Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Cenaze

Cenaze
 

İNTERNET


Caminin önünde yalnızca birkaç ihtiyar toplanmıştı. İmam bir yandan kavurucu öğle sıcağının nimetlerini alnından silerken, bir yandan da teneşirdeki ölüye dualar okuyordu.

İhtiyarların epey arkasında dizilmiş üç beş kadın, eteklerini çekiştire çekiştire ağlıyordu. İçlerinden yalnız biri sandalyeye oturmuş, anlamsız mimiklerle cenazeye bakıyordu. Ağlamakla gülmek karışımı bir ifade taşıyan dudaklarından ne bir ah, ne bir eyvah çıkmıyordu ama, yüzüne çökmüş derin keder her haliyle seçilebiliyordu. Hemen yanı başında duran genç bir delikanlı kadının elini tutuyordu. Uzun boylu, oldukça zayıf olan bu gencin de yüzündeki ifade kadınla hemen hemen aynıydı.

İmam dualarını bitirince sıra cenazeyi sırtlayıp mezarlığa götürmeye gelmişti ki, ihtiyarlar teessürle birbirilerine baktılar. Çünkü değnekle dahi zor ayakta durabilen bu adamların, değil tabutu taşımak, arkasından yürümeye bile mecalleri yoktu.

İmam kadının yanında duran gence çağırdı.
_Oğlum bir el at! Beraber kaldıralım haydi.

Genç, kadının elini bırakıp, isteksiz adımlarla cenazeye yaklaştı. İmamla birlikte, cenazeyi kabristana götürmek için yola çıktılar. İhtiyarlar neredeyse emekleyerek de olsa, küçük bir cemaat oluşturup, tabutun ardından yürüdüler. En arkada ağlaşan kadınlar da, birer ikişer cemaatin ardına takıldılar. Sandalyede oturan kadın, iki kişinin yardımıyla ayağa kalktığında, bir eliyle karnını tutuyordu. Hamileydi.
………………………………………………………………………………………………………

_Mustafa, bir akşam olsun evde dursan. Bak hamileyim…Geceleri korkuyorum da üstelik.

Kadın oturduğu kanepeden, kapıdan çıkmak üzere olan kocasına söyleniyordu. Adam hiç duymamış gibi, kapının arkasındaki çividen ceketini aldı. Ayakkabılarını giydi. Sonra beklenmedik bir hareketle geri dönüp karısına baktı. Yüzünde garip bir telaş ve endişe vardı. Gri gömleğinin yakalarını düzeltirken gözleri hala karısındaydı.
_Belki gelmem bu gece. Sanayide çok iş var. Bekleme yat. Bir şey olursa ararsın.

Adam kapıyı açarken, kadın ölü cümlelerle “ gitme” diye mırıldandı. Kapının sert sesiyle derin bir kedere düşen kadın, oturduğu yerden perdeyi aralayıp, arabaya binen kocasına baktı.
……………………………………………………………………………………………………………

Mustafa, birahanenin yeşil örtülü masasında oturmuş, dalgın dalgın etrafına bakınıyordu. Karşı masada oturmuş birkaç kişi, anlamlı anlamsız her şeye gülüyor, yalan dünyanın cennetine düşmüşçesine şen bir şekilde eğleniyordu.

Masada ki bardağına hiç dokunmamıştı. Oysa bu gece, her zamankinden daha çok içmek istiyordu.

Birahanenin çıngıraklı kapısı açıldığında gayri ihtiyari geri dönüp baktı. Gelen Cemil’di. Cemili gören karşı masadakiler bir an sustu. Sonra kaldıkları yerden abartılı yatak hikayelerine ve sarhoş gülüşmelerine devam ettiler.

Cemil tespihini masanın üzerine atarak yapmacığa daha yakın bir gülümsemeyle :
_Oğlum Musti, seni burada bulacağımı biliyordum, deyip, teklifsizce masaya oturdu. Mustafa’nın bardağını eline alarak iki üç yudum içti.

Akşamın bu saatinde tenha olan birahanenin, yarım saate kalmadan dolacağını bilen Mustafa, birasını içip bir an önce tamirhanesine gitmek istiyordu.

