Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '09

 
Kategori
Anılar
 

Bez bebekler

Bez bebekler
 

Bez bebeklerle gelen mutluluk...


İki küçük dağın arasına konuşlanmış, ortasından bir yolgeçen ve yolun etrafına sıralanmış evler, köyün bir alt tarafı var birde üst tarafı, uzun bir köy anlayacağınız. Babamın orada öğretmenliği nedeniyle bulunduğumuz bu küçük sevimli Yörük köyünde 1963 ün Mayıs ayında başlayan yolculuğum ve bugün. Çetin geçerdi kışlar orada, küçük bir lojmanımız vardı arka tarafı dağa dayalı, ön tarafından yola bakardı. Öyle bir kış olurdu ki evin çatısından sarkan buzlar neredeyse evin ön yüzünü kaplardı çocuk gözümde. Annemle babam arar ara kazma küreklerle kırarlardı, eğlenceydi benim için buz kırma olayı. Tek çocuktum evde, onbir yaşıma kadar da tek kaldım sonra erkek kardeşim doğdu ama çok yaşamadı, ardından gelen kız kardeşimdi..

Hani hep denir ya aklıma geldikçe burnumun direği sızlar, işte o köyde geçirdiğim zaman dilimi benimde hep burnumun direğini sızlatan güzel anılarla dolu. Gerçi şimdi bile zaman zaman saflığımın temel nedeni olarak, en masum en çocuk yıllarımın o saf temiz köyde geçmesine bağlıyorum. Belki o köyde değil de örneğin Ankara’da doğmuş olsaydım başka başlardım yaşama, ve belki şimdi daha başka şeyler yaşamış ve yaşıyor olurdum. Ama ben buna rağmen özlüyorum ve sevgiyle anıyorum çocukluğumu.

Yol seviyesinden biraz yüksekte bir ev, hani şimdi neredeyse ona küçücük bir villa diyesim geliyor, iki oda bir mutfak ve o zamanlara göre fazlaca lüks sayılan... Banyosu ve dahası da var tuvalet bahçede değil içeride, üstelik evde musluk da var mutfakta, banyoda, tuvalette, deymeyin keyfimize… Benim yaşlarımda olup yaşamına bir köyde başlamamış yada köy yaşamıyla tanışmamış olanlara göre belki asla lüks değil evin içinde tuvalet, banyo ve musluk ve olması ama bize göre öyle.

Evimizle aynı bahçe içerisinde, yolla aynı seviyede olan okulumuz, tek bir derslik, bir den beşe kadar bütün sınıflar aynı salonda, ortada kocaman bir soba, ısın ısınabilirsen…Öğretmen Babam, ama okulda baba değil o, öğretmen. Annem mi? O hem bir hemşire, okulda çocuklara yada köyde herhangi birine bir şey olmaz mı? Olur tabiî ki, o durumda hemen oksijen, tentürdiyot, amonyak vs. olan çantasını alıp koşturacak hemen ilk yardımı yapacak, öğretmenin hanımı ya bunları da yapmalı zaten, yapabilmeli… Hem okulda beslenme saatlerinde mutfak görevlisi, o mis gibi koktuğunda hemen sıraya girip almak için acele ettiğimiz süt tozunudan süt yapıp verecek çocuklara beslenme saatlerinde. Hem de babamın yetişemediği durumlarda yedek öğretmen, ama annem ev hanımı…Becerikli ve yetenekli kadındı annem, ufku genişti, aydınlıktı...

Köyde çığır açacak ya kendine göre bir misyonu var, kimse cahil kalmamalı herkes imkanları ölçüsünde bir şeyler bilmeli, öğrenmeli…Köydeki ilkokulu bitirip evlerinde oturan bütün kızlar, genç kadınlar, yeni gelinler dikiş nakış öğrenecek.Nasıl mı? Önce babalar hepsine birer dikiş makinesi alıp bizim eve getirip kuracak, kızlar evlerindeki işi bitirip koşa koşa bize gelip dün bıraktıkları yerden makinesinin başına oturacak, her kadın en azından kendi ihtiyacı olan kadar dikebilecek, örebilecek…Kim mi söylüyor? Tabii ki annem. Öylede oldu. Türkülerle, manilerle şen şakrak işlerini yapıp, bir şeyler üretmenin keyfini yaşadılar yıllarca. Ürettiler, üretmenin güzelliğini yaşadılar. Tarlada, bağda bahçede bir çalışmanın dışında, başka bir keyifti bu onlar için tabiî ki.

