısın.

Orhan ‘’ Tamam hocam’’ dedi. Eve gider gitmez annesine, bir pusulaya adını yazdığı kitabı temin etmesini söyledi.

Çalışma odasına geçip ara sıra karaladığı şiirlerinden birini okumaya başladı.

Onun günlerini geçirdiği çalışma odası, ki oraya ‘’mağara’’ derdi. Nefes aldığı yerdi.
Kitaplarının, dergilerinin ve bilgisayarın varlığı onun ‘’oyun arkadaşları’’ oluyordu.

Vakitsiz ilham fısıltılarından, bir dem yakaladığı an olsa gerek, yine ellerini bir titreme kaplamıştı. ‘’Mavi, Gurur, Aşk’’ adlı üçleme şiirinin ilk kısmını yazmıştı.

Ve yüksek sesle tekrarladı...

Mavi, Gurur, Aşk
Üçleme

(I)

Mavi aparılmış cümle kâinat
Ve insanlığın heybesine umut
Lâkin
Aç gözlü simsar bedestenlerde
Dirhem dirhem okkaya getirilmiş
Mavi

Yetmezmiş gibi üryan bırakılmış apansız
Salyası akan tarafın çığlığı kendine
Duyuramamış duymamış insanlık
Mavi çıplak
Harem konuğu
Ağa dokunması ürperti
Hicap eriyor
Yıldızlar gözlerini kaçırdı
Kamer öfke kesiyor

Son dördünde kızılca kıyameti
Maviye gözyaşı tavana asılı çengelde salınan mavi
Ağa dokunması
Çığlık
Bu demden sonrası
Hakînin maviye çalması
Üstü karanfil döşeli ağıt
Hep ağıt

***

Tam ikinci bölüme başlayacağı sırada, annesinin Orhan’a seslendiğini duydu.

Çay ister misin?

Çaya asla hayır demezdi, Orhan.

Annesinin çakır gözlerine değen gülümsemesiyle, ‘’ince belli dertdaşını’’ aldı.

Annesi odasından çıktı fakat, ne kadar zorladıysa da şiirin ikinci bölümüne başlayamamıştı.

Bir dahaki, ilham saatinde artık diyerek...‘’Sol ayağım’’ adlı kitabının sayfalarına daldı.

Fasılasız okudu.

‘’Neden olmasın’’ dedi.

Ertesi gün şiirlerini edebiyat Öğretmeni Nazan Hanım’a göstermeye karar verdi.

Tecelliye bak! Nazan Hanım, Yeni Türk Şiiri üzerine örneklemeleri anlatıyordu o günkü derste.

Orhan bunu fırsat bilerek,

‘’Benim de şiirlerim var ‘’ dedi.

Sınıfta suskunluk karışımı, alaylı bakışların varlığı sezilse de,

‘’Bizimle paylaşır mısın? ‘’dedi Nazan Hanım.

‘’Mavi, Gurur, Aşk’’ şiirinin birinci kısmını okudu.

‘’Biliyordum! ‘’ dedi Nazan Hanım.‘’Senin yetenekli olduğunu’’

Sınıftan.
‘’Bravo’’ sesleri yükseldi.

Ardında, ekledi Nazan Hanım.

‘’Bunları paylaşmalısın. Sanal edebiyat siteleri de olsa, mutlaka paylaşmalısın.
‘’Hatta edebiyat dergilerine yollamalısın. İnşallah kitaplaşır. ‘’dedi.
‘’Benim buna inancım tam.’’

Bu yüreklendirme, Orhan’ın cesaretini artırmıştı şüphesiz...
Ne de olsa, yıllarını edebiyata vermiş, nice şair ve yazar’a edebiyatı anlatarak öğretmenliklerini yapmış olan, Nazan Hanım söylemişti bu sözleri... Yabana atılmaması gerekirdi.

Hatta yüksek öğrenimini edebiyat üzerine yapmaya o dakika karar vermişti’’

İdealleri uğruna; Başkent güncelerine yelken açmıştı.
Artık,’’ edebiyat fakültesinde’’ olayın metodik yönlerini öğrenmeye başlamıştı.
O klasik edebiyat öğretilerine saygı duymak ve öğrenmek beraber.
Modern edebiyatın etkisinden kendini alamaz olmuştu.
Okumalarına daha çok bu yönde ağırlık vermekteydi.

Tatil dönüşlerinde, Nazan Hanım’a uğramadan asla tatilini bitirmezdi.

Artık, şiirleri, deneme ve öyküleri ‘’Başkent’in’’ sağladığı olanaklar ile yayınlanıyor ve okur kitlesi oluşmaya başlıyordu.

Mevsimsel döngünün yüzünü yeşerttiği ‘’ebr-i nisan’’ günlerinde, Orhan bir yayınevine hazırlamış olduğu ‘’ BEN SENİ ŞİİRLERİNLE SEVDİM !’’ adlı dosyasını göndermişti.
Yayınevinin editörlerinden, ‘’Seray ’’ dosyayı ilginç bulmuştu.

Şiirler üzerinde düşünmeye başlamıştı.