Cemil sorgulayan bakışlarla Mustafa’ya bakmaya devam ediyordu. Bir süre gözlerini birbirilerinden ayırmadan karşı masadaki, çoktan sarhoş olmuş adamları dinlediler. Adamlar alkolün etkisiyle ne dediklerini bilmez halde cümleler kuruyor, henüz kurduğu cümle bitmeden, anlamsız başka cümlelere dalıveriyorlardı.

İçlerinden biri pencereyi işaret ederek:
_Ulan bakın şu yol kenarındaki itlere. Nasılda koklaşıyorlar. Şerefsizim bizim karıda şu dişi it kadar cilve varsa, diye haykırdı. Merakla camdan dışarı bakan kalabalık, adamın bu sözlerine kahkahalarla karşılık verdiler. Sonra bir tanesi “ Benimki de!” dedi. Sonra diğerleri…

Bu arada Cemil de kendine bir bira söylemiş, sessizce içiyordu. Mustafa’daki durgunluk ona da bulaşmıştı.

Çıngıraklı kapı açıldı. İçeri uzun boylu, yakışıklı, iyi giyimli bir adam girdi. Karşı masadakiler, her yeni gelende olduğu gibi, bu adamın gelişinde de bir müddet sustular.

Adam kimseye selam vermeden doğruca kasaya gitti. Birkaç şişe sardırdı.

Yüzü kapıya dönük olan Cemil, iri gözlerini dışarıdaki siyah arabaya dikmişti. Gözlerini içeri giren adamdan alıp, Cemil’ e dönen Mustafa, tam “ bu da kim”, diyecekken, Cemilin yüzündeki şaşkın, korkulu, kederli hali gördü. O da başını kapıdan yana dönüp, gözleriyle dışarıda ne olduğunu kolaçan etti. Bir müddet sonra onun da gözleri siyah arabada takıldı kaldı.

Sardırdığı şişeleri poşete koyduran adam yeniden kapının çıngıraklarını öttürerek dışarı çıktı. Siyah arabasına bindi, arabada onu beklen kadını öptü. Sonra hızla oradan ayrıldılar.
……………………………………………………………………………………………………………

_Sizi bir arkadaşım tavsiye etti. Umarım dediği kadar maharetlisinizdir.

Mustafa, karşısında sere serpe oturan ve her yanından neşe akan kadına bakarken, kendisinin hiç de layık olmadığı bir hayat yaşadığını düşünüyordu. Kadının gülüşüne, ani hareketlerine, gözlerine baktıkça bakası geliyor, bir taraftan da kendinden utanıyordu.

Bir araba arızasıyla başlayan diyalogları, birkaç ay içinde sevgili olmalarına vesile olmuştu.

Mustafa’nın, severek evlendiği karısını gözü görmüyordu artık. Tam ona ayrılmak istediğini söyleyeceği günlerde, baba olacağını öğrenmiş, karısını bırakmaktan vazgeçmişti. Bütün aşkına, yaşadığı heyecan ve zevk dolu hayata rağmen , sevgilisini terk etmeye karar verdi. Ama bu da mümkün olmadı, çünkü o da hamileydi.

Günlerce düşündü, iki kadınının yanına da gitmedi. En sonunda halini Cemil’e anlattı. Kendi vicdanı ve Cemilden aldığı tavsiye üzerine, sevgilisinin bebeğini aldırmaya karar verdi.

Kürtajla beraber bebeği gibi aşkı ve neşeli hayatı da çöpe gitti. Artık hayatına çekidüzen vermeye, gittikçe saplandığı zevk aleminden ve bu alemde yaşamanın doğal sonucu olan pek çok çirkeften kurtulmaya karar verdi.

Artık sadık ama, duygusuz bir koca olarak hayatına devam ediyordu.
…………………………………………………………………………………………………………

Mustafa, Cemilin sarsmasıyla kendine geldiğinde, gözlerinden yaşlar, dudaklarından ince bir kan sızıyordu. Hırsından dişlerini dudaklarına geçirmişti.

Ayağa kalktı. Karşı masadaki sarhoşlardan gözleri hala kapanmamış bir iki kişi, hayretle Mustafa’ya bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Mustafa hışımla çıngıraklı kapıdan çıktı. Arkasından hesabı ödeyen Cemil kapının çıngıraklarını öttürdü.

