Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir Anadolu Efsanesi: Troya

Bir Anadolu Efsanesi: Troya
 

"Anadolu Ateşi'ni izlemeyen kalmış mıydı, " sorusunun en taze yanıtı benimki.

"Evet, ben izlememiştim; dün akşama kadar."

2007 yılının en iyi ihracatçılarının bir araya toplandığı gecenin finalinde Troya gösterisi ile sahne aldı Anadolu Ateşi.

Mustafa Erdoğan'ın neden ve nereden esinlendiğini uzun zamandır merak ettiğim Troya gösterisinin içeriğini ve sonunda verdiği mesajı aldıktan sonra aradığım bir çok sorunun da cevabını almış oldum.

Gösteri, Bir Anadolu Efsanesi olarak tanıtılıyor. Medeniyetin beşiği Anadolu'nun ve onu bir arada tutan değerlerin, zengin kültürün modern zaman içinde yeniden yorumlanması olarak da özetleyebiliriz. Bundan tam 3250 yıl önce yaşanmış Anadolu'yu istila hareketi karşısında bütün Anadolu'nun tek vücut halinde bütünleşmesi ve Troya'da direnişe geçmesinin mistik öyküsüdür aynı zamanda.

Traklardan, Sinope'nin Amazonlarına, Ege'nin Likyalılarına, Akdenizin Lidyalılarına, orta Anadolu'nun Hattilerine, Torosların Taurusuna kadar ve daha bir çok unsuru içinde barındıran Anadolu...

Troya Savaşı gerçekten oldu mu? Yoksa yine bir Anadolu ozanı olan Homeros'un bilgeliğinin eseri miydi? Alman arkeolog Heinrich Schliemann'ın önceki yüzyılın sonlarına doğru Çanakkale'de yaptığı kazılarda ortaya çıkardığı yer miydi? Savaşın çıkmasına neden olan güzeller güzeli Helen ve Paris'in aşkı tarihte yaşanmış ilk aşklardan biri miydi? Ölümünü topuğunda taşıyan korkusuz ve cesur Aşil yaşamış mıydı?

Kuşkusuz bu soruların cevabını bulmak çok da önemli değil. Troya bir mit de olsa bugün sanattan, politikaya hatta savaş stratejilerine varıncaya kadar canlanmış, hayat bulmuştur. Mustafa Kemal bile kurtuluş savaşının sonunu Truva savaşına benzetmemiş miydi? Anadolu'nun 3250 yıl sonra kazandığını ilan etmemiş miydi?

Evet, 3250 yıl sonra Troya Efsanesi yeniden "Anadolu" Ateşi'nin yorumuyla bir kere de sahne gösterisi olarak can buluyor. Çok değil bundan bir kaç sene önce Hollywood'un Troy filmi ile zaten yeterince popüler hale gelmiş, öyküyü bilmeyen kalmamıştı.

Mustafa Erdoğan, Anadolu'nun zengin ve çeşitli folklorünü harmanlayarak sahneye koyuyor. Yer yer tarihsel yanlışlar da var gösteride. Örneğin Truvalıların oryantal dans eşliğinde Helen'i karşıladıkları sahneyi fazlasıyla düşündüm. Acaba oryantalin arabeski o çağlarda Truvaya kadar gelmiş miydi diye?

Anadolu'nun kadın savaşçıları olan Amazonlarla karşılaşmak benim için ilginç bir bilgi oldu. Beraber izlediğim ve aslen de Sinoplu olan arkadaşım Güray Özbilen'den Sinop adının kendisi de kadın savaşçı olan Sinope'den geldiği notunu aldım, arada.

Sahne geçişlerindeki hızdan hem çok etkilendim hem de çok başarılı buldum.

Özellikle iki ordunun göğüs göğüse kılıçlarla ve mısraklarla yaptıkları savaş sahneleri olağanüstü gerçekçiydi. Kılıçların birbirine değdiği anlarda çıkan kıvılcımlar, gösterinin akılda kalan notlarından biri olabilir mesela...

Gösterinin büyük bölümünde Anadolu'nun çeşitliliğine rağmen bütünlüğü ve bir aradalığına yapılan vurgu çok net olarak ayırt edilebiliyordu. Bu da, son zamanlarda izlediğim bir çok etkinlikten farklı, bir amacı olduğu, politik bir mesaj taşıdığının açık ifadesiydi. Son yirmi yıldır parçalandı, parçalanıyor, bölünüyor tartışmaları ile geçirdiğimiz yakın tarihimize verilmiş bir cevap gibi duruyordu.

Sanki, dışarıdan gelecek her türlü saldırıya karşı Anadolu tarihten gelen mirasına sahip çıkarak yine karşılık verecektir, deniyordu.

Şu bir gerçek ki, bu türden mesajlar taşıyan gösterilere ve eserlere ihtiyaç duyuyoruz. Anadolu'nun bir mirası var ve o biz mirasa zaten sahip çıkıyoruz. Üstelik kültür emperyalizminin yapmaya çalıştığı her türlü yıkıcılığa, tarihi çarpıtma amacına rağmen.

Gösteri izlerken hep bunları düşündüm. Belki de hissettim demeliyim. Zaten sanatın amacı da bu değil mi? Birey olarak sende neyi ortaya çıkarıyor, neyin güçlenmesine yardımcı oluyor?

Troya sadece bir sahne gösterisi değil. Bunu ayırt edelim.

Geçen sene yine bu zamanlar izlediğim ve başrolünde Yılmaz Erdoğan'ın olduğu Mevlana'nın 800. doğum yılı nedeniyle ortaya konan ve beni çok fazla rahatsız eden gösteriden çok daha doğru bir gösteri olduğunu ifade etmeliyim. (Okumak için: 800. doğum yılında; Mevlana, öldürülmek istendi!)

Gösteriyi izlemem için yardımcı olan "herkese" de ayrıca teşekkür ederim.

Uzay Gökerman
 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..