Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir ikona: Tamara de Lempicka

Bir ikona: Tamara de Lempicka
 

Paris’de, amaçsız bir gezi anında kendimi vurduğum sokaklarda ilk kez tablolarının amatör ressamlarca yapılmış reprodüksiyonlarıyla karşılaşmıştım.

Kentin büyülü sokaklarında gözlerindeki donuk ifadeyle salınarak yürüdüğünü düşündüm bir an. Bir hayalet gibi salınarak uzaklaşıyordu sanki. Kadının azat edilmesini temsil ettiğine inandığı bir dolu hayaletle birlikte...

Çevresinde belli belirsiz bir dolu gölge vardı, ama o belirgindi, kulağıma kadar uzanan jazz’ın çılgın notalarıyla dans eden bu görüntü, Tamara de Lempicka’ydı.

***

Sanat dünyasında Art Deco, Jazz Çağı ve gangsterler deyince akla 1920’li yıllar gelir. Eğer söz konusu olan resim sanatıysa, kimine göre bu çağı, Tamara de Lempicka’nın büyüleyici fırçasından dökülen sihirli tablolar belirler. Bu görüşe göre o, kadınların, kadın ressamı olarak çağını bezemiştir.

Rusya’da 1917 devrim olmuş, yönetim Bolşeviklerin eline geçmiştir. Tamara de Lempicka bu sıralar Petrograd'da ünlü bir avukat olan Tadeusz Lempicki ile evlidir. Bir çocuğu vardır. Zamanın yönetimi tarafından yaşam tarzının hiç de hoş karşılanmayacağı düşünüldüğünde ise, zihninde bir Paris yolculuğu dolaşmaktadır.

Nitekim Polonya asıllı Tamara’nın düşünceleri, yaşamakta olduğu ortamın tam tersine Jazz’ın büyülü notalarıyla kutsanmıştır. Bu kutsanmışlıkla, yaşam ve yaratı özgürlüğünün doruklarına ulaştığını düşündüğü Paris’e kendini atma fikrine çoktan kapılmıştır. Resim serüveninin başlangıcı olan, henüz 10-12 yaşlarındayken portresini yapan sokak ressamıyla başlayan dalaşmayı da peşinden sürüklemiştir. Düşlerini, düşüncelerini hatta kokusunu bile geride bırakmaksızın Paris’in tekin olmayan sokaklarına bir gölge gibi sızmıştır.

Paris’e geldiğinde 20 yaşındaydı. Eşi ve çocuğu yanındaydı. Soylu bir geçmişine rağmen, ağır koşullarda devam ettirmeye çalıştığı bir Paris yaşantısı vardı. Tuvalleri vardı. Fırçaları ve boyaları… Dünya vardı. Beyninde bu yaşantıyla tamamen çelişkili bir hayat tarzının oluşturduğu resim anlayışı ise ona içinde yaşadığı çağının armağanıydı…

Art Déco

Savaş sona ermişti. Artık yaralar da kapanmaktaydı. Savaşla birlikte sona eren dehşet çağı, insanları yaşadıkları günlerden uzaklaşmak için yeni yönelimlere itmekteydi. Çılgın 20’ler olarak adlandırılan çağ, dünyanın her tarafında kendini yüceltirken, sanatın başkenti Paris’te, her şeye rağmen neoklasik bir anlayış hüküm sürmekte, dekoratif sanatlarda geleneksel Fransız değerleri öne çıkmaktaydı. Yine de söz konusu muhafazakâr yaklaşım, yeni bir yenilikçilik akımının içinde erimekteydi. Art Deco’nun…

Söz konusu akım, savaş sırasında para yapmış kişilerin taleplerini kamçılamak üzere ortaya çıkmıştı ve her kriz sonunda olduğu gibi bu savaştan da nemalanan insanlara yönelik olarak yayılmıştı.

Tamara de Lempicka sanatıyla, savaş getirimiyle zenginleşen bu insanların evlerinin duvarlarına nüfus ederken, yüreğindeki Jazz’ın isyankâr uğultularını, muhafazakâr Paris’in neo klasik yapısına yenilikçilik adına bırakıyordu.

Yaşamıyla bütünleştirdiği Jazz notaları artık her yerdeydi. 1898 yılında başlayan ve 1980 yılında sona eren uzun hayatıyla, yaşamın kendisini götürdüğü her yere, gördüğü her insana, iliştiği her duvara bir armağanı vardı: tabloları.

***

Tablolarındaki zambaklar, lüks otomobiller, genç kızlar, erkekler, çıplaklar, giyinikler, burjuvaya dayalı hayatın her türlüsü… İlle de renkler. Düşünceler.

Bu şehirde üç gün kalacaktım ama nasıl olduysa gezi bitmişti bile. Bütün sokaklarda onunla karşılaştım. Onunla yürüdüm. Sanki bu sakaklarda onunla büyüdüm.

Paris/2006

 
Toplam blog
: 340
: 1591
Kayıt tarihi
: 10.03.08
 
 

Basınla ilgili bir kuruluşda çalışmaktayım. Uzun yıllar basınla ilgili konularda danışmanlık yapt..