Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '11

 
Kategori
Şiir
 

Çelik tanklarla çakıl taşlarının sonu önceden yazılmış savaşı

Çelik tanklarla çakıl taşlarının sonu önceden yazılmış savaşı
 

Sokakları kan ve intikam kokan bir şehrin, Çatısı tank mermileriyle parçalanmış, köhne bir evinde geldi dünyaya, kaderini önceden anlamışçasına, Gözlerini dünyaya ilk açtığı anda döktü ilk gözyaşını!

Ve daha yeni yürümeye başlarken öğrendi, Çelik tanklarla çakıl taşlarının sonu önceden yazılmış savaşını…

Umutlarını gözyaşlarıyla birlikte toprağa gömmüş annesinden öğrendi adını,

Çocuktu!…

Savaşmaktan yorgun düşmüş babasının, titrek ellerinde gördüğü eski bir silahla oynadı ilk tehlikeli oyununu…

Doğan her çocuğun, mevzilere sürülecek asker olacağı bir mahallede açmıştı gözlerini ve hiçbir oyunu öğrenmeden öğrenmişti; Kısa ömrünün sonuna dek unutmayacağı; vatan ve şehitlik sözlerini…

Top sesleriyle aydınlanan şehrinin kurşuni şafaklarına takılmıştı çocuk gülüşleri.

Kendisiyle beraber içindeki hırs ve intikamda büyüyordu. Tereddüt etmiyordu masum elleriyle karşı tarafa savurduğu taşları atarken tek bir an ve titrememişti elleri; usulca eline verilen silahla karanlığa ilk kurşunu sıktığı zaman…

Kendi vatanında mülteci rüyalar görüyordu geceleri, çocuk kalbine sığmayan feryatlar yankılanıyordu kulaklarında, asılsız ihbarlarla uyanıyordu ısmarlama kabuslarından, nedensiz çığlıklar duyuyordu apansız...

Ve yaşına inatla kendi kesiyordu kalbinde yeşermeye çalışan umut fidanlığını!

Sonra intihar kuşanıp tepeden tırnağa, Küçük elleriyle yırtmaya çalışıyordu tüm insanlığın sırtını döndüğü bu anlamsız karanlığı…

Sürgün gönderildiği bu dünya cehenneminde paletler altında ezildikçe umut,

En kutsal gülücüklerini takınıyordu, katran karası kaderine inatla,

Ve hiç bırakmamacasına tutuyordu babasının ellerini, sokaklarında özgürce koşacağı viran şehrindeki mutlu günlerin beyaz hatırasına…

Oysa mutluluk kelebek ömrü kadardı bu şehirde, en olunmadık yerinde uyanılan bir sabah üstü rüyası kadar ya da…

Bilinmeyen ayın bilinmeyen bir gününde, yağmur gibi yağan mermilere inatla, güneş en tepeden bakıyordu.

Küçük Muhammed en tehlikeli oyununun ortasındaydı, savunmasızdı.

Ve kahramanının kucağında yatıyordu. Etten bir duvar örmüştü babası, Söndürmesin istiyordu kahpe kurşunlar bu tazecik güneşi, siper etmişti kendini bu metal fırtınaya, susmuştu bütün oyunlar ve en karanlık pususunu kurmuştu gözünü kırpmadan zaman!

Sessiz bir çığlık yükseldi göklerden, Küçük Muhammed’in başı yavaşça, bir yıldız gibi kaydığı o an…

Ardına kısa ömrüne sığdıramadığı hüzünler bırakmıştı.

Kavmine de; üstünde yürünecek umut denen kanlı cam kırıkları!!

Ve hiçbir canlının kulaklarından silinmeyecekti,

Muhammed’in cansız bedeni başında annesinin yeri göğü inleten sessiz hıçkırıkları….  

 
Toplam blog
: 17
: 588
Kayıt tarihi
: 16.07.11
 
 

Yazmayı konuşmaya tercih eden biri kısaca. 32 yaşında evli ve bir kız babasıyım. Bilgisayar başında ..