Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '09

 
Kategori
Söyleşi
 

Bir Osmanlı Sanatı Uzmanı

Bir Osmanlı Sanatı Uzmanı
 

Bir Osmanlı Sanatı uzmanı..



Çok takdir ettim, bugün bir e bülten aracılığyla okuduğum, röportajı veren Serdar Bey'e hayran olduğum bu güzel söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim.

Osmanlı Sanatı Uzmanı olan Serdar Bey'e bu yolda uzun yıllar diliyorum, sebebi ise bizim Serdar Bey gibi kültürünü koruyan, bu konuda uzmanlaşan, aktaran insanlara çok ihtiyacımız var...........


Serdar Gülgün Dünyayı Büyülüyor...

Siz sevgili okurlarımızın dolu dolu vakit geçirebilmesi ve hayattan aldığı keyiflerde bizim de bir parça tuzumuz olması için hummalı bir çalışma içindeydik yine bu ay...

Sadece Türkiye'yi değil dünyayı büyüleyen, köklerimizden gelen hazinenin bize kıymetini bildiren ve bunu derinden hissedip sahiplenme duygusu aşılayan Osmanlı Sanatı Uzmanı sevgili Serdar Gülgün'le yaptığımız röpörtajı okurken inanılmaz bir dünyada bulacaksınız kendinizi...

Öyleyse ne duruyorsunuz? Bizimle Osmanlı dönemine bir yolculuğa hazır mısınız?

Hanımeli ve manolya kokan gizemli bahçesinde bizi karşılayan Serdar Gülgün'ü, adeta mistik bir filmin herhangi bir sahnesindeymiş gibi büyülenmiş şekilde izlerken, tamamen Osmanlı esintileri taşıyan, eski bir av köşkünden muhteşem bir mekana dönüşen ve sonuna kadar size Osmanlı ruhunu yaşatan evine geçerek, şahane bir sohbetin ve vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımız tatlı bir sabahın kollarına bırakıyoruz kendimizi...

Serdar Gülgün'ün evinde hemen her köşede Osmanlı bulunuyor. Ferman örnekleri, tahtlar, koltuklar, döşemeler, biblolar, hatta kahve fincanları bile Osmanlı'nın damgasını taşıyor Gülgün'ün evinde. Ayrıca Osmanlı dönemine ait geniş bir tekstil ve kaligrafi koleksiyonuna da hayranlıkla tanık oluyorsunuz bu evde... Doğrusu 2000li yıllarda hızla ilerlerken, Osmanlı motiflerinin günlük hayata bu derece uydurulduğunu görmek insanı hem mutlu ediyor, hem de geçmişle gelecek arasındaki o ince çizgide buluşturuyor.

Serdar Gülgün İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'ndeki eğitimini tamamladıktan sonra, Londra'da İslam Sanatı üzerine master yaparak tahsiline devam etmiş. Bunun aslında mesleğe dönüşeceğini hayal etmeden bu eğitimi alan Gülgün, bu konuyu o kadar keyifle sahiplenmiş ki, bir sure sonra, Osmanlı Sanatı, hem hayat tarzı hem mesleği olmuş.

Toplumların en önemli özelliğinin kendi değerlerine sahip çıkması gerektiğini üzerine basa basa söylüyor Serdar Gülgün. Haksız da değil hani, çünkü Osmanlı İmparatorluğu' nun son dönemlerinde başlayan'Avrupa Özentimiz' halen fazlasıyla devam etmekte... Paris' i kutsal mekan olarak gören aydınlarımızdan başlayan bu medeniyet âşıklığı, yüzyıllar geçmesine rağmen bizleri halen etkisi altında tutuyor. Serdar Gülgün ise buna'bir dakika neler oluyor? Bu kadar yaşanmışlığı, zevkli bir geçmişi, batılılaşmak adına bir kalemde nasıl siler atarız?' diyen azınlıktan... Bir lider, bir öncü...

Bugüne kadar Osmanlı Sanatı ile ilgili 8 adet sergi açan Serdar Gülgün, Osmanlı Sanatı'nı günümüze uyarlayan ama bunu da temel yapısını bozmadan gerçekleştiren, aldığı eğitimin fazlasıyla hakkını vererek bunu günlük yaşamıyla harmanlayan çok özel biri...

Şimdi Osmanlı'daki hayat yolculuğunu ve ilginç öyküsünü onun ağzından dinlerken aralarda biz de sohbetini bölerek sorularımızı sorduk...

"Çocukluğumdan beri çok meraklıydım. Müzeleri gezerdim, bu tür konuları araştırırdım. Bir dönem turist rehberliği yaptım. Fakat çocukluk yıllarımda bunun bir meslek olabileceğini düşünmemiştim. Aile mesleğine devam etmeyi düşünürken bu merakım beni uzmanlaşmaya ve bu konuda eğitim almaya itti, okudukça mutlu oldum, öğrendikçe daha da öğrenmek derine inmek istedim, herkesin cesaret edemeyeceği ve kalkışamayacağı birşey belki de ama bu tutku bende öylesine fazlaydı ki, içimdeki ses beni sürekli daha ileriye gitmem için teşvik etti. Bu tür işler genel olarak hobi gibi düşünülür, açıkçası ben de öyle düşünürken bir anda belki şans belki doğru yer doğru zaman kavramıyla bir anda esas mesleğim oldu''

BL - İstanbul işletme mezunu olduğunuzu biliyoruz, sonrasında nasıl devam ettiniz?

