Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '11

 
Kategori
Blog
 

Blog toplantısı ve hatta gezisi ama çaktırmadan!..

Blog toplantısı ve hatta gezisi ama çaktırmadan!..
 

Aslında daha fazlaydık :)


Bu gri ama aydınlık şehrimde olduğu için güzel pazar gününde, kızarmış ekmekli, rafadan yumurtalı ve hatta portakal sulu ille de keyifli kahvaltım sonrasında, “Yavaşca hazırlanıp çıkayım artık.” diye düşünür düşünmez, hızla hazırlanmaya başladım. Çünkü son anda aklıma mahallemizin börekçisi geldi. Daha önceki deneyimlerime dayanarak “Börek götürmek iyi olur.” diye düşünmemle, oraya kadar yürümem ve Alsancak yönüne giden otobüslere binebilmek için, üst sokaklardan birine tırmanmam gerektiğinin dank etmesiyle telaşlanmam aynı ana denk geldi.

Az sonra börekçinin önündeydim ama ne yazık ki kapı duvar. Geri dönerken yani dönemezken, aradan bir yerlerden yokuş yukarı tırmanıp otobüs durağını buldum, tıkış tıkış otobüse ben de tıkıştım ve ne mutlu ki oturacak yer buldum. Evet yarım asrımı yeni kutladım ama yaşlandım diye vermediler, tam önümdeki iki kişi inince, koltuğun birine adeta itildim.

Fuara yakın bir yerde indim, ara sokaklardan Basmaneye doğru yürüdüm, önüme bir pastane çıkar mı diye bakıyorum yok! Polisler çıktı, otobüslerde, yayalarda ama pastane yok. Yapacak bir şey yok. Az sonra Kitap Fuarı’nın kapısından içeri itildim ve alışkanlıkla, her zamanki standa doğru yürüdüm. Yani o yöne doğru ama yok yok yok! Elimdeki numaraya göre aradım, buldum yeri; Coşkun Bey de standı da yok! Börekçi de Coşkun Bey de yok satıyor anlayacağınız.

Geri döndüm, girişte danışmadan yardımcı oldular, meyer salon numarası farklıyımış ve hemen girişte sağdaki alandaymış. Bu kez şıp diye bulayım artık değil mi? Evet buldum. Her zamanki güler yüzlülüğü ve esprileriyle karşıladı beni Coşkun Bey, eh benim esprilerim de fena değildi hani. “Az önce Ömer Bey’le (Ömer Özdamar) İlyas Bey (İlyas Bayram) vardı dışarı çıktı.” dedi, aradım, Ömer Bey gelecekmiş, İlyas Bey, kaçmış, yok dönmüş, yani evine gidiyormuş.

Daha önce sözleştiğimiz gibi Ayten Hanım’ın (Ayten Dirier) yanına uğradım, beni hemen tanıdı, ama “zayıflamışsın” dedi, “Yooo, aynıyım ama kameralar öyle gösteriyor.” ay pardon “Resimlerde öyle çıkıyorum sanırım.” dedim. Bir şiir kitabını aldım.*

Coşkun Bey’in yanına döndüm, Zehra Pınar Zoroğlu geldi Ebru’suyla, Ömer Bey de dönmüştü, resimlendik hemen derken gelen bankacılara yani ziyaretçilere Coşkun Bey’in kitap satışlarında menajerlik yaptım. Menajer olunca, kitap ederlerini toplayıp, Coşkun Bey’e ilettim ve ederin üzeri birer lirayı ben verdim. Sanırım menajerin işi buydu. Yaptım çünkü bilet parası çıkmazsa Coşkun Bey’i ağırlamam gerekebilirdi. Neyse ki kurtardım. Hatta Kars’a bile gidip dönebilir artık. Ömer Bey ancak Denizli’ye kadar gidebilecek; misafir blogcu olarak ve olmayan menajeri ile çok bile!..

Pınar evladına kitap almak için ayrıldı, geri döndüklerinde Rıfat Bey’i (Rıfat Mertoğlu) de gördüklerini söyledi. Ayten Hanım’ı ziyarete gittikten sonra ayrıldılar. Az sonra Ömer Bey’in sigara molası için dışarı çıkacaktık ki zaten saat dört olmuştu; standdan ayrılma vaktiydi. Bir süre daha kalmak isteyen Coşkun Bey’i bıraktık ve çay bahçesine gittik. O da ne, Pınar ve kızı orda. Oturduk, çiseleyen yağmurla birlikte çaylar içtik, Ebru kendinden büyük bir ekmek yedi, eh arasında köfte de vardı elbet. Aaa, unutuyordum az daha, oturmadan kır gezisi yapıp, papatyalarla resim çektirdik. Tamam tamam hemen çay bahçesinin yanıydı kır, sizden de bişi kaçmıyor.

Pınar’la kızını uğurladıktan az sonra çıkagelen aslında çıkıp da gelemeyen Coşkun Bey’le birlikte Kemeraltı’na doğru yürüdük. Blog toplantısıydı ya, Çarşı Kafe’ye götürecektim onları, yağmur yağıyordu ama, “taksiyi boş verin” dedim, ne de olsa “majesteleri” ıslanmıyordu; yani şemsiyem vardı. İzmir’imin çiçeklerle bezeli yollarında devam etti gezimiz. THK İzmir şubesine de uğradık, “yok”lardı. Tam o aradan karşıya geçmek de yoktu. Geri döndük ve sonunda “Şükrü’nün yeri”ne geldik. Neye niyet neye kısmet?.. Oturduk çaylar içip pohoçalar yedik derkennnn, Ömer Bey “Aaa, blog” demez mi? İkimiz birden baktık ki Şükrü’nün diğer yerinde yaptığımız toplantı afişi. Hemen hatıra fotoğrafı çektirdim ve sonra oturup bol bol blog dedikodusu ay değil tabi, blog konuşması yaptık, arkadaşların kulaklarını çınlattık. Düşündük ki blogda bizim jenerasyondan kimse kalmamış neredeyse. “Nerde o eski günler” diye iç geçirdik. Dayanamadım “Ben hala direniyorum ama bana destek olmuyorsunuz, yarım asırım diye blog yazdım elli yorum bile olmadı, eski günler olsa, elli kere elli yorum gelirdi.” derken, saate gözüm takılınca “Size doyum olmaz” diyerek kalktım. “Çaylar şirketten mi?” dedim, “Evet, evet” dedi, Coşkun Bey. Yoooo, memnuniyetle kabul etti. Ve bir blog toplantısı ve gezisi daha benim için böyle bitti. Ömer Bey’le Coşkun Bey devam ediyorlardı daha.

Olarak ya da olmayarak katılan tüm arkadaşlara sevgilerimi yolluyor, nice toplantılara diyorum.

*Şiir kitaplarım elime geçince, birer şiir olsun ekleyeceğim. Kitap torbamı Zehra Pınar pek beğenmiş ve almış ama benden kaçmadı gördüğünüz gibi. Haftaya Pazar kitaplarımı almak bahanesiyle ona kahvaltıya gitmezsem nolim.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..