Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mart '11

 
Kategori
Dünya
 

Bir yol hikayesi

Bir yol hikayesi
 

Trendeyim. Etrafım çıplak dağlarla çevrili ve kargacık burgacık bir yolda uzun ince ilerliyoruz. Yol hallerimi severim; bambaşkadır. Kucağımda bir türlü tutmayı beceremeyip pes ettiğim dizüstü bilgisayarım, kalemim ve kağıdım. Bir an için evrende sadece üçüyle yaşayarak mutlu olabileceğimi fark ettim, çok olmadı. Bu yazıyı yazıyordum. Çevremi gözlemliyorum sessiz olmaya çalışarak; sadece çalışıyorum çünkü annemin bitmeyen sohbetine maruz kalınca insan pek sessiz olamıyor doğrusu. Herkes ne kadar da yabancı birbirine. İlahi ben, ahbap olacak hali yok ya milletin şuracıkta! 

İnsanların yabancılığı hep içimi burkan bir durum olmuştur. Pencereden dışarıyı izleyen insanların yüzlerini incelerim hep, kim bilir neler geçiyordur susmuş zihinlerden, yol yorgunu yüreklerden derim kendi kendime. Cesaret de edemem bir sohbet başlatmaya; birbirine bir o kadar muhtaç ve aynı zamanda kibirli varlıklarız burada hepimiz. Biri laf atsa da açsak içimizi, bir kurtulsak bu yalnızlık prangalarından der kalbimiz, oysa beyin! Ah ne fesattır o! Sakın ola yolda tanımadığın insanlarla konuşma, kimseye içini açma, kimin ne olduğunu bilemezsin der durur, ha bire konuşur. Beynimin düğmesini kapattığım andan itibaren özgürlüğe doğru yelken açacağımı fark ettim. Çok olmadı, şimdi. 

Etrafıma bakarken gözlerim herkesin ayaklarına takılıyor, sebebi belli. Dost başa düşman ayağa değil kastım. Sınıf farklılıklarının en belirgin özelliklerinden biri bugünlerde ayakkabı markaları. Kim ne giymiş hemen bilinir bir topluluğa girdiğinizde. Bir gün gıcıklığına spor ayakkabımla bir düğüne ya da resmi bir davete gitmek istiyorum. Herkes o rahatsız edici bakışlarını üstüme diksin, yerin dibine sokmak istesinler beni diye. O zaman kahkahalarla gülerdim hallerine, fırsat varken. ‘’Affedersiniz, ayakkabınızın markasını öğrenebilir miyim? Bilakis sizi pek bir zavallı göstermiş!’’ ‘’Ya sizinki hanımefendi? Çıtkırıldım ve kırıtık hallerinizi buna mı borçlusunuz? Müteşekkir olurum eğer markasını öğrenebilirsem!’’ ‘’Ahh, siz timsah derisini tercih ediyorsunuz demek! Ne kadar sofistike. Sizi daha yapmacık ve olduğunuzdan basit göstersin diye sanırım! Ben de memnun oldum efendim.’’ Atlatamadım gitti şu ayakkabı travmasını bir türlü. Sayıyorum tek tek, kimde ne var. Madem ayakkabı belirler toplumdaki yerimizi, herkese haddini bildirmek gerek! Gerekirse tren raylarına bağlarız adamı seninki marka değil diye! Ne haddine milletin göz zevkini bozmak! 

Gözlerim pencereden dışarı çıkıp dış dünyanın seyrine dalarken içime bir acı düşüyor bu kez de. Aşk şarkıları ızdırabı çekiyorum ayaküstü. Neyine gerek senin aşk diyor ruhum. Sus diyorum, dinlemeyi öğren. Sesler yükseliyor gökyüzüne ve takvime bakıyorum. Aylardan şubat, günlerden 14. Ah, anlıyorum! Aşk dalgaları kaplıyor dört bir yanı bugün. Bense reddetmekten büyük zevk aldığım bugünü unutmaya bırakıp yazıma dönüyorum. Anggun çalıyor yüksek perdeden ‘’Painted like a tattoo…’’ Haklısın canım, bir dövme gibi tenime resmedildi acı. Haklısın, bir tabu gibi unutuldu güzel günler. Tercih sebebiydi unutmak, nefes alırken zorlanmayayım diye belki de… Tercihlerim doğrultusunda yarattım kaderimi baştan, belki de en baştan… 

Bir duygusallık peyda oldu başıma, git derim gitmez. Pek de yüzsüz efendim! Zira kendisi benim en belirgin huylarımdan biridir, bilirim inatla bir olup yenecek beni bugün. Gözlerimi yumuyorum başka şeyler düşünmek için. Aklıma Caroline geliyor. Aile temalı en afili animasyonlardandır kendisi, severim. Aile mi dedi biri! Çanlar çalmaya başladı; korkarım. Kendi sesimin bile yabancı gelmeye başladığını hissediyorum. Usulca çıkıp gidiyor neşe içimden, çok uzaklaşma diyorum. Bir damlayla yetineceksem eğer tuvalete gideyim ben. Beceremedim gibi sanki, akmayacak bu gözyaşı zamklandı resmen göz pınarıma. Sen de kal orada… 

Sesler değişiyor, sanırım neşem geri geldi. Dünya hallerini sallamaya meyilli bir kişilik bendeki. Ne yaparsam yapayım atamam içimden o karanlık mizah duygusunu. Karanlık dediğime de bakmayın; çığlık çığlığa kahkaha atanlardanım. Sanırım kafamda yarattığım bir karanlık bu, lanse etmediğim kimselere… Mizah ve ben, ben ve o. Biz. Ayrılamayız. Türk Sanat müziği gibi oldu; hatun yazarlıktan bestekarlığa soyundu beyler, dağılın! 

Kulaklarımı diktim sessizliği dinlemekteyim. Eminim, ilahi bir işaret alacağım bugün! Hasbelkader ilerledi günler bu zamana kadar. Şimdi öyle bir şey olacak ki hayatım çark yapacak en köşelisinden. Nereden kapıldım bu izlenime! Delisin diyorum kendime, evet bu doğru. Bazen bilincimi ve sonunda kendimi kaybedip işler yapıyorum. Pişmanlıkların tadı da güzelmiş. Şimdi, şurada anladım. Aydınlanma yaşadı sanki ruhum, bir Hint esintisi geldi buram buram baharat kokusuyla! Beynimden gelmediği kesin, o kağıt kokar. Mürekkep kokar, bazen de dünyanın çeşitli kokuları yayılır ondan. Tuhaf. 

Tanrım, şu an yeryüzünün kuzey yarımküresinde, orta kuşak alanda Türkiye adı verilen topraklarda, İstanbul-Eskişehir arası seyrüsefer yapan bir trenin birinci kompartımanında bu yazıyı yazan bir kız olduğunu biliyor musun? Biliyorsan işaret gönder bana! Deliliği övdüm diye kızma, zira kendisi gerçeğin ta kendisi bugünlerde! 

 

 

 
Toplam blog
: 22
: 1600
Kayıt tarihi
: 16.03.11
 
 

Ekolojist, hümanist, pasifist, dünya vatandaşı, gazeteci adayı. 1991 yılının ilk yarısında gezege..