SG - İşletmeyi bitirince bu eğitimin bana gore olmadığını ve farklı bir şeyler yapmam gerektiğini anladıktan sonra Londra'ya gittim. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Sanatları Bölümü'nde İslam sanatı master programına gittim. Orada çok başarılı olduğumu düşünüyorum, çünkü çok sevdiğim bir konuyla iç içeydim. İnsanın tutkusu, hayali neyse peşinden gitmeli diye düşünüp inananlardanım belki de... İstanbul'a döndüm dönmesine ama bu konudaki eğitimi de o kadar çok seviyorum ki hala bir zamanlar öğrencisi olduğum bu okulda, İslam Sanatı hakkında ders veriyorum.

BL - Sergi kavramı hayatınıza nasıl girdi?

SG - ilk döndüğüm zaman Kültür ve Sanat Varlıklarını Koruma ve Tanıtma (KÜSAV) Vakfı ile birlikte Osmanlı Sanatı sergileri düzenlemeye başladım. 8 tane sergi bu şekilde ortaya çıktı. Sergiler Topkapı Sarayı Alay Köşkü binasında gerçekleşti. Hepsinin kendine göre bir konusu, teması vardı: Osmanlı'da hat, Osmanlı'da karalamalar, nakışlar. Osmanlı sanatının değişik alanlarının üzerine eğilen sergilerdi. 1992-1994 yılları için çok başarılı işlerdi. Çok beğenildi ve benim kariyerimin temel taşları aslında bu kanalla oldu. Hem Türkiye'deki koleksiyonerlerle tanıştım, ismim osmanlı sanatı ile, bu sergiler yoluyla bütünleşti.

BL - Vakko ile tanışmanız nasıl gerçekleşti ve Vakko'yu takip eden diğer heyecanlı projeleriniz neler oldu?

SG - Büyük bir tesadüf eseri, KÜSAV Vakfı'nın düzenlediği bir dekorasyon fuarında sevgili Vitali Hakko ile yollarımız kesişti ve bana bir teklifi oldu. Osmanlı hat sanatı ve kumaşları benim asıl uzmanlık alanım olduğu için bana eski kumaşları bildiğim için bunu yeniye de çok rahat uyarlayabileceğimi belirtti. O güne kadar hiç düşünmemiştim yapıp yapamayacağımı ama onun teşvikiyle başladığım ve hala devam ettiğim 10 senedir süren çok başarılı ve sevdiğim ayrı bir işim oldu. Bu şekilde çalışırken bu sefer bir belgesel teklifi geldi. 1999-2000 yılında NTV için bir belgesel yaptım. O da çok severek yaptığım bir işti. Osmanlı'da yaşam üzerine her hafta Osmanlı'da yemek, Osmanlı'da giyim gibi başka bir konuyu işliyorduk. Ben hem yazıp hem sunuyordum. Programda konunun uzmanlarıyla röportajlar yapıyordum ve arada kendim de anektotlar anlatıyordum. İnanılmaz keyifliydi. Zaten hayat böyle değil mi bir yerden başlıyorsunuz sonra bazı olaylar çorap söküğü gibi alıp sizi bambaşka yerlere taşıyor.

BL - Herend porselenleriyle maceranız nasıl başladı?

SG - Herend porselen firması teklifi de buna en güzel örnek. Önce bir devlet büyüğüne yapılacak hediye vazo üzerine oluşturmam istenen desen fikriyle başlayıp sonra yemek-çay takımı gibi porselenlere Osmanlı desenleri oluşturmamla ilgili uzun vadeli bir proje şeklinde devam eden ilginç bir işbirliği oldu benim için Herend grubuyla çalışmak...Onlar için de iki grup desen hazırladım, Osmanlı laleleri ve Osmanlı karanfilleri. Dünyanın her yerinde Gülgün adıyla satılması ve projenin bu kadar büyümüş olması, beni çok mutlu ediyor, gurur duyuyorum.

BL - Devam eden projeleriniz neler?

SG - Son yıllarda yaptığım en önemli şeylerden biri de dekorasyon işleri. Dekorasyonu Osmanlı tarzı yapıyorum ve genelde tarihi binaların, tarihi yalıların, köşklerin içini dekore ediyorum. Ayrıca modern binaların içini de Osmanlı tarzına dönüştürmek en büyük zevkim...

BL - Büyük bir hayran kitlesi uyandıran sergileriniz devam edecek mi?

SG - Artık maalesef vakit bulamadığım için sergi yapamıyorum ama Louis Vuitton'un Avrupa Şehirleri Rehberi'nin İstanbul kısmını 4 yıl boyunca yazdım, o benim için bir hobiydi sergiyle eşdeğer olmasa da... Ayrıca ilk günlerden bu güne kadar devam eden antikacılık ve koleksiyonerlere danışmanlık faaliyetlerim hep devam ediyor.

