Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Bir Alaçatı akşamı...

Bir Alaçatı akşamı...
 

Hikayesi nerde başlar nerede biter , kimse bilmez. Bilinen yüzyılların öyküsünün taş duvarlarda, loş avluların kuytularında, rüzgarlarında , toprakta ve denizde gizlendiği...

Kimi öyküler alaca atla başlar. Alaca at, uzun yelesiyle rüzgara karşı yarışırmış. Ve bir gün alaca at, şahlandığı denizin sonsuzluğuna koşmuş.

Kimi zaman al yanaklı kara gözlü , uzun saçlı Alaca kızın aşkı olur öyküler. Ayın parlak olduğu gecelerde, Alaca kızla aşkı denizden çıkar dans ederlermiş.

Bir Ege akşamının alacasında, alaca at ya da alaca kızı bulmaya gittim Alaçatı'ya.

Mübadele yıllarında yarım kalmış aşk öyküleri, dönüşsüz yaşamların yaşandığı eski taş evler ve avlularının gizemi, her köşesi nakış nakış işlenmiş kasaba, ille de begonvilleri ile ilk kez gördüğüm geçen yıldan beri beni çağırıyordu .

Çeşme benim için, gündüz Aya Yorgi koyu, akşam da 7 km uzaklıktaki Alaçatı demekti.

Begonvil begonvil karşıladı beni kasaba. Akşamın alacasında, hem rengarenk, hem nakış nakış, hem cıvıl cıvıl, hem ışık ışık...hem de bir o kadar hüzünlü ve gizemliydi. Belki de gizli gizli Alaca kızın yasını tutardı, yüzyıllardır.

Bir köşede kırmızı geniş çerçeveli aynaların dekorunda kontrbas serenatları, başka bir köşede hayata isyan eden yüz ifadeleri ile yapılan arjantin tangoları, loş avlulardan yükselen fasıl sesleri arasında biraz şaşkın çoğu neşeli yürüdük, sokaklarında.

Seçim yapmak zordu doğrusu.

Birden daracık bir sokaktan yükselen akadion sesi ile mıhlandım kaldım. Akardion ve buzuki eşliğinde , iki müzisyen , bizim şarkılarımızı söylüyorlardı rumca.

Daracık bir alaçatı sokağı, kenara dizili bir kaç masa ve begonviller. Onlar şarkılarını rumca söylerken bizim insanlarımız da türkçe katılıyorlardı.

Bir Alaçatı akşamı için bundan daha güzel bir atmosfer olamazdı. Biz de katıldık.

Mikalis ve Manolis , Çeşmenin hemen karşısındaki Sakız adasından gelmiş iki müzisyen. Hiç türkçe bilmiyorlar. Ama çoğunluğu bizim şarkılarımızdan oluşan repertuarları var. Onlar rumca başlıyor, biz türkçe devam ediyoruz :

Kadifeden kesesi,
Ya mustafa...ya mustafa...
Benim güzel manolyam,
İzmirin kavakları, dökülür yaprakları,
Diri datta diri diri datta...( şarkının kökenini bilmiyorum)
Konyalım,
Mavi mavi...

Zaten bir kaç masa var ve ortam öylesine samimi , paylaşımcı bi ortam ki. Birden ortada buluyoruz kendimizi. Türk çiftetellileri ile başlayıp, Yunan sirtakileri ile devam ediyoruz oyuna.
Manolis , benim bed sesime rağmen bütün şarkıları bildiğimi hemen keşfedip yanıma geliyor akadionu ile.. nerden buldu ise bulmuş : Olmaz olmaz bu iş olamaz şarkısını söylemeye başlıyor rumca. Ajdanın ilk meşhur olduğu zamanlarda söylediği bu şarkıya , ben hemen Türkçe devam edip, karşılıklı seranat yapıyoruz. Manolis çok mutlu. Gece boyu, serenadımız tekrar ediyor sık sık.

İki delikanlı boş bir rakı şişesini ortaya koyarak, şişeyi hiç devirmeden oynamacasına , sirtaki ziyafeti çekiyorlar bize. Ben acar foto muhabiri olarak, işimin başındayım doğal olarak. Hem seyrediyorum bu doyumsuz gösteriyi, hem fotoğraflıyorum.

O sırada siyah gömlekli bir delikanlı dikiliyor başıma. Fotoğraf çekmemem için kibarca ikaz ediyor beni. Ben, saf saf yüzüne bakıyorum. Öyle yaaa... sanat aşkına çekiyoruz fotoğrafları. Ve dans mükemmel... görüntüler deseniz, benim gözümle eşsiz...

Meğer beyaz atletli delikanlı, meşhur bir dizi oyuncusuymuş. Biraz önce paparazileri kovalamışlar. Beni de paparazi zannettiler zahir ! Ben dizi falan bilmem pek. Ülkü ile tahminlerde bulunup, çözüyoruz , beyaz atletli delikanlının kimliğini.

Böylece ... Alaçatının daracık taş sokaklarındaki kuytularda Alaca kız ya da Alaca atı bulamadan ama doyumsuz bir akşamı hayat bohçamıza katıp, başarılı bir paparazi foto muhabiri olarak, Çeşmeye geri dönüyoruz.







Fotoğraflar: Neşe Evrim tabii ki...

 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..