Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '16

 
Kategori
Bebek - Çocuk
 

Bir annenin hatıra defterinden

Bir annenin hatıra defterinden
 

anne ve çocuk


"Ateş otuz sekiz buçuk idi. Yanakları al al olmuş. Anlattığım hikayeyi dinliyordu. Yavrucağın on iki senedir çektiği binlerce sıkıntı yetmiyormuş gibi birde anjin oldu. Hikaye bitemedi. Uflar başlamıştı. Kolonya şişeleri, limonlar, bezler arasında koşup duruyordum. Birkaç kere gargara yaptı. Fakat fayda etmedi. Boğazı yanmaya devam ediyordu. Ne yapacağımı şaşırdım. Onu çıldırasıya seven kardeşi de yanından ayrılmıyordu, İkimizde rahatsızlığını hissettirmemek için çabalıyorduk. Bu kadar telaşı manasız göreceksiniz. Yanılıyorsunuz. Doğduğu günden beri sakladığı kara bir hastalıkla da ezilmektedir yavrum. Ufacık bir ateş bile onu pek fena etkiliyor. İşte bu sebepten nezle veya anjin olmaması her kes gibi önemsiz geçiştirilemez. O gün sütten başka bir şey içmedi. Biz aşağıda bir çok yemekleri rahat rahat yerken zavallı çocuk yukarıda karyolasının sarı demirleri arasından iki parlak göz gördüm.
 
Onun gözleri daima gülerdi. Beni görünce:
 
— Çok iyiyim anneciğim, dedi.
Halbuki hararetinin azalmadığını anlıyordum. O her zaman beni memnun etmek için böyle rahatsızlığını saklardı.
Yanma yaklaşüm, sordum:
— Nerime, dereceyi koyayım mı? Nasıl istersin?
— Koyunuz, dedi. Onu da sonra çağırınız.
 
O kardeşi idi. Bir birlerini ne kadar çok severlerdi. Daima ikisini yan yana görürsünüz. Resim yaparlar, konuşurlar, oynarlar. Dereceyi koydum, ateşi otuz dokuza çıkmış:
 
— Anneciğim kaç derece?dedi.
— Otuz sekiz maşallah bir şey kalmamış, dedim. Güldü:
— Sizin benden doğruyu sakladığınızı bilmediğimi mi zannediyorsunuz?demek istiyordu:
— Yavrum istersen kendin bak, dedim.
 
Bakmayacağını biliyordum. Benim sözüme inanmadığını anlatmak istemezdi:
 
— Söylediniz ya, bakmaya ne gerek var anneciğim. O gün her yer karanlıktı. Karşıki dağları yaldızlayan güneş görünmüyordu. Oda da, yan kapanmış perdeler arasından sıyrılabilen bir parça ışık ile aydınlanıyordu. Ben yanında oturmuş sessiz bekliyordum. Uyur gibi gözleri kapalı yanıyordu. Dışarıdaki saat yediyi gösteriyordu. O gözlerini açtı:
— Uyuyor muyduk cicim?
— Rahatına bak, dedim.
— Hayır, uyumuyordum, gözlerim kendi kendine kapanıyor. Bir şey söylemek istiyordum:
— Söyle bakalım, dedim,
— Fakat yorulacaksınız, dedi
— Hayır, ne istiyorsan söyle, dediğini yapmaktan büyük eğlence mi olur, benim için.
— Resimlerimi istiyorum, dedi.
 
Bir kitabın arasında, kıştan beri bir çok resim biriktiriyordu. Kitabı buldum. Çekmecesinde gazeteye büyük bir özenle sarılmış duruyordu. Önüne koyduğu zaman:
 
— Bunu bana İstanbul'dan Hami getirmişti. Biliyorsunuz onu çok severim. Ah şimdi gelseydi, dedi.
Etrafıma bakındım, kimse yoktu. Kızı da yalnız bırakmak istemiyordum. Söylediğini yapmak için buradan uzaklaşmanın mecburi olduğunu hissettim. Yavaşça sandalyeyi ittim. Hamiyi bulmak üzere aşağıya koştum. Rıhtımda balık tutuyordu. Çağırttım. Geldiği zaman sordum:
— Nerede kaldın?.. Nerime seni istiyor. Haydi çabuk kardeşinin yanına çık.
— Şimdi geleceğim, dedi.
Beraber odaya çıktık. O gözlerini kapıya dikmiş hareketsiz duruyordu. Geldiğimizi görünce kitabı yanma bırakarak kardeşine sarıldı, öptü:
— Aşağıda ne yapıyordun? dedi. Hamiyi fena bir cevap verecek zannediyordum:
— Ben mi? dedi. Senin resimlerini almak için Ömer'i çarşıya gönderdim. Onu bekliyordum.
 