BL - İnsanlara vermek istediğiniz mesaj nedir? Siz aslında bir çeşit kültür elçiği yapıyorsunuz değil mi?

SG - Dünyaya ve Türkiye'ye sürekli vermek istediğim mesaj, uluslararsı arenada bir farkımızın olması gerektiği, aslına bakarsanız herşeyin kendi memleketinizden çıktığı zaman önemi ve faydası var. Mesela bir İtalyan'a pizza, makarna satamazsınız, moda konusunda fikir satamazsınız. Ama çok iyi bir Osmanlı desenli kumaş satabilirsiniz. Artık globalleşme sebebiyle bütün yemekler, bütün insanlar, giyimler birbirine benzemeye başladı. Dolayısıyla artık yerel kültürler yükselen değer olmak zorunda ve öyle de olacak. Bire bir uygulayalım, eski zamanda yaşayalım hiç ilerleme kaydetmeyelim tabii ki demiyorum ama Osmanlı değerlerini bugüne adapte ederek günümüze taşıyabilirsek Osmanlı'nın yaşama şansı var. Osmanlı tatlarını, dekorlarını, adetlerini bugüne taşımanın mümkün olduğunu düşünüp buna kafa yormak, emek vermek gerektiğine inanıyorum. Osmanlı kültürü sadece müzede kalmamalı ve modernleşmek uğruna bir kenara itilmemeli. Esas modernleşmek, aydın olmak kendi değerimize sahip çıkarak olur, mesela bunu çok iyi başaran bir modacıdır Rıfat Özbek ve dünyanın kabul ettiği bir modacı olmasının başlıca nedeni, geleneksel motifleri tarzları günümüze uyarlaması muhtemelen. Yurtdışında çok saygı duyulan, değer verilen bir özellik geçmişine sahip çıkmak... Hep aklıma takılır, neden bir marka topu topu iki adet bayramımızı ele alıp bunu bir şenlik haline dönüştürmüyor da Cadılar Bayramı veya Christmas üzerine kurgulanıyor bütün faaliyetler? Ben eminim bu konuda ciddi çalışmalar yapılsa, yurtdışından akın akın insanın sırf bu şenlik havasında lanse edilecek bayramlarımızı görmeye geleceğine...

Hele de bunu Batı onaylarsa tadına doyum olmaz çünkü milletçe maalesef kendimize güvensisiz, bir zamanlar dünyaya hükmetmiş olsak bile o kadar çabuk unutmuşuz ki geçmişimizi... Batı'nın onayladığı şey bizde kıymetli oluyor. Batı'daki bir marka için birşey yaptığınızda burdaki markalar sizi daha çok beğeniyor. Böyle bir rahatsızlık var. Batı onaylıyorsa bu işte bir hikmet vardır diye düşünüyoruz.

BL - Dünya Doğu-Batı kültüründe nereye gidiyor sizce ve Türkiye bu arenanın neresinde?

SG - Dünyada minimalist yaklaşımdan maksimalist yaklaşıma doğru bir trend olduğunu düşünüyorum. Müzikte, yemekte bir doğu modası hakim. Batıdaki herşey artık fazlasıyla keşfedilmiş, görülmüş ve artık sıkıcı bir hal almış vaziyette. Teknolojinin de etkisiyle herşey elimizin altında, çabuk ulaşılabilir ve tüketilebilir, halbuki Doğu'ya çok da hakim değiliz, orada hala bir gizem var... Dolayısıyla dünyanın neresinde bir enteresanlık varsa o tarafa doğru bir ilgi başladı. Türkiye ve Osmanlı da bunun için çok iyi bir kaynak. Her bakımdan tam kararında egzotiklikte bir kaynak. Türkiye ve Osmanlı anlaşılabilecek kadar batılı ama özellik sahibi olacak kadar farklı...''

Sohbetimizi burada, tadına doyamayarak noktalıyoruz...Serdar Gülgün'le olan bu harika sohbet sizleri de düşünmeye itmiyor mu?

Sorgulatıyor size kendinizi...

Yaşatıyor, hissetiriyor, duyarlı olmaya davet ediyor...

Bugün Türk olmakla artık pek de övünmeyen genç nesile bırakacak ve kuşaktan kuşağa aktarılacak, aktarılması gereken şahane bir mirasın temel taşlarını, yılmadan, ince ince örüyor...

Serdar Gülgün'e sadece Osmanlı Sanatı Uzmanı demek, onu tanıma şansı olduğunda ne kadar yeterli gelir bilmem ama Gülgün'ü tanımlayacak en kısa ve özlü söz kesinlikle'evet bir Türk dünyaya bedeldir'olmalı...

Serdar Gülgün ile İletişime geçmek için brandmail@mailmedianetwork.com adresine mail atabilirsiniz.

Yazı: Merve Başcumalı
Fotoğraflar: Okşan Varol





 
Toplam blog
: 23
: 1189
Kayıt tarihi
: 16.12.08
 
 

1 Mart 1975 İstanbul doğumluyum. Özel bir sağlık kuruluşunda pazarlama alanında çalışıyorum. ..