II)

Gurur
Dişil ve eril ruhların ateşten gömleği
Taa belâ ahdinden kalan
Hicran kuşatırsa hiç yoktan gurur rüzgâr olur
Kavurur samyeli yakısınca an be an kurutur teni
Neden /Gurur
Gurur /Neden
Şimal’in kesifliğinde biriken bakışların
Adı gurur
Sonu olur âdemin
Sırtını döner zamana
Kaf dağında konukluğu
Gurur

***

‘’Dosya tümüyle bambaşka’’ diye iç geçirdi.

‘’Ama bu şiir’’ dedi Seray, sarstı beni.

Elektronik posta ile cevabını verdi.

‘’İş var bu dosya’da.’’

‘’Sizinle dosya hakkında görüşmemiz gerekli’’ dedi.

Yorgunluğun çöktüğü gece ayazında, yeni şiirlerine dize arayan Orhan
Kim bilir kaçıncı kez ‘’’’ tuşuna basıyordu bilgisayarında.

Tam o sırada,

Mesajlarını kontrol etmesi gerektiğini düşündü.

Mesaj kutusunda...

‘’Merhaba’’ ile başlayan bir ileti.
‘’ Ben, Seray ...’’
‘’Kitabınızla ilgili görüşmemiz gerekli. Bu kitabınız yayınlanmaya değer.Yayınevine bekliyorum.’’
‘’Selamlar..’’
Orhan,
Ayazın soğuttuğu çayına uzandığında, yüreğinden bir şeylerin ezginliğini hissetti.

‘’Tamam değilim’’dedi.
‘’Eksiğim... Eksik !‘’
Sustu... Gece de yüzünü eğdi.

İletiye cevap verse miydi?
Ya da yayınevine gitse miydi?

Cevap vermemesi nezaketsizlik olurdu. Mazeret uydurabilirdi.

‘’Kim yalandan ölmüştü ki ?’’ diye düşündü.

Kocatepe Şerefesinden yükselen Cuma salâsı, odasının açık penceresinden tül perdeyi havalandırmıştı.

Ve sustu...’’Kör şeytana lanet! ‘’ dedi.

İletiye cevap almasa da, ‘’Seray hanım,kitabı baştan sona okumuştu...
‘’Bu kitapta bir farklılık var.’’ dedi.
‘’İmgesi, dili, kurgusu...’’
‘’Kesinlikle farklı ‘’ dedi.

‘’Mavi, Gurur, Aşk’’ şiirinin üçüncü kısmını okuduğunda,

III)

Aşk, Âdem yaratılışın Havva’da tezahürü
Mitolojik tanrıların kılıçlarını keskin tutukları
Truva’da taşı taşın üstünde bırakmayan
Dişil gerçek
Aşk
Eril öfke
Aşil

Ve
Truvalı Helen

Kumul dokunuşlarında çölün bir çift gözün karasına
Çakılı kalan nazar
Çölün ortasında dikilmeye çalışılan gülizar
Kurumalara inat yeniden yeniden
Denkliğin yok sayıldığı
Denklikten azade aşk
- akıl tutulması-

Mavi gurur aşk
Üçleme

Mavi yaratıldı /gurur tacını giydi /aşk anaforuna çekildi
Gurur tacına yenik mavinin siyahî zülfü
Boynu aşk sunağında karanfil çıt kırıldı
Bu demden sonrası hakinin maviye çalması
Üstü karanfil döşeli ağıt
Hep ağıt

Seray, bir ileti daha yazdı.

‘’Şiirlerinizde kullanılan imge,dil ve kurgu şuana kadar okuduğum şairlerin hiçbirinde rastlamadığım bir tarzda.Türk şiirinde bir birine taklide yeltenen onca şair varken; sizin kaleminiz ve üslubunuz bunların dışında..’’TÜRK ŞİİRİNE’’ yeni bir soluk adeta. Özellikle ’’Mavi, Gurur, Aşk’’ adlı üçlemenizi defalarca okudum. Coğrafya, tarih, din ve töre sarmalında kaleme alınmış nadide bir şiir. Kadın olmam belki de bu hissiyata sebep oldu. Öyle olmadığını, bunun bir hissiyat olup olmadığı test etmek için, şiirinizi erkek editör arkadaşlarıma da okuttum. Onlarda benimle aynı düşünceleri paylaştı. Ne yalan söyleyeyim, dosyanız bana ilk ulaştığında, ‘’Bu da diğerleri gibi, araklama imgelerden kurulu şiirlerin oluştuğu dosyalardandır.’’ dedim. Bu düşünceden dolayı sizden çok özür dilerim.
Şiirlerinizde beni içine çeken bir tonlama var. Ve bu kaleme sahip şairi mutlaka görmem gerek diye düşünüyorum.

Selam Seray ’’

Final dönemlerinin yorgunluğu ile nicedir uzak kalınan bilgisayar’ın başına geçen Orhan.
Elektronik postlarına baktığında, neredeyse yirmi gün önce gelen mesajı gördü.
Mesajı okumasıyla, bir yanını kaplayan ılık tebessümle, Nazan Hanım’ın haklı çıktığı gerçeği bütün yorgunluğunu aldı.

