Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Çallı'nın; depoya konan "Atatürk" portrelerinin akibeti nedir?

Çallı'nın; depoya konan "Atatürk" portrelerinin akibeti nedir?
 

Yaşar Çallı, aynı zamanda pipo'su ile de meşhur. Her ân kalkışa hazır kara trenin lokomotifi sanki.


Ressam Yaşar Çallı, ailede “torun oluyor” Ressam İbrahim Çallı da dede. Torunken de aynı, tek başına da aynı Çallı ama, daha tecrübe kazanmamış. Kendisini dedeye götürüyorlar. Önüne de torununun yaptığı resimler diziliyor. Bakıp bakıp dede demesin mi ki “ Ben senin yaşındayken resim bilmiyor, yapamıyordum bile” demiş. O zaman genç Yaşar Çallının itimadı geliyor kendisine.

Ressam İbrahim Çallı’nın torunu Yaşar Çallı has Denizlili. Çal Kazasından. Çallı, bir Özay Gönlüm hayranı. Bir gönül adamı. Çabuk çabuk konuşan, heyecanlı, çocuksu tavırları olan, işini yarına bırakmayan, ağzı olup da dili hiç olmayan, başına vurup, ağzından lokması alınan bir insan. Balından yenmez, dünya tatlısı. İnadı da inattır hani. Böyle tanımıştık kendisini.

Bodrum Karaada’da tatildeyken, arkadaşı Erol’un restoranın içini tablolarla donatmıştı. Halikarnas Balıkçısının portresini de kayığa koymuş, onu, sevdiği koyaklara dolaştırmıştık. Hani, özlemiştir belki diye. Zeki Müren’e götürdüğüm zaman, Müren şaşırmıştı. Bu kadar kısa zamanda, bu kadar bana benzeyen ilk resmim bu” demiş, çocuklar gibi sevinmişti. Milliyetteydim o zamanlar. Boy boy resimleri çıkmıştı. Ressamla buralardan tanışırız.

Aradan geçmiş otuz yıl. Evde onun yaptığı portrem asılı. Altındaki imzası , belli belirsiz. Nihayet dün buldum telefonunu “ Allahasen, gel de tamamla şu imzanı” dedim. Böylelikle tele- röportajımız başlamış oldu

“ Eyyy ressamların baş tacı / Karaada’nın Sultanı / Torunların hası / Eyyy gözlerde tüten / Gönlerden gitmeyen / Yerde ararken, Gök’te bulduğum / Torunların hası Çallı dostumuz…/ Neyleyon leeeen! Eyi misin? “

Gülüşmemiz bitince de röportajı başlattık. Tam otuz yıl geçmiş aradan. Vay be! Bu elektronik çağda tele-röportaj. Ört ki, ölem!

Bodrum Karaada’nın o dar kumsalında Hawaii Geceleri tertiplemiştik. Meydan ateşi etrafında sabaha kadar yarı çıplak danslarla denizi bile ısıtmıştık. Şarap mı, deniz mi hangi deryada yüzdüğümüz belli değildi. Sabaha kadar sürmüştü. Çallı da resimler yapmıştı bir köşeye çekilip. Kaç geceler Karaada’yı salladık da salladık.

Bundan sonrasını, telefonun öbür ucundan şöyle öğreniyoruz: Varmış gitmiş TBMM’sine, oranın ressamı olmuş. Atatürk’ten, günümüze kadar C.Başkanlarının ve Meclis başkanlarının tablolarını yapmış.

Tabi arada, ara sıcak gibi, sualler de servisliyorum. Onları da cevaplıyor… “İbrahim Çallı çala fırça çalışırdı, serbestti” diyor, devamla, “ben o kadar cesur değildim. Dedem, zor dönemde sanatçı olmayı başarmış bir ressamdır. Benim eskizlerim, belleğimdedir. Ve içsel besinlerimle harmanlayarak genellikle canlı modellerle çalışırım. İnsanı seviyorum” diyor.

Eski C. Başkanı A.Necdet Sezer, kendisine atölye tahsis etmiş. 40- 50 adet Atatürk resmi yapmış. Bunlar, Çankaya’da duvarda iken, bir gecede yerlerinden alınarak depoya konmuş. Sebebini bir türlü öğrenememiş. Küsmüş. Davetlere o gün, bu gün katılmıyor. Sahi; Ressam Çallı'nın depoya kaldırılan "Atatürk" portrelerinin akibeti nedir?

Şimdi de, Denizlinin yıkılmakta olan tarihi evleri ile, Kurtuluş Mücadelesindeki Atatürk’ün kaldığı eski evlerin resimlerini yapmak istiyor.

Aklıma gelmişken de soruverdim. “ Anıtkabirde tavandan, döşemeye kadar Atatürk portreleri gördüm. Altlarında Rus ressamlarının imzası vardı neden?” dedim. Bir aah çekti ki arkadaş, Ankara İstanbul hızlı treni, raydan çıktı zannettim. “ Sorma dedi, benim de yaram o. Avrupa’da ve içeride pırıl pırıl ressamlarımız var. Niye onlara yaptırmazlar. En iyisini yaparlardı. Kurtuluş müzesi galerisi de öyle.Yapıtlar başarılı ama, “Türkçe” değil. Türk askerlerini Ruslar anlayamazlar o animasyonlar yapılırken.

Çallı, Avrupa’da bir çok devletlerin sanat elçisi olarak çalışmış. En son Saddam devrilmeden evvel çağırıp portresini yaptırmış. O da yağmada telef olmuş.

Tele-röportaj, pek sevimsiz geldi bana. Burada kestim. “Gel” diye davet ettim. Portremin imzasını da tamamla dedim. Olur, dedi. Çocuksu güldü. Telefonda bile belliydi. Bende kalan iki resmi vardı, arşivimden çıkardım. Milliyette yayınlanmıştı önceden. Şimdi de Milliyet Internet Blog sayfalarında. Kadere bak!

O zaman pipo içiyordu. Hasret kavuşturan kara tren gibiydi.Oturuşu, kalkışı, tren gibiydi. İri cüsseliydi. Bakalım. Karşılaşınca tanıyabilecek miyim?

İşte böle böle… Özledik be akideş!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..