Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir Pazar öğleden sonrası...

Bir Pazar öğleden sonrası...
 

Sabah erken kalkmayı planladı kız. Annesini de alıp, şöyle bir keyifli Pazar kahvaltısı yapmaya gideceklerdi. Hastalıktan yeni kalkan annesine biraz nefes aldırıp, keyfini yerine getirmekti tek amacı.

Sabah haftanın verdiği yorgunlukla erken kalkamasa da evde güzel bir kahvaltı yapmanın tadını çıkardılar. Daha sonra sabah gezmesini telafi edebilmek adına da hazırlanıp çıktılar. Çıkarken annesi kıza, ‘hızlı hareket ettim sanırım, başım döndü’ dedi. Hemen annesini oturup dinlendiren kız, bir süre sonra iyi olduğunu söyleyen annesiyle bir taksiye binip, sahilde, boğaz havası alacakları bir kafeteryaya gittiler.

Kafeterya kız için ayrı bir önem taşıyordu. Çünkü oraya son gittiğinde, evlenmek üzere olduğu erkek arkadaşından ayrılmıştı. Onu orada son gören garsonlar da, gözyaşlarına bulanmış suratıyla hatırlıyorlardı.
Annesinin üzerinden gözlerini ayırmayan kız, onun daha da iyi olduğunu gözlemlemişti. Manzaranın güzelliğini daha da iyi görebilmek adına bir üst kattaki balkona çıktılar. Anne iyi görünüyordu. Sadece bir kat merdiven çıkmış olmanın verdiği yorgunlukla bir süre dinlendi. Ardından oturdukları masada kız menüden ne içmek istediğini incelerken, annesine sorduğunda annesi tekrar iyi hissetmediğini söyledi. Tansiyonum düşüyor sanırım, çok halsizleştim ben diyince, kız hemen bir tuzlu ayran söyledi. Ayran geldi, içine bolca tuz atıldı. Anne ayranı içti, ancak çok da kötü görünmüyordu. Zamanla annenin rengi solmaya ve terlemeye başladı. Kız annesine hissettirmemeye çalışsa da gitgide panik olmaya başlıyor ve ne yapması gerektiğini sakin bir şekilde düşünmeye çalışıyordu. Ancak annenin rengi o sırada iyice soldu ve görüşündeki bozuklukları, konuşmasındaki zorlukla ifade etmeye başladı. O sırada kız artık kontrolün kendinden çıkacağını hissetti ve garsonlardan yardım istedi. Kafedeki müşterilerin arasından bir doktor gelip yardımcı oldu, ancak kız panik olduğunu annesine belli etmemeye çalışsa da eli ayağı titremeye başlamış ve annesinin kapanmak üzere olan bilincini ayık tutmak için onunla devamlı konuşmaya çalışıyordu. Çok korkuyordu. Ancak bunu asla annesine belli etmemeliydi. Doktor garsonların da yardımıyla anneyi içerdeki koltuklardan birine yatırdı. Yapabileceği gerekli müdahaleyi yaptı. Anne gitgide düzeliyor, kız da onun iyi olduğunu gördükçe sakinleşiyordu. O sırada kafeteryanın sahibi ambulansı çağırmış ve dinlenmekte olan anne, son bir kontrolü yapılması için uzanarak bekliyordu.

Çılgın sirenleriyle ambulansın sesi duyuldu. Anne aslında daha iyiydi, yüzünün rengi dışında konuşması ve görme kabiliyetini tekrar toparlamıştı. Artık oturmuş ve gelen sağlık görevlilerine yaşadıklarını anlatıyordu. Bu sırada ölçülen tansiyonu da normal değerler vermeye başlamıştı. Ardından görevlilerle konuşan kız, durumunu anlatıyor ve hastaneye gerek olup olmadığının teyidini onlardan almaya çalışıyordu. Tam görevliler gerek yok aslında düzelmiş ama siz yarın (Pazar olması münasebetiyle) doktoruna götürün ve gerekli tetkikleri yaptırın mutlaka gibi uyarılarda bulunurlarken, anne kızına benim gözlerim yine kamaşıyor deyince kız hadi hastaneye gidiyoruz dedi ve görevlilerle birlikte ambulansa bindi. Ambulanslarda hastanın yanına oturtmadıklarını kız o güne kadar hiç bilmediği için, önce sert bir uyarıya maruz kaldı, ardından da koşulları zorlamamak adına, endişe içinde ön tarafa oturdu.

Hep yollarda karşılaştığı, kim bilir içerde kimin canı yanıyor diye düşündüğü, trafiği hiçe sayan ambulanslardan birinin ön koltuğunda şimdi kendisi vardı ve bu onun için asla unutamayacağı kadar zor bir psikolojiydi. Annesinin nasıl olduğunu merak ediyor, arada bir arka pencereden onu göremiyor olsa da görevlilere durumunu soruyordu. Artık gözyaşlarını tutmuyor, içinden bağıra bağıra ağlamak geçse de sakin olmak için yine de çaba sarf ediyordu. Annesinin bilinci kapanmak üzereyken, ben gidiyorum, çok üzülme cümlesi beyninde çınlıyordu devamlı. Ama o hala annesinin aslında sadece havaların sıcaklığından kaynaklanan güç kaybından olduğunu düşünerek kendini rahatlatmak için elinden geleni yapıyordu.

