Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '18

 
Kategori
Sosyoloji
 

Black Mirror”, “Beyaz Ayı” veya Toplum Nasıl Duyarsızlaştırılır?

Black Mirror”, “Beyaz Ayı” veya  Toplum Nasıl Duyarsızlaştırılır?
 

İngiliz yapımı Balck Mirror dizisinin White Bear, (Beyaz Ayı) adlı bölümünde bir taraftan pozitif hukuk ile doğal hukuk sorgulanırken, diğer taraftan da modern kapitalizmin her şeyi şova çeviren, insanı sadece eğlenen bir seyirci haline getiren sistemi eleştirilir.  Bir hukuk adamının,  ‘adalet’i  nasıl da şov ve ranta çevirdiği gözler önüne serilir.

Şovun yanında, dizinin vurgu yaptığı ana konu, “seyirci” haline getirilen batı insanının nasıl duyarsızlaştırıldığıdır. Çünkü modern insan, içinde yaşadığı dünyada meydana gelen vahşeti, televizyonda gösterilen bir film gibi algılamakta ve kanıksamaktadır.  Böylece, duyarsızlaşmak, vicdansızlaşmak batı toplumunun en önemli sorunu haline gelmiştir. 

Dizinin bu bölümünün Post-modern kuramcılardan sosyolog Jean Baudrillard' nın “Simulasyon” kuramından esinlendiği anlaşılıyor. Ona göre, “Post-modern insan, değişmesinde bir katkısının olmayacağı ve gerçekte rol almak veya bizzat yaşamak yerine sadece izleyebileceği bir gerçek dışılıklar dünyasında yaşayan pasif ve hareketsiz bir varlıktır. “Böylece kitleler duyarsızlaştırılmakta ve insanlıktan uzaklaşmakta ve ticari televizyonun ürettiği “mamalarla” beslenen pasif izleyiciler haline gelmektedir”

Bu kurum ışığında  “Black Mirror”, dizisinin “Beyaz Ayı” bölümüne baktığımızda şunları görüyoruz:  Siyahi bir kadın, nişanlısının üç yaşındaki bir kızı öldürmesi olayını kameraya almış ve bununla da eğlenmiştir. Adli makamlar, siyahi kadının ‘çocuğun vahşi duygular içinde öldürülmesine seyirci” olduğuna inandığı için pozitif hukukun vereceği cezanın yetersiz olduğunu düşünür. Bunun yerine, toplumun vicdanını rahatlatmak amacıyla  “doğal hukuk” un kurallarına göre ceza verir.

Bu amaç doğrultusunda, siyahi kadın hapse atılmaz; kendi evinde elektro şok verilerek, olayı her gün yeniden yaşaması sağlanır. Şöyle ki: akşamları elektro şok verilen kadın, sabahları  koltuğundan uyanır, kim olduğunun bilincinde değil;  dehşet içinde dışarı fırlar. “Dışarıda,  olayın geçtiği yer olan “Adalet Parkı”na   ücret ödeyerek onu izlemeye gelen vatandaşlar var. Kadın,  yardım çığlıkları ile sağa sola koşarken,  seyirci konumundaki insanlar, sadece onu kameraya almak, fotoğrafını çekmekle meşguldürler.

Tiyatro oyuncuları ve polis işbirliği ile kadın, zorla çocuğun öldürüldüğü ormanlık alana götürülür. Psikolojik işkence, yine seyircilerin bulunduğu bir ortamda orada da devam eder. Kadın, dehşetten bağırırken, insanlar onun çektiği acıları bir tiyatro sahnesi gibi keyifle seyretmekte ve devamlı kamera çekimi ile meşgul olmakta ve fotoğraflamaktadırlar.

En sonunda kadın; tiyatro salonu gibi bir yerde toplanan seyircilere, tam bir şov atmosferi içinde tanıtılır. Nişanlısı ve kendisinin işledikleri cinayet kendisine ekranda gösterilir. Suçunun ne olduğu ağır ifadelerle yüzüne söylenir. Bu arada seyirciler, bunları söyleyen hâkimi, sanki bir sanatçıyı alkışlar gibi çılgınca alkışlar. Çünkü kulağında sunucuların taşıdığı kulaklık olan hakim, seyircileri coşturmak için tam bir şovmen gibi davranır, eğilir, onları selamlar.

Bu süreçte, kimse kadının gerçekten katil olup olmadığını sorgulamaz. İnsanlar, sadece seyircidir. Fotoğraf çekerler, bir taraftan hâkimi alkışlarken, diğer taraftan da sürekli eğlenceli bir havada kadını yuhalarlar.

Kadının ve ailesinin duyguları hiç kimsenin aklına gelemez. Kadın, bir insan değil, bir nesne gibi muamele görür. İnsanlar da aslında, bir katili lanetlemekten ziyade, eğlenmeye gelmişlerdir. Yaşananlar sorgulanmaksızın kameraya alınır. Her kes yaşananlardan ziyade, “hatıra” biriktirme peşindedir. Çünkü karşıdaki kişi, şeytanileştirilmiştir, nesneleştirilmiştir ve ayrıca her şey bir film kurgusu gibi sergilenmiştir.

Burada başkalarının acılarıyla mutlu olan, kibirli ve bir o kadar da çaresiz batı toplumunun  bir şeyleri seyrederek ve kaydederek vicdan rahatlatma ayinine tanık oluyoruz. Çünkü aslında “Adalet Parkı” nda olanların adalet dağıtmak ve suçluyu cezalandırmak için kurgulanmadığını, bilakis acımasız ve gaddar insanoğlunun kendine bir eğlence aradığını görüyoruz.

 “Beyaz Ayı”da adaletin yerine getirilmesi bir simülasyona dönüşmüştür, gerçekliği kaybolmuştur. Verilen cezanın etkisini artırmak için yapılan tiyatro ve davetliler ise, pasif seyircilere dönüşmüşlerdir.

Bir kurgu olarak izlediğimiz bu oyun ,  sadece Batı toplumunu değil, aynı zamanda teknolojinin ulaştığı her toplumun az çok kendinden bir şeyler bulabildiği bir eser. Nitekim Amerikan savaş filmlerini izleyerek büyüyen, her gün bilgisayar oyunlarıyla sanal dünyada insanları öldürerek zafer kazanan gençlerimizin duyarsızlığı bunu gösteriyor.

Bugün trafikte yaralanan bir vatandaşı görmezlikten gelen veya ona yardım etmek yerine sadece seyreden ve onu kameraya çeken insanların duyarsızlığı, seyirci bir topluma dönüştüğümüzün en açık delilidir.

Çocuklarımızın vicdanlarını biz kendimiz mi karartıyoruz?

Sesleri ne kadar duyulur, bilmiyorum, ama az da olsa insanı duyguların yok olmaya başladığının farkında olan duyarlı batılı aydınlar da yok değil. Güç odaklarının birilerini toplumun gözünde şeytanileştirilmesi sonucunda,  artık insani duyguların kaybolmaya başladığını, toplumun duyarsızlaştığını bir İngiliz film yönetmeni “Beyaz Ayı”da oldukça etkili bir şekilde gündeme getiriyor.

 

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..