Para kavramını hiç bilmediğim bu ilk on yılım, parasızlık diye bir şey var mıdır yok mudur, bir şeyler alınamadı, sahip olunamadı diye mutsuz olunur mu, bunalıma strese girilir mi, ayrıca alınacak, istenecek, özenilecek şeyler nelerdir demeden, dolayısıyla madde ile olan bağı kuramadan gelip geçti. Biz lüks yaşardık köyde, bizim evde lüks denilen bir lamba vardı tüple çalışan gaz lambalarının haricinde, dört koltuk vardı bir odada, yerde de bir halı çevresi de muşamba kaplı, birde radyo vardı, camın önüne koyardı annem o radyoyu, iğde yerken Neşet Ertaş türküleri dinlediğimi hatırlarım şıkça. Beethoven, Mozart var mıydı bilmezdim ki. Akşam oldu mu, yemek yedikten sonra sıklıkla muhtar amcalara giderdik oturmaya, babam elinde bir el feneriyle önde, annemle biz arkada. Dönüşte fener annemin elinde ben babamın kucağında, uyurdum ya…Fadime en yakın arkadaşımdı, muhtar amcanın kızı. Onlarda biraz lükstü diğer köy halkına göre, zira iki lamba bile yakabilirlerdi geceleri, biri yere yakın altında iki minder arkasında ot yastıklar annemle Elif Teyze oturup örgü örecekler, diğer lamba karşı duvara ve yükseğe takılırdı kii biz evcilik oynarken onları rahatsız etmeyelim diye. Dikkatle dinlenirdi arkası yarınlar, gece tiyatroları, yorumlar yapılarak… “Anne yeleğini versene” diye başlardık az sonra, neden mi? Bebek yapılacak o yelekle, yelek katlanacak bir çemberin içine bağlanıp bebek şekli verilecek, birde annenin başındaki örtü alınıp, tepesi büzülüp duvak olacak ki gelin olasın ve gelin oldum diye gece boyu el öpesin, Taa ki annelerin arkası yarın dinlerken dikkatini dağıtma olayını abartıp “aa yeter artık kendi kendinize oynayın” diyene kadar.

Diye uzayarak gider bu on yılın hikayesi, uçuşur anılar bir bir , on yıl bu dile kolay öyle birkaç satırla biter mi anlatmak.Bitmez elbette.

Merakım ve endişem sudur ki:

İki Kızım var benim de Allah bağışlarsa canım kadar sevdiğim. Dünya tatlısı iki kız. Benim kızlarım ve bu neslin diğer gençleri. Acaba bizim yaşlarımıza geldiklerinde, onlar neler anlatacaklar çocuklarına, çocukluklarına dair, böyle bir blog yazısına ne yazacaklar ki? Onlarında hatırladıklarında özlemle burun direkleri sızlayacak mı? Okula giderken serviste geçen hikayelerini, bilgisayar ve internet muhabbetlerini, anne babalarının onlara iyi bir gelecek sağlamak için ne kadar çok ders aldırdığını, ne kadar fazla kursa ve dershaneye gittiklerini, bilmem ne marka ayakkabı veya blucin aldıklarını veya alamadıklarını, aldıklarında mutlu alamadıklarında mutsuz olduklarını mı? (Bu marka konusundan iki kızımı da ayrı tutarak ve biraz genelleme yaparak verdiğim bir örnek oldu bu) Bunlar mı olacak onların çocukluk anıları?

Neleri yok ettik, tükettik de verdik ellerine biz bu gençliğin, ne kaldı onlara? Manevi değeri olan ne devrettik ki onlardan maddeci olmamalarını bekliyoruz. Biz hazırladık verdik ellerine. Düşünmeyin, sorgulamayın, ilgilenmeyin sadece gülüp geçin dedik her şeye. “Üretmeyin sadece tüketin” dedik.

Ve tükendi işte. Şimdi sadece tüketen bir toplumun sadece tüketen bireyleri olduk, lüks diye bir şey kalmadı yaşamımızda, her şey ihtiyaç her durum standart oldu. Nereye gidecek bu yolun sonu, bu yol çıkmaz bir yol değil mi? Bizler mutsuz muyduk bez bebeklerle oynarken, ya da şimdiki nesil bizden çok daha mı mutlu?

Karışık ve hüzünlü bir tablo bence bu, mutlu gençlik ve mutlu yarınlar dileğimdir…

Sevgiyle kalın…

 
Toplam blog
: 153
: 1584
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

Yaşamayı seven, yaşamı dürüst ve içten yaşayan, evi, eşi ve iki yavrusunun annesi... ..