Derken, hayatında gördüğü en kötü hastanelerden birine gittiler. Çok kalabalık bir grup insanı sedyeyle aşan görevlilerin ardından kız da koşturuyor, yapılası gerekenleri anlamaya çalışıyordu. Önce dâhiliye de bir EKG çekildi, sonuç iyiydi, en azından kalbinde bir sorun olmadığı anlaşılmıştı. Ancak o halde sorun ne diye düşünen kız doktordan nörolojiye gitmeleri gerektiğini öğrendi. Nöroloji karşı odaydı ve orada doktor beklendi ve gelen doktorun sorulana anne sırayla cevap verdi. Sonuç doktor tarafından tekrar dâhiliye de bakılması gerektiğine varınca, tekrar aynı doktorun yanına gidildi. Doktor ‘bir bulguya rastlanmıyor, bu yüzden benim yapabileceğim bir şey yok, geçmiş olsun’ dedi. Aslında o hastane hakkında pek de iyi şeyler duymamış olsa da bir umut vardı içinde kızın. Ancak sinirlerine hâkim olup, ne bekliyordun ki demekten de alıkoyamıyordu kendini.

Annesi daha iyiydi, sadece ambulansın ani manevraları ve sedyede oradan oraya taşınmaktan midesi bulanıyordu. Acilin kapısına çıktıklarında orada abisi gibi sevdiği Barış’ı görünce birden kendini toparladı. Artık kontrolü paylaşabileceği, annesinin biricik damadı, kızın da ağabeyi gibi gördüğü eniştesi oradaydı. Eve mi götürsek, yoksa her zaman gittiği özel hastaneye gitsek diye bir tereddüt yaşarken artık kız sorumluluğunu paylaşabileceği büyük ablasını da görünce karar verme yetkisini onlara bıraktı. Hemen bir taksiye atlayıp 100 metre ilerideki hastaneye gittiler. Nöbetçi doktorun kısa bir kontrolünden sonra, yatırmamız gerek, tansiyonu değişkenlik gösteriyor ve kontrol altına almalıyız dedi.

Son hastalandığında çok korktuğu hastanede yatma korkusu gerçekleşti annenin. Artık gayet kendinde olsa bile, tansiyonu bir türlü ona eşlik etmiyor, kendini ne kadar iyi hissederse hissetsin, doktorların yatmalısın uyarısını dinlemekten başka yapabileceği bir şey olmadığından gayet mutsuz görünüyordu. Ona kalsa o eve gitse biraz dinlense toparlanırdı.

Kız annesinin birkaç ihtiyacını almak üzere birkaç sokak ilerdeki evlerine gitmek üzere çıktı hastaneden. Ne de olsa, artık annesinin yanında güvenebileceği iki kişi vardı ve onun da biraz rahatlaması için eve gitmesi iyi olacaktı.

Hastaneden çıktı. Eve doğru ilerlerken yol üzerindeki caminin kapısında iki tane cenaze arabası gördü. Beyninden geçen milyonlarca düşüncenin arasında onları da görmek kızı büsbütün farklı bir psikolojiye soktu. Sakin ol, bunlar hayatın gerçekleri, sen dik dur diyordu sürekli kendine. Derken camiden biraz uzaklaştı ve yol üzerinde bir gelin arabasının durduğunu gördü. Gülümsedi. Galiba bu o pazarın ilk gülücüğüydü. Sonra bir apartmanın kapısından çok güzel bir gelin çıktı. Kuğu gibi bembeyaz ve zarifti gelin. Kız yoluna devam etmek durumunda olduğunu hatırladı ve son bir kez geline bakıp uzaklaştı. Bugün onun sınanma günüydü. Her şeyi görmesi gerektiğini düşündü. Eve girdi, yapması gerekenleri yaptı ve tekrar hastaneye döndü. Bu defa etrafa hiç bakınmadı ve nihayet hastaneden içeri girdi. Annesinin odası ikinci kattaydı. İki kat için asansörü meşgul etmek istemedi. İlk katı çıktı. Bu kat doğumhane ve bebek odasının bulunduğu kattı. Canından çok sevdiği ikiz yeğenleri bu katta geçirmişlerdi ömürlerinin ilk iki gecesini. İçeriye bakmayacaktı ki, bir bebek ağlaması duydu. Duraksadı, gidip onu görmek, sadece koklamak istedi ama yapmadı. Çünkü ona ihtiyacı olan bir annesi vardı ve onun yanında olmalıydı.

Hayat, tüm gerçekliğiyle onun karşısında devam ediyordu. Hastalık, ölüm, düğün ve doğum...

Dopdolu bir Pazardı. Kız o gece annesiyle hastanede kaldı. Bin tane şey düşündü. Her düşündüğü şeyde iyi yan aradı. Şimdi anne hala hastanede, tansiyonu yavaş yavaş yoluna giriyor. Muhtemelen bugün öğleden sonra çıkacak. Kız iş yerinde, çünkü ne olursa olsun gitmek zorunda olduğu bir işi var. Aklı annesinde, onun durumunun iyi olduğunu telefonla devamlı takip ediyor. Eğer izin alabilirse ki çok zor, öğleden sonra annesinin hastane çıkışında onunla olmak istiyor.

Birçok kişi o kızın ya da annenin yerinde olmak istemezdi. Ben de istemezdim. Eminim annemde. Hem de hiç. Ama hayat her zaman istediklerimizle karşı karşıya bırakmıyor bizi.

Annem ve ben, bir daha asla böyle bir Pazar, hatta böyle bir gün yaşamak istemiyoruz.

 
Toplam blog
: 33
: 611
Kayıt tarihi
: 05.05.09
 
 

Yazı genelde beni rahatlatır... Ancak yazabiliyorsam... Bazen içimde düğümlenir herşey... Bazen de ç..