Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Haziran '09

 
Kategori
Siyaset
 

Bir "Vahamet" var ama, nerede?

Bir "Vahamet" var ama, nerede?
 

Bu "Vatan" da bizim bu "Bayrak" da...


Anadolu toprakları, yıllardan beri birçok milletlerin, devletlerin hedefi olmuştur. Kurtuluş savaşı sonrasında çizdiğimiz sınırlarımız üzerinde bugüne kadar <ı>“Ulus” olarak bize bir türlü rahat verilmemiştir. Kimi göz dikmiş, kimileri üzerinde hak iddiasında bulunmuştur. Ancak bugüne değin hiçbir güç, bu devleti yıkma gayretinde başarılı olamamıştır. Bu başarısızlığa uğrayanlar, <ı>”İçeriden” de olsa…

Anadolu’nun dünya üzerindeki coğrafi yapısı, tarım alanları ve verimliliği, yerüstü ve yer altı kaynaklarının zenginliği her zaman çekiciliğini korumuş, korumaya da devam etmektedir.

O halde Anadolu, gözden çıkarılmayacak kadar <ı>“İyi” ve <ı>“Verimli” bir <ı>“Av” niteliğindedir.

Anadolu üzerinde kurulu bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, devlet yapısı itibariyle her ne kadar güçlü ise de, üç temel noktası var ki, bunları kaşıdığınız ve karıştırdığınızda sonuç almanız olasıdır.

Bir; <ı>inançları ve bunların çeşitliliği…

İki; <ı>üniter yapısı ve bunu oluşturan toplumun etnik kimlik çeşitliliği…

Üç; <ı>ordusu…

Geriye doğru tüm geçmişimize (Tarihimize) baktığımızda, üç temel nokta Anadolu’nun hep <ı>“Yumuşak karnı” olmuştur. Birileri hep bu <ı>”Karnı” kaşımaya çalışmışlar, zaman içinde de bunlardan birinde mutlaka arıza çıkmıştır.

Ama bir şey yapılamamıştır…

Üç temel noktanın üçü birden aynı çuvalın içine konulamamıştır. Dolayısıyla da <ı>“Başarı” bir türlü yakalanamamıştır.

İlk iki nokta, yani inanç ve etnik yapı, her zaman oynanmıştır, hiç ara verilmeden. Bir gün burada görülmüş, diğer gün bir başka noktada, ama oynanmaktan hiç cayılmamış, üstüne üstüne gidilmiştir.

İşte bir taraftan <ı>“Din baronları”, diğer taraftan adına <ı>“Kürt sorunu” dedikleri ayrımcılık hareketi bunların yaşadığımız, ama bir türlü farkında olamadığımız iki noktası…

Üçüncü nokta ise, yani <ı>“Ordu” noktası, hep <ı>“Emniyet supabı” olarak kalmıştır.

Bugün <ı>“Yandaş medya” diye tanımladığımız bir gazetenin karikatürünü gördüm… Biri soruyor, öteki cevap veriyor…

Soru: 27 Mayıs?... Cevap: Gerçek…
Soru: 12 Mart?... Cevap: Gerçek…
Soru: 12 Eylül?... Cevap: Gerçek…
Soru: 28 Şubat?... Cevap: Gerçek…
Soru: 27 Nisan?... Cevap Gerçek…
Soru: Bu belge?... Cevap: sahte olabilir…

Şimdi soru sırası bende…

Bu kadar <ı>“Gerçek olay”ın altındaki gerçekleri görme özürlüyken, <ı>“Gerçek olduğu” henüz kanıtlanmamış bir belgenin <ı>“Gerçek” olduğunu anlatmaya, kanıtlamaya çalışmak ne kadar <ı>“Gerçek” sizce?

Daha önceki bir yazımda bu kadar <ı>“Gerçek” ve yaşanmış olayların arkasındaki <ı>“Gerçekleri” de görmezden gelmemek gerektiğini yazdığımda, bazı beyni dumura uğramışlar beni <ı>“Darbe savunucusu” olarak kınamışlardı.