Diğer yandan ise, yayınevine gidemeyecek olması
Seray’da yaratacağı düş kırıklığı..
Bu şiirleri;
‘’Sen mi? yazdın (!) bakışı’’

Aşağılanacağı algılaması...
Çalışma odasının dökük sıvasına sızmış şeytanın desisesi...

Zihninden uzaklaştırmak için

‘’KAFKA’nın ‘’günlüğüne bulaşan okuma terapisi.

Yine cevapsız bırakılan bir mesaj

Neden sonra uykusama...’’Sefil Uykusama’’

***

Şubat ayazında, Başkent’e bir çayevine sızıntı.
Simit ve çay ikilemesi.

Alçak masaların etrafına oturmuş grupların gündem üstüne fikrî tartışmaları...
Tam bu anda, kapının açılmasıyla, hemen kapı arkasında oturan;
Orhan’ın yüzünü yalayan ayaz ürpertisi.
Elinde dosyalarıyla kırmızı şalını omzuna atmış ve beresinin altında, dalgalı saçlarının uçlarını özgürlüğe salmış, gamze çukurlarına gülümseme oturtan ‘’Seray’ın’’ içeriye girmesi... Kısacası ’’çayın bardaktan habersiz olması’’ tezahürü...

Seray’ın, tıkış tıkış yerde Orhan’ın hemen sağındaki, bir tek boş masaya ilişmesi.
Çay ritüeli...
Kendi dünyalarına dalan ben-i Âdem hâlleri.
Seray elindeki, kırmızı dosyasının ucunu kaldırarak içindeki, şiirleri okumaya devam ederken tam o sırada..

Çayı’nı tazelemek için garsona seslen Orhan’ın gözüne ilişen ve üzerinde ‘’ BEN SENİ ŞİİRLERİNLE SEVDİM !’’ adlı dosya.

‘’Sesi içine çekilen zaman...’’
Orhan’ın;
‘’Aman Yarabbi dediği an.’’

Kekeleme... ‘’ben se/ni şi/ir/lerin/le sev/dim’’

Aynı anda çaydan bir fırt çekilmesi.
Bardağın masaya terki.
Orhan’ın gözlerini kaçırma seansı.

Seray’ın dosyayı masaya bıraktıktan sonra boşluğu yoklayan gözlerinin elasına bulaşan şairi arayışları..
‘’Kim yazabilir böylesine dizeleri? ‘’ Diyerek neredeyse yüksek sesle söylenmesi kendi kendine.

Garsonun;
‘’Çay ‘’Diye seslenmesine bulaşması.

Orhan’ın ürkek bakışı ve titrek bir ses makamıyla.
‘’Şairsiniz galiba sorusu...’’Seray’ın sesin geldiği yöne tenezzül yoksulu bakışı.
‘’Hayır ‘’ diyen bir baş savuruşu.
‘’Yayınevi editörüyüm.’’
‘’Müsaade ederseniz! Yeni bir proje üzerine çalışıyorum ‘’ demesi.
Zavallı bakışı..Tepeden tırnağa acıma süzümü.
Orhan’ın yüzüne asılan utanma kızarması.
‘’Özür dilerim !’’
‘’Dosya dikkatimi çekti.’’
‘’Şiir severim de...’’diyerek, sohbette kapı aralamak istemesi.

Ardından, şiirinin dizelerini okumaya başlaması.

Mavi gurur aşk
Üçleme

Mavi yaratıldı /gurur tacını giydi /aşk anaforuna çekildi
Gurur tacına yenik mavinin siyahî zülfü
Boynu aşk sunağında karanfil çıt kırıldı

‘’ Siz, siz... ‘’ Diye şaşkınlığa çevrilen bakışın.

‘’Bu şiiri nereden biliyorsunuz? ‘’sorusuna karışması.

‘’Gerçi şairin şiirini ezberden okumaları zor olsa da ‘’ Diyerek şiirin kendisine ait olduğunu söylemesi.

Elindeki dosyanın kendisinin şiirleri olduğu söylediğinde Orhan’ın, Seray’ın gamze çukuruna sızan gözyaşı çoktan çukurları doldurmuş yürek okyanusuna sızmaya başlamıştı.

‘’Sen’’ dedi bu kez.
Siz’den Sen’e sıçradı zaman.
Orhan’ın masasına iltica etti ‘’hikâye-i sevda’’
Çaylar tazelendi.
Siyahtan yeşile döndü ilk günlerindeki gibi...
Kim takardı siyahı
Çay’ın aslı yeşildi.
Filiz verdi Sevi.

‘’Ben seni şiirlerinden sevdim’’ dedi kadın.
Adam güldü.
Artık resimlerini boydan çektiriyordu’’
Boy boy asıldı sevgi duvarına.

Resmi ve Şiirleri...

‘’Balıkçı barınağına düşen dertleşisi’’ leylak kokusunu melteme bulaştıran palmiyeli şehrin gurup saatinde bitmişti.






Yahya İncik

 
Toplam blog
: 92
: 766
Kayıt tarihi
: 05.12.06
 
 

1970 Tarsus doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım.Yüksek öğrenimimi Atatürk Üni..