Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Bir kulunu çok sevdim...

Bir kulunu çok sevdim...
 

Aşkların karşılığının ölümcülü gönül kanaması.


Hayatımda arabesk müziği dinlemediğim gibi sevmedim de.

Hep insanın içini kararttığını ve sanatın bu kadar içimizi karartmaya hakkının olmadığı düşünmüşümdür.

Arabesk müziğe aşinalığım, hemşehrim Ferdi Tayfur'un kimi şarkılarının kulağıma çalınmasından öteye de gitmez.

Ama, nedense, bugün canım arabesk takılmak istedi.

Çok zor koşullarda bile aklıma gelmeyen bir şeydi arabesk takılmak.

Sanırım bunda bilgisayarda çalışırken dinlediğim bir Adana radyosunda çalan şarkı da etkili oldu.

Adını bilmediğim bir şarkıcı "bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor" diye ağlamaklı bir sesle haykırıyordu.

Bir an, karşılıksız aşk bu kadar acı, dünyanın sonu demek miydi, diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım.

Gerçekten aşkta, sevgide mutluluk ve acının ölçüsü neydi?

Aşkın karşılığının kaç hali vardı?

Birini seven bir kişi; aşkına sevgisine karşılık alırsa bulutların üstüne çıkardı elbette.

Cennette içinde şelaleler çağlayan 40 dönümlük köşke oturmuş gibi olurdu.

Gönlü dünyanın en büyük çağlayanından daha büyük çağlayana dönüşürdü.

İşte bu mutluluktu.

Kimi zaman da, belki de çoğunlukla; insan aşkına karşılık alamazdı.

Sevgisi karşılıksız kalırdı.

Bu durum, benim de bugün takıldığım arabesk duygu atmosferinde mutsuzluğun da ötesine ölümle eşdeğerdi.

O çaresizlikle, şarkıcının söylediği gibi, insan, bir yandan "bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor" gibi şarkılarla gönlünü avutmaya çalışır, bir yandan da gözyaşı dökerdi.

Karşılık görmeyen aşklar, arabesk tarzın söylediği gibi aşkın mutsuzluk hali miydi?

İlk bakışta öyle gibi görünüyor ama, bana sorarsanız değil.

Sadece bir gönül yorgunluğu.

Gönlünüzün onca uğraşla aşkını dile dökmesine karşılık alamamasını verdiği bir yorgunluktan öte değil.

Çünkü çok daha ağır bir durum var ve sanırım arabesk müzik bestecilerinini hiç biri bunu yaşamamışlar.

Yaşamadıkları için de bilmiyorlar ve karşılıksız aşkı ölüm kabul ediyorlar.

Sevginizin karşılık bulmamasından, havada kalmasından çok daha ağır olan şey, sevdiğiniz insanın size inanmaması ve güvenmemesi.

Eğer onca uğraşınıza rağmen; bırakın karşılıksız kalmasını, eğer dünyada en çok değer verdiğiniz insanı, sevginizin gerçekliğine inandıramamış ve güvenini kazanmayı başaramamış iseniz, gönlünüz yorulmakla kalmıyor, kanamaya başlıyor.

Sevdiğiniz insandan "sevgine inanmıyorum" veya "sana güvenmiyorum" sözünü duyduğunuz anda gönlünüzün, aşkın mutluluk halindeki çağlayanın tersine, aynı şiddette kanamaya başladığını hissediyorsunuz.

O sözlerle birlikte, gönlünüzde koca dünyayı yok edecek tonlarca 'tnt'nin patladığını; kanınızın patlayan barajdan boşalan su gibi inanılmaz tazyikle aktığını gönül gözünüzle izliyorsunuz.

Ve o kanamayı durduracak elinizde hiç bir şey olmadığını dehşetle fark ediyorsunuz.

Kanamayı durdurmak için elinizde yaraya basacak bir parmak tutamı tuzun olmadığı görüyorsunuz.

Elinizden gelen tek şey, çaresizlik içinde gönlünüz kanamasını seyretmek.

İşte aşkın mutsuzluk hali bu durum olmakta. Yani gönlünüz kanaması.

Gönlünüzün öldüğü halde bu hal olmakta dolayısıyla.

Bir durumun vehametini, ağırlığını gösteren güzel bir deyim var güzel dilimizde:

Tanrı düşmanımın başına vermesin.

Arabesk bestecilerin hiç yaşamadığı gönül kanamasını, yüce Tanrı'nın hiç bir kuluna yaşatmamasını diliyorum.

Daima mutlu olun.

O olmazsa en fazla gönlünüz yorulsun.

Ama, hiç bir zaman, asla ve asla gönlünüz kanamasın.

 
Toplam blog
: 69
: 2133
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi mezunuyum. Adana'da yerel gazetecilik yapıyorum...