Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '12

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bu Toprakların Kovulmuş Asaleti: Neşet Ertaş

Bu Toprakların Kovulmuş Asaleti: Neşet Ertaş
 

Neşet Ertaş. Horasan Ellerinden sökün eyleyen, Anadolu toprağında gonup göçen Ulu Türkmen/Abdalı… Anadolu’nun garip garip öten bülbülü… Hüzne ses veren, hüznü sesleyen, gurbeti çığıran yanık ses… Anadolunun mülksüzü, mülkiyetsizi… Uzun ince ömür yolculuğunun garip gonüllü durağı… Bir bozkır garanlığında havalanan bozlak… Pürüzsüz göğde kanat vurup gonümüzün en tenha yerine konan telli durna…

Neşet Ertaş. “Bozkırın Tezenesi” Canhıraş bir feryat… Yoksulluğun, yoksunluğun, acının dile gelişi… Çileli bir yolcu… Gonül dağı yağmur, gonül dağı boran… Evveli aşk, ahırı aşk olan bir bilge ümmi… Gurbet semalarında kanat çırpan yaralı bir kuş… Sınırsız bir özlemin çığlığı… Derdinin dermanı bulunmaz bir eren… Bitmez tükenmez bir engin gonül… İnsanlığın ayaklarının turabı, gonüllerin hızmatçısı...

*****

“Bizler garibiz oğlum. Soyadımız yokken bizlere garip derlerdi. Gonül de gariptir oğlum.” diyerek söze başlamıştı “gonül delisi” Muharrem Usta. “Ay dost deyince yeri goğü inleten” Muharrem Usta. Yolunu çizmişti oğlu Neşet’in. El vermişti oğluna, sazını/sözünü bırakmıştı miras…

Sazı ele, sözü dile aldı oğul Neşet. Binlerce yıllık Anadolu’nun yokluğu, yoksunluğu, acısı, yanmışlığı, gavrulmuşluğu O’nun sesinde, sözünde, sazında dile geldi, dile geliyor, dile gelecek… İç Anadolu’nun abdal köylerinden yükselen bu feryat Erciyes’ten Toroslar’a çınlayacak ve gonüllerimizde akis bulacaktı. O, dersini içli, tiz ve yürekleri dağlayan sesiyle bozlak havalandırmak için gönderilmiş Muharrem Usta’dan almıştı.

Neşet Ertaş. Modern zamanların kirlettiği ruhumuza Anadolu’nun berrak pınarlarından su, dağlarından rüzgâr, bozkırlarından yıldız getirir. Kaderimizin destanını söyler en içli, en hüzünlü sesle. Gırgın bir gaderin akisleridir onda parıldayan. Gırgın, gırılgan…

O, mızrabına dokunduğunda turnalar sökün eyler Anadolu’nun duru göklerinden. Turnalar gelir, konar yüreğimizin en tenhalarına. O, mızrabı vurduğunda sazına bir coğrafya dile gelir. Dile getirir bir coğrafya sevdayı, hasireti, özlemi, gavuşmayı, ayrılığı… O, sözü alınca dile yüce dağları arar gözlerimiz. Yüce dağları arar gözlerimiz ağlayarak… Bağrı dağlanmış dağlar gelir dile. Yalnızlığı anlatır bize. Uzleti, heybeti… Garipliği anlatır yüce dağlar. Viran dağlar gibi viran olmuş gonümüz. Borandır dağlar, kıştır… Bozuktur bahçalar, bağlar… Ömür bahçası gibi.

Anadolu Ereni, Türkmen Abdalı. Bir türküye başlayınca kadim bir hasiret dağlar içimizi. Bir ince sızı olur bize dokunan her şey. Yaşıyor olmak, vakte dokunmak, varlığı hissetmek sızıdan başka nedir ki? İnsan olmak gamda olmak değil miydi? Neşet Usta gamdan örülmüş kaderin orta yerinde en varoluşsal endişenin mızrabıyla vurur sazına. Yaşama kırgınlığını çığırır bütün türkülerinde. Çığırır en saf bozlakları.

O, çığırınca bozkırlar dile gelir. Bir hüzün diliyle söyleşir bozkırlar. Hüznü söyler. Bir sam yeli eser hayat bağına. Bağlandığımız, bizi bağlayan ne varsa çözülür gider. Kalırız kışa çevrilmiş yazın ortasında. Kalakalırız… Bir bozkır rüzgârının terkisinde çile eser, gam dolar yüreğimize.

Ümmidir Neşet Ertaş. Hiçbir eğitim rahlesine diz kırmamıştır. Hep aşk alfabesinden okur ümmiler. Sözün büyüsüdür onları sarıp sarmalayan. Sözdür onları büyüten. Sözün sızısıdır büyüten. Sözü dile aldıklarında bir dua havalanır pürüzsüz bozkır gecelerinde. Aşkın alfabesinden söyledikçe ay damlar yârin gara gözlerine. El alırlar aşkın pirinden. Dile gelirler, dile getirirler. Onlar söyler, Mecnun gönlümüze Leyla’nın zülfü değer. Leyla’nın zülfüdür aklımızı başımızdan alan. Aşktır aklımızı başa getiren. Aşktır narında yakan. Aşkımış narına yandığımız hep.