Bu yalanı pek güzel buldum. Yavrucak bu yalana inandı. Memnun olarak:
 
— Mersi camm ağabeyciğim, dedi. Albümün dolmasına yirmi üç tane lazım. Şimdi kaç tane gelecek? Hami'den gözlerimi ayırmıyordum. Söyleyecek bir şey bulamayacak diye korkuyordum. Çünkü ortada ısmarlanmış resim filan yoktu. Biraz düşündü ve sonra cevap verdi:
 
— Bilemem kardeşim. Aktarda ne kadar bulursa hepsini alacak.
 
— İnşallah çoktur, dedi.
 
Kız bunu söylerken Hami kapıdan çıkıyordu. Anladım ki; Ömer'i bulmaya gidiyor. Onun bu akıllıca hareketini kalpten alkışladım. Dereceyi üçüncü kez çıkarttığım zaman ateşi otuz sekizdi.
Memnuniyetimden ağlayacak gibi bir haldeydim.
 
Bilmezsiniz yavrucağın her an çektiği sıkıntı ile bende nasıl inlerim. Bu sırada kapı açıldı. Eleni gelmişti. Küçük sordu:
 
— Ne istiyorsun?
 
— Hanımın banyo suyu hazırdır, dedi.
Biraz sonra ortaya kırmızı muşamba yayılmış, beyaz banyo üzerine konmuştu. İki kişi su taşıyordu. Nerime'nin cam sıkılmaya başladı. Banyoyu sevmezdi. Bu gürültü de sinirlerine dokundu:
— Çabucak ölsem de kurtulsam, diyordu. Odada ikimiz kaldık. Onu banyonun içine soktuğum zaman gözlerim yaşarmıştı. Düşünüyordum:
— Ah, Yarabbi! Ben ölürsem bu hassas çocuk acıya nasıl dayanacak?
Düşününüz efendim, gece gündüz beraberiz. Evlatlarımın içinde ben onu en çok sevdiğim gibi o da eminim benim gibi, beni pek çok sever. Ben ölecek olursam, o yaşayamayacaktır.
Hayır, hayır ben ölmeyeceğim.
 
Banyodan sonra yatağına uzandı. Birkaç şey konuşmuştuk ki; kapı vuruldu. Bu birden bire gelen misafire canım sıkıldı. Kapı açıldı, gelen yengesi idi. İçeri girmeye korkuyor, şaşkın bir şekilde bize bakıyordu:
 
— Buyurunuz, dedim.
 
— Teşekkür ederim efendim, dedi. Küçük hanımın rahatsızlığı
 
inşallah çabuk geçer. Sizi rahatsız etmek istemem. Bu kadar görmüş olmam dahi, bence pek büyük bir başarıdır. Hikmeti yolluyorum biraz görsün.
 
— Peki, dedim.
 
Hikmet altı aylık sevimli bir çocuktu. Kadıncağız çok durmaktan çekinerek kaçti. Kapı kapanırken Nerime bana eğilmiş söyleniyordu:
 
— Anne Fehime hanım niçin gitti? Ben onunla konuşacaktım.
 
— Çocuğum, İstersen çağırayım, dedim.
 
— Yok istemez, Hikmet gelecek ya, dedi.
 
Küçük Hikmet'i dadısının kucağında biraz gördü ceki gibi yanında bulunmak, kucağına alarak sevmek için çıldırıyordu. Çocuğu uzaktan severken yeğenini hatırladı. Ona iyiyken ne kadar masallar anlatır, ne kadar bebek oynatırdı:
 
— Dadı, ablamın çocuğunu getirir misin? dedi.
 
Küçük Hafize, Nermin'in annesi Nemide ile Kadıköy'e gitmişlerdi. Dadı:
 
— Yok çiçeğim, dedi.
 
Ben de ilâve ettim.
— Halasına gitmiş.
 
O gece hazırlık vardı. Dört köşe ve büyükçe bir sepeti yerleştirmekle uğraşıyorduk. Hami çok düşünceliydi. Yarın hastaneye gideceğimiz için onun da içi ağlıyordu. Nerime içeride yarı dalgın yatıyordu. Biz sofada ona hissettirmeyelim diye gayet yavaş bir şekilde işimize devam ediyorduk. Hami yanına gitti. Şimdi iki kardeş yan yana tatlı tatlı konuşuyor, Nerimeciğimin zayıf kahkahalarını işiterek yaşıyordum. Bu gece çok kötü geçti. Çocuk
biraz iyileşmişti, fakat ben hasta idim. Yarın sevgili çocuğumu yanıma alarak hastaneye kadar gidecektim. Kim bilir orada neler olacaktı. Allah'ım sen yardımcımız ol! Bilmem ki ne diyeyim? Elimden bir şey gelmez ki...
 
