Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '07

 
Kategori
Anılar
 

Blog'da deli mi var?

Blog'da deli mi var?
 

Evin, pek ayakaltı olmayan odalarından birine çekilip o yeşil battaniyeyi seriyordum yere… Terzi sabunuyla bir futbol sahası çiziyordum, özene bezene. Sonra, içinde çeşitli renklerden yüzlerce düğme bulunan torbamı açıyordum ve o gün hangi takımları oynatacaksam o renk düğmeleri ayırıyordum kenara.

Sarı-kırmızı ebrulili düğmeler (11 tane) Göztepe oluyordu…

Beyaz düğmeler ise Beşiktaş.

Minik bir kol düğmesi de top oluyordu ve maç başlıyordu tabii. Kibrit kutusundan oluşan kalelere golleri sıralarken sadece maçı oynatmıyor, değerli Halit Kıvanç’ı taklit ederek bir de maçı anlatıyordum, radyoları başında bulunan hayali dinleyicilere.

Kantarın topuzunu kaçırmış olmalıyım ki, bu durum ev halkının da dikkatini çekmişti ve sevgili ablalarım durumu babama anlatmakta gecikmediler. Onların derdi elbiselerinden eksilen düğmelerdi tabii. Babam ise delirmiş olmamdan kuşkulanıyordu.

Emniyet mensubu olduğundan, önce kendisi kısa bir sorgulama yaptı. Kerrat cetvelinden sorduğu soruları yanıtsız bıraktım ama “Say bakalım Göztepe’nin kadrosunu.” deyince bülbül kesildiğimi hatırlıyorum: “Ali, Mehmet, Çağlayan, Hüseyin, B. Mehmet, Nevzat, Nihat, Ertan, Fevzi, Gürsel, Halil”…

Sanırım ya yedi, ya da sekiz yaşındaydım.

Babam tatmin olmamıştı tabii… Bu yüzden olsa gerek, elimden tuttuğu gibi “Asabiyeci” doktora götürdü beni. Önce aralarında fısır fısır konuştular. İğne yerim korkusuyla oturduğum sandalyeye yapışmıştım ama “ Kendi kendine konuşuyor Doktor Bey” dediğini duyuyordum babamın.

Ve doktor amca da sorguya başladı tabii. Türkiye’nin başkenti Ankara’ydı, en yüksek dağı Ağrı, en büyük gölü ise Van’dı. Altı kere altı da otuz altı ediyordu… Buraya kadar iyi atlatmıştım doğrusu ama Doktor Amca “Say bakalım Beşiktaş’ı” deyince içimi bir korku kapladı. Ne var ki, ben de “battı balık yan gider” moduna girdiğimden saymaya başladım o efsane kadroyu bir çırpıda:

“Necmi, Yavuz, Fehmi, Suat, Süreyya, Kaya. Ahmet Şahin, Yusuf, Güven, Sanlı, Faruk”…

Ya birinci ligdeki takımlar?

“Beşiktaş, Fenerbahçe, Gassaray, Feriköy, Vefa, İstanbulspor, PTT, Gençlerbirliği, Hacettepe, Ankaragücü, Demirspor, Göztepe, Altay, İzmirspor, Altınordu, Karşıyaka”…

Sorular soruları izledi ve hatta maç bile anlattım Doktor amcaya, tıpkı Halit kıvanç gibi. Gülerek dinledi beni ve “Şimdi sen dışarıda bekle bakalım” diyerek beni yolcu etti. Az sonra doktordan çıkan babamın yüzü de gülüyordu. Bu konu hakkında hiç konuşulmadı nedense evde. Ablalarım bana hiç ilişmediler ve düğmelerimi rahat bıraktılar. Ve bir gün babam elinde beş numara bir topla geldi eve.

Artık topum vardı ve pek eskisi kadar oynamıyordum düğmelerimle ama tümüyle de vazgeçmiş değildim tabii. Oynamak başka, oynatıp anlatmak çok daha başkaydı benim için.

Bundan yaklaşık beş sene önce, Halit Kıvanç’ın “Hadi anlat bakalım” başlıklı öz yaşam öyküsü geçti elime. Bir çırpıda okudum tabii. Onun da benim gibi düğmelere maç yaptırdığını öğrenince çok sevindim. Yalnız değilmişim demek ki, dedim. Öyle ya, elle gelen düğün bayram derler.

Bilgisayar dünyasında bu tür oyunlardan çok var şimdi. Koca koca adamlar geçiyorlar başına ve saatlerce oynuyorlar. Kimse de onları asabiyeciye götürmüyor nedense.

Bazen Berlin’deki o büyük alış veriş merkezlerine gidince, tuhafiye kısmına götürüyor ayaklarım beni. Düğme reyonuna gelince etrafı kolaçan ediyorum, bana bakan var mı diye. Sakinse eğer ortalık, o rengârenk düğmeleri okşuyorum elimle...

Ne bileyim ben, okşuyorum işte.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..