Neşet Baba sazı ele aldığında dil susar, gönül başlar söylemeye, söyleşmeye. Gonül dağından eser bütün yeller. Yağmurlar yağar. Bir bulanık akar dereler, çaylar. Bir garip çağlar gonül çağlayanı. Gader güzergahında hüzünlü bir yolculuk ederiz. Keklikler seke seke geçer goyaklardan. İçimizdeki gizli yaradan sızan ganla sulanır ceylanlar. Ilgıt ılgıt esen seher yelinde feryada başlar cümle mevcudat.

Mecnun Leyla’ya hasirettir hep. Kerem yanmıştır Aslıhan’ın aşgından. İmam Hüseyin, aşgına başını vermiştir. Ferhat Şirin’i için dağları delmiştir. Nesimi yüzülmüştür yarin aşgına. Bir Mecnun yazgısıymış alnımıza yazılan. Vücut şehrine düşen ateşte yanmakmış her dem. Bilmekmiş en büyük marifet bizi güldürmeyeceğini devr-i âlemin.

Neşet Baba’nın çığlığı Kerbela susuzluğudur biraz da. Kerbela’dan gelen durnalar seslenir hepimize. Yaman bir firgatlığın yanıklığıdır söylenen. Kerbela’da başın veren Hüseyin feryada gelir bir semahta. “Muhammed Ali’nin çeşm-i çerağı” Hüseyin… Derin bir acıyla semah döner cümle canlar. Hüznün dergâhında bağdaş kurar dil. Baştanbaşa hüzün yurdu olur yüreğimiz. Bir melâmet hırkasına bürünüp seyran eyleriz yalan dünyayı. Yalandan yüze gülen dünyayı. Gönlümüzce olmayan, gönlümüzü oldurmayan… Gülmemiştir geleli cihana aşk ehli. Gülmemiştir Neşet Usta.

******

Garip gonüllüdür Neşet Ertaş. Bu toprakların gerçek adamları, gerçekten adamları hep gariptir. Gaderi gurbettir bu toprakları gerçekten sevenlerin. Bu toprakların fakir ama sefalete batmayan, asil ama kibirli olmayan, bir şeyler yapan ama yaptıklarıyla adını yaşatmayı sevmeyen, hakikat çağıltısını her zaman kalbinde duyan insanı, somut zaman ve mekanın tahakkümü altına girmemiş, dünyasala hiçbir zaman tenezzül etmemiştir. O yüzden değerleri kıymetleri bilinmemiştir ne yazık ki!

Neşet Ertaş’ın da uzun zaman kıymeti bilinmemiş. Türkülerini, bozlaklarını müziğin her türünden insan söylemiştir ama bir lira bile telif verilmemiştir ustaya. Karın tokluğuna oradan oraya savrulup durmuştur. O’nun ömrünü verdiği türküleriyle başkaları zengin olmuştur. Büyük usta bütün büyükler gibi gurbete göçüp gitmiştir. Türküleri söylenmiş ama kendisi görünmemiştir ortalıkta. Yıllarca Kırşehir’in mahalli sanatçısı olarak zihinlerde yer etmiştir.

Hakikatli adamdır O. Coğrafyamızın hakikatlerini söylemiştir hep. Beyaz Türklerin yalancı, yalandan sanat camiasına, şımarık show kepazeliklerine karşı Anadolu’nun bütün gerçekliğini cesurca söylemiştir. Bütün esmerliğiyle, kavrukluğuyla bizim olanı, bizde olanı dillendirmiştir durmadan.

Kendini görmezden gelen türedi, köksüz piyasaya inat bu toprağın sesi, soluğu olmuştur. Kendi öz memleketinde aç kalan, bir parça ekmek için köy köy dolaşan, kimsenin malında gözü olmayan Neşet Baba’yı ülkeden adeta kovanlar ülkenin en güzel yerlerinde gönüllerince eğlenirler. Bu ülkenin gerçek değerlerine bedel ödetirler. O, Anadolu’nun kayıp ruhuydu. Aynı Ahmet Kaya gibi sürgüne gönderilmişti. Sürgün olmaya mecbur bırakılmıştı. Ahmet Kaya kovulurken fonda Avrupa Yahudilerinden apartma “Bir Başkadır Benim Memleketim” parçası çalınıyordu. Memleketin çocukları kovulurken, memleketin asalakları “Bir Başkadır Benim Memleketim” naraları atıyordu. Bizim yoksulluğumuz, yoksunluğumuz onlar için, Beyaz Türkler için, dönmeler için, dönekler için meze oluyordu. Neşet’i gurbete mahkûm edenler Ahmet için gurbeti mezar yapmışlardı.

Her şey aslına rücu edermiş. Bu toprakların gerçek ruhu da yeniden bu topraklara dönecektir. Bu topraklar gerçek türküsünü, bozlağını, ezgisini daha güçlü bir sesle söyleyecektir. Bu toprağın hakikatleri gür bir sedayla çınlayacaktır. Nitekim Neşet Baba o gür sesiyle, yanık hançeresiyle, kovulmuş asaletiyle geri dönmüştür. Bütün sahteliklere karşı en bedihi gerçekliğiyle buradadır.

Selam olsun bu toprakların bütün gerçek adamlarına!

 
Toplam blog
: 22
: 611
Kayıt tarihi
: 01.10.12
 
 

... ..