Saat üç buçuk vardı. Bîr kez daha karyolaya koştuğum zaman küçük hastamı dalmış buldum. Sofaya geldim. Kanepenin üstünde hissiz bir baba satranç oynamakla meşgul:
— Efendim dönmek yok diye kaç kez söyledim. Mat oldun yine mat derler buna... Hizmetçi su için para bekliyordu:
— Efendim vermeyecek misiniz? dedi.
 
Satranç taşlarıyla meşgul olarak mırıldandı: Canım falan filandan yapınız. Oyun oynarken de her şeyi bana mı sorarsınız. Filan şeyle birlikte alınsın.
 
— Anlamıyor musunuz? Ben kendi hesabıma bir şey anlamadım. Ortada kupkuru bir filandan başka bir şey işitmiyorum. Geçende Hami ile konuşuyordum. Kaşlarını çatmış istemeyerek anlatıyordu:
— Anneciğim nedir bu benim elinden çektiğim? Ah kurtulduğum zaman büyük bir ziyafet yapacak, herkesi davet edecek, onu köşesinde yapayalnız bırakacağım. Yüzünü gördüğüm zaman bayılacak kadar içime fenalık geliyor.
Karşı karşıya bulununca, sıkıntıdan patlıyorum. Çocuğun baştan aşağı hakkı vardı. Bu mutsuz aile onun elinde inlemeye mahkumdur. O insan değildir. İnsanlara kötülük etmek için doğurulmuş gibidir. Benim kocamdir.
Kocaya hürmet etmeli derler: Fakat susunuz! Kimden bu sözü duyarsam ondan nefret ediyorum. Çünkü onu bana iyi göstermeye çalışmak bence o olmak demektir. Ondan o kadar nefret ediyorum ki; ismini duyduğum
da tüylerim diken diken oluyor. Çektiklerimi bir bir anlatsam hepiniz ağlayacaksınız. O duygusuz adamın yanında pek küçükken yalnız kaldım. Bana genç yaşımda eziyet etmeye başladı. Her dakika hayvanlıklarıyla ölürüm.
Sabah Nerime ile beraber kalkük. Boğazı hafifleşti. Gece verdiğimiz kararı uygulamamak için bir engel göremiyordum. Rahatsızlığı geçmemiş olsaydı hastaneye gidemeyecektik. Fakat artık iyileşmişti:
 
— Güzelim, artık kalkta hazırlan, dedim. Yorganı iterek oturdu:
— Bu kadar erken nereye gideceğiz? dedi.
— Hastaneye, dedim.
 
Rengi bozulmadı. Gülüyordu. Kelebek gibi, yatağından benim karyolaya sıçradı. Sonra yavaşça aşağı koştu ve belime sarıldı. Ah Yarabbi! Yarabbi ağlamamak mümkün mü? Fakat onun yanında susmak lazımdı. Çok zorda olsa kendimi toplayabildim. Yüzüne baktım, çocuk değil, mini mini bir melek gördüm. Elinden öperek:
 
— İki üç gün sonra geleceğiz, dedim.
 
Beyaz elbisesini giymişti. Kocaman ve çiçekli şapkasını da başına koydu. Sofada biraz yürüdük. Merdivenin yanında başını sola çevirdi. Ben de o tarafa baktım. Karşımızdaki odada Hami giyiniyordu. Sesini duyduk:
 
— Nerimeciğim nereye gidiyorsun?
 
— Hastaneye.
 