Neden kınadıklarını sorgulamadım bile… Onların beyinleri(!) ancak görüneni algılayacak güçtedir, derin düşünme yeteneğinden yoksundurlar, araştıramazlar, düşünemezler ve göremezler de…

Başbakan <ı>“Bu belge sahte ise vahim, doğru ise daha da vahim” diyor… Oysa doğru cümle; <ı>Bu belge doğru ise çok vahim, sahte ise felakettir” olmalıdır.

Çünkü <ı>“Sahte” ise ve başbakan daha neyin ne olduğunu kanıtlanmadan, her zaman yaptığı gibi <ı>“Mağdur ve mazlum” rolüne soyunarak konuyu <ı>“yerine” değil de <ı>“Parti kongrelerine” taşıyorsa, sözünü ettiğim <ı>“Üç temel nokta”nın <ı>“Ordu” kanadı da ablukaya alınmış demektir ki, işte <ı>“Gerçek felaket” oradadır.

Belge <ı>“Gerçek” ise, yargı hesabını sorar…

Ya <ı>“Geçek” değilse hesap kime sorulacak?

Özellikle <ı>“Ordu kanadını” hedef almayı kendine ilke edinmiş yandaş ve din baronu basından mı sorulacak?

Onu sorgulamaya kalktığınızda karşınıza <ı>“Basın özgürlüğü” çıkacaktır. Bu kez <ı>“Malum” odaklar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni hırpalamak için oradan saldıracaktır.

Çünkü millet, kimin gerçeği, kimin yalanı söylediğini bilmiyor, bilemiyor, daha da vahimi sorulamıyor bile…

Zahit AKMAN, kendini savunmak için bir belge ortaya koymuştur. Kendisinin Almanya’ya girişinin yasak olduğunu yalanlayan bir belge idi…

O belge sahte çıktı ve Alman makamları bu sahteciliğin üzerine dava açtılar.

Bu belgenin <ı>“Sahte” olması ne <ı>“Vahim” ne de <ı>“Daha da vahim”, sadece adliyelik olaydır. Ama be belgenin <ı>“Sahte” olmasına rağmen bu kişin halen ve bir gün bile olsa işgal ettiği makamda oturması <ı>“Vahim”dir. Bu kişiye sahip çıkan başbakanın tutumu ise, kendi ifadesinde tarifini bulan şekli ile “<ı>”Daha da vahim” bir durumdur.

Sözü fazla uzatmadan…

Hep <ı>“Kavga” ortamından medet uman, <ı>“Mazlum ve mağdur” rolü oynayarak yol alan AKP’nin bu ülkede “İktidar” olmaya devam etmesine ise ne ad verilir, onu düşünmek gerek aslında…

Bu arada…

Bu yaşananların ışığı altında <ı>”Din baronları” ve onların kalemşorlarına iki ayet ile bir uyarı yapmak istiyorum.

<ı>

Nahl suresi 90. Ayet: <ı>Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.

<ı>

Nahl Suresi 105. Ayet: <ı>Yalanı ancak Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, iftira ederler; işte onlar, yalancıların ta kendileridirler.<ı>

<ı>

Diğer yandan, kendilerini <ı>“Aydın”<ı> kisvesine büründüren <ı>ENTEL ve <ı>DANTEL görünümündekilere de Atatürk’ün gençliğe hitabesini bir kez daha hatırlatmak isterim. Din baronlarının anlayacağı hitabe değil çünlü…

<ı>“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

<ı>Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

<ı>

<ı>Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

<ı>

Bir "Vahamet" var, ama nerede?

Bilmem gereğin gibi anlatabildik mi?

<ı>

16 HAZİRAN 2009

 
Toplam blog
: 146
: 576
Kayıt tarihi
: 17.01.09
 
 

Yazacak belki bir çok şey vardır, ancak sadece "Yazmak en büyük tutkum" desem!... Sonrasında da zate..