Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '16

 
Kategori
Öykü
 

Bir işsizin güncesi

Bir işsizin güncesi
 

Elindeki gazeteyi kapatıp, yanına bıraktı ve oturduğu banktan parkın genel halini izlemeye koyuldu. Sakin sayılırdı. Hepi topu iki üç çocuk koşturuyor, onların yakınındaki bir bankta ise iki kadın oturuyordu. Sol ayağı kaşınmaya başladı birden. Kot pantolonun üzerinden kaşıdı, ama kesin bir fayda bulmamış olmalı ki pantolonun paçasını kıvırdı ve uzamış tırnaklarını ayak bileğinin üzerinde getirip, götürdü. Ta ki derisi bir iyice kızarıncaya kadar... Sonra ağaç dallarında pinekleyen serçelere baktı. Birisini gözüne kestirip, her halini izledi. Sıkılmış olacak ki, parkın taşlı alanında başıboş gezinen beyaz tüylü bir kediye kaydırdı bakışlarını. Hafifçe tebessüm etti. Kedinin bir köşeye sinip, patilerini yalaması hoşuna gitmişti. Galiba bir kedinin bu vaziyetini izlemeyi seviyordu. Yahut da tembelliklerini böylesine doya doya yaşamaları ilgisini çekiyordu. Onlar hakkında şöyle düşünüyordu; Onlara bir iş bulup, para kazanmaları gerektiğini defalarca söyleyen kimseleri yoktu. İlle de sabit bir damın altına olup, başlarını soktukları yerden bir gün sokağa atılma kaygıları da bulunmuyordu. Canları ne zaman isterse o zaman yürüyor, karınları acıkınca ne bulursa onu yiyor, neresi güvenli ve uygun ise orada akşamı ediyorlardı. İnsanın kedi olası geliyordu doğrusu. Ehemmiyetsiz, umarsız yaşamları ne de güzeldi. Gerçi onların da korkuları vardı. Mesela köpekten korkuyorlardı. Düşünsenize bir kere, dikkatsizlikleri sonucu her an aç bir sokak köpeğinin öğlen yemeği olabilirlerdi. Bu yüzden her an tedbirli olmalı ve ortalama bir köpekten daha atik, daha hızlı davranmalılardı. Aksi halde ne olacağı malumdu… Bunun dışında bir dertleri olmasa gerekti. Hoş! Kış ayları soğuk aylardır. Bu da doğal olarak dışarıda olan her havyan için hem beslenme, hem de barınma açısından büyük sorun teşkil ediyor. Bu da insafsızca gösteriyor ki, her hayvan yeterince şanslı değil. Bazıları sokaklarda yaşam savaşı verirken, bazıları ise sımsıcak evlerinde önlerine konulan yemekleri zevkle yiyor ve umarsızca keyiflerine bakıyordu. Bu da şu demek oluyor; hayvanlar âleminde de tıpkı insanlarda olduğu gibi ucu adaletsizliğe ve eşitsizliğe dayalı bir sınıf farkı vardı ve onlar da, en azından önemli bir kısmı bundan rahatsızlık duyuyor olmalıydı. Belki de bu yüzdendi insanlara usulce sırnaşıp, onları kendi efendileri yapabilmek adına garip ve bazen de salakça hareketleri ile sempatik görünmeye çalışmaları…
 
Tam da kediler âlemi üzerine bunları düşünürken, patisini yalayan kedinin çoktan yerinden kalkıp, kalçalarını kıvıra kıvıra uzaklaştığını fark etti. Başını iki yana sallayıp, yanında duran gazetesini tekrar eline aldı ve işaretlediği iş ilanlarına baktı. En az altı aydır işsizdi ve bir iş bulması artık hayat memat meselesi olmuştu. Bekâr olsa bu pek sorun yaratmazdı, ama evde ekmek bekleyen bir kadın ve bir de çocuk vardı. Niçin böyle olduğunu anlayamıyordu. Bir sabah geliyor, sebebine hiç aklı ermediği halde işten çıkartıldığı haberini alıyor ve sonrasında ise nereye başvursa karşı taraftan bir türlü olumlu bir çağrı alamıyordu. Acaba kişiliğinde mi bir sorun vardı? Ya da yüzü çok mu sert görünüyordu? Üslubu mu bozuktu? Konuşmasını mı bilmiyordu? Yoksa yaşı mı çok ilerlemişti? Hâlbuki sadece otuz iki yaşındaydı ve Türkçe’yi doğma büyüme bir İstanbullu gibi gayet güzel ve anlaşılır konuşuyordu. Belki de lise mezunu oluşundandır bir türlü bir baltaya sap olamayışı? (Gerçi üniversite mezunu olanların durumu da ortadaydı!) Ya da başka bir ihtimal; yanlış pozisyonlara başvuruyordu?
 
Altına çizdiği bir iş ilanına dikkat kesilip, gözlerine yaklaştırdı. Hafifçe okudu. Derin bir nefes alıp verdi. Acaba garson olmayı becerebilir miydi? Çok öfkeli birisi değildi, ama insanların ukalaca tavırları ve saygısızca konuşmaları onu bazen çileden çıkartıp, olmadık laflar söylemesine neden olabiliyordu. Sonra bunun da yersiz bir kuruntu olduğuna karar verdi. Zira artık kendisine iş beğenecek zamanı çoktan aştığını düşünüyordu.
 
‘Ne yapalım! İş olsun da…’ diye mırıldandı. ‘Hem garson olanların canı benimkinden daha mı az kıymetli? Onlar yapabiliyorsa ben de yaparım.’
 
İki saattir oturduğu banktan nihayet kalkıp, iş ilanında yazılı olan restorandın adresine yollanmak üzere yürümeye başladı. Hava kararmadan Pendik’e gitse iyi olacaktı. Caddeye çıkıp, bir minibüse bindi ve bilmem kaçıncı kez gittiği görüşmelerden en azından bunun olumlu geçmesini içinden diledi…
 
16 Ağustos 2016
İstanbul
 
Toplam blog
: 27
: 732
Kayıt tarihi
: 21.06.10
 
 

Edebiyat, edebiyat, edebiyat....  ..