Zavallı Hami orada o kadar kötü olmuştu ki; sonra kendisi anlatmıştı, bu kadar baygınlık duymamıştı. Zavallı yavrucağı yabancı ellere götürecek kadar büyük bir mecburiyet görmüyordu. Elinden gelse arkamızdan koşacak gitmeyiniz anne diyecekti. Çok kötü şeyler düşünmüştü. Sevgili kızım yanımda olduğu halde merdivenleri bitirdik. Rıhtımda o yine yanımda idi. Her zaman beraber eğlendikleri kardeşi pencereden köşeyi dönünceye kadar bize bakmıştı.
Yolsuz bir vapur bizi Beşiktaş'a attı. Oradan bir arabaya binerek hastaneye gittik. Bina gayet büyüktü. Kapıcı ismimizi Öğrendikten sonra kapıyı açtı ve deftere yazdı. Asansörle birinci kata çıktık. Hastalar renkleri sararmış,
mahzun bize bakıyorlardı. Odamız küçüktü. İki karyolası, dolabı, aynası, dantelalı yastık ve çarşafı vardı. Her gün düzenli olarak tuttuğum notları buraya aynen yazmam mümkün değil. Birkaç satır daha yazabilirsem büyük başarı olacak. Üç gün oldukça rahat geçti. Nerime'nin baş ağrısı çok devam etmedi. Hastaların hepsi Nerime'yi çok sevdiler. Kendisiyle oyun oynadılar. Ben bazen kitap okuyor, bazen kızımla birlikte geziniyordum. Üçüncü gün Hami'yi ne kadar aradı bir bilseniz. Akşama kadar gözü sokakta kaldı. Gelmediğini görünce şaşırdı, ağlayacak gibi oldu. Dördüncü gün pek fena geçti. Yavrucağa ameliyat yaptılar.
 
Gidiniz vahşi herifler, gidiniz! Evladımı ameliyat tahtasına kadar kendi ayağıyla çıkarttınız da sonra bayılttınız. Bu doğru bir hareket midir? Nerime'nin bir çocuk olduğunu görmediniz mi? Ah! Aman Yarabbi! Aklıma geldikçe deli olacağım. Ameliyat ortasında Nerime'nin gözlerini açarak bağırması. Ey yüreksiz yalancı insanlar! Söyleyiniz Nerimeciğimin o canhıraş feryadına nasıl tahammül gösterdiniz? Yüreğiniz bu kadar, taştan da katımıydı? Arkasını yazamayacağım. Arabayla yalmz döndüm. Yalıda yerde şu kağıdı buldum ve hıçkırıklar içinde okudum. Tabiatta, adalet, eşitlik aramak mı? Heyhat!.. Yazık değil miydi, melek kardeşim Nerime'ye? Kara topraklara dayanabilir mi?
O ölmüştür, fakat bence yaşıyor. Sonsuza kadar yaşayacaktır.
 
Unutmam kardeşim.
 
Unutmam seni her sene ziyaret ederek başında ağlama 6 Ekim, Hami kardeşinin ruhuna fatiha diler.
Bu sararmış bir kağıda yazılmıştı. İstemeyerek düşürüldüğüne şüphe yok. Artık ağlamaktan başka çare yok.
Geliniz zavallıyı arayalım, bulalım. " Nerime yavrum neredesin?
Heyhat ki yokmuş, Ah! Yokmuş efendim. Ağlayalım Hep birlikte ağlaşalım!..."
Son birkaç söz söylemeden kitabımı bitirmeyeceğim:
Tam eşitliğe en çok ihtiyacı olanlar muhterem annelerdir. Zavallılar yavruları ile kocalarına kopmaz bir bağla bağlanıyorlar. Onları kaba kocaların- her şeyin bir istisnası olduğu unutulmamalıdır.- ellerinden kurtaracak kazanacakları haklarıdır. O haklarından yararlanacak bir kuvvete sahip olabilirlerse yaşayacaklar demektir. Binlerce tekrardan çekinmem ki; kadın yaşamalı ve yaşayacaktır. Onlar kötü bile olsalar, kadın oldukları için yaşamaya hakları vardır. Kadın bu gün hür olmasa da yarm olacaktır. Yalnız ne olacak? Zaman geçtikçe şimdikiler pek zavallı olacak, evlatları önünde sorumlu kalacaklardır. Geleceğin çocukları onlara sormayacak mı?..
 
— Nerede bizim çalınmış haklarımız? Hürriyetimizi alamadınız, neden almak için bir yol hazırlamadınız? Muhterem Hanımlarımızdan en son ricam şudur: "Daima birlik olsunlar. Osmanlı kadını olduklarını göstersinler.
Kendilerinin yükselmesini isteyenlerle beraber devamlı olarak gayret ederek, çalışsınlar. Çalışsınlar elbette mükafatını göreceklerdir. Bir milletin kadımnı yaşatacak en büyük ve birinci vasıtanın "Okullar" olduğunuda unutmamalıdır."
 
Kaynaklar.
* İslamda Feminizm (Halil Hamit)
* Wikipedia.org
* Erciyes.edu.tr
* Ankara.edu.tr
* Bilgibirikimi.net
 
Toplam blog
: 2
: 141
Kayıt tarihi
: 25.04.15
 
 

Yaşanılabilecek bir dünya için ~ "Canlı Dünya" Teknoloji ve gündeme dair bir çok konuda yazılarım..