Hava soğuktu. Hafiften yağan yağmur sokak lambalarının ışığını bir nebze olsun buğulandırsa da, sokaklar aydınlıktı. Mustafa gözlerini kırpmadan direksiyonu çeviriyor, Cemil’in yalvarışlarına aldırmıyordu.
_Mustafa yapma, nereye gittiğini sanıyorsun? O senin kadının değil artık, sen ondan çoktan vaz geçtin. Bırak kimle ne yaparsa yapsın! Mustafa, sana diyorum! Çoluk çocuğunu düşün! Mustafa, sana diyorum!
_Nerde olduklarını biliyorum.
_Nerden biliyorsun?
_Şerefsiz kadın nerde sefa yapılacağını biliyor!
_Nerde?
_Bunu bana nasıl yapar Cemil? Ben onu her şeyden çok sevmiştim!
_......
_Konuşsana!
_Geri dönelim Mustafa!

Araba yolun tenha bir yerinde durdu. İki arkadaş, az ilerideki alçak ağaç kümelerinin arasındaki belli belirsiz iki gölgeye bakıyordu. O yer bir uçurum üstüydü. O nedenle ağaç gölgeleri ve iki insan silüeti, karşıdaki deniz üzerinde siyah birer desen gibi duruyor, yağmura rağmen garip bir aydınlık içerisindeki gökyüzünün, parçalı kara bulutları, tabloya ayrı bir şekil veriyordu.

Mustafa arabadan indi. Ardından _korkarak da olsa_ Cemil dışarı çıktı.
_Mustafa, Allah’ına kurban olayım, haydi gidelim.
_Sen burada dur. Bir çift laf edip döneceğim.

Mustafa hızlı adımlarla uzaktaki gölgelere doğru ilerlerken, Cemil olduğu yerde diz çökerek olacakları seyre daldı.

Adamla kadın, uzaktan yaklaşan karaltıyı fark edince toparlanmaya çalıştı. Ellerindeki şişeleri yere bırakıp, bütün sessizlik ve dikkatleriyle gelene odaklandılar.

Kadın, bir müddet sonra Mustafa’yı tanıdı. Adam hiçbir şeyden habersiz, bir tam önlerinde gelip duran Mustafa’ya, bir de yanındaki kadına bakıyordu. Mustafa sessiz hareketlerle adamla kadının tam karşısına oturdu. İki eski sevgili gözlerini kaydırmadan birbirilerine bakıyordu. Sessizliği adam bozdu:
_Arkadaşım sen ne hakla bizi rahatsız ediyorsun. Kaybol çabuk! Kadın adamın koluna girdi ve “ Kalk gidelim buradan” dedi. İkisi birlikte ayağa kalktılar. Sırılsıklam ıslanmış bir öylesine de sarhoş olmuştular. Güçlükle bir iki adım ilerlemişlerdi ki Mustafa’nın sesiyle durdular.
_Onu da beni öptüğün gibi mi öptün ha? Benimle seviştiğin gibi aşkla mı…

Adam bu sözler üzerine geri dönüp Mustafa’nın yakasına yapıştı.
_Doğru konuş, o benim kadınım!
Mustafa gülümseyerek:
_Evet, eskiden benim kadınımdı. Az daha çocuğumu doğuruyordu söylemiş miydi sana?
Cemil hala diz çöktüğü yerden olanları seyrediyordu.

Adam olduğu yerde dondu. Yağmur yüzünü yalayarak boynuna aşağı inerken, sinirden kilitlenmiş çenesinin titremeleri, yüzündeki suları hafifçe sağa sola serpiyordu. Kadın, adamı uzaklaştırmaya çalışdıysa da başaramadı. İki erkek, düellodaki iki horoz gibi kabarmış, birbirilerine bakıyordu. Adam sendeleyerek Mustafa’ya doğru bir adım attı. Şimdi aralarında yarım metre yoktu.
_Ne dedin sen. Bir daha tekrar et!
Cemil işin kötüye gittiğini görünce Mustafa’ya seslendi. İki adam ve kadın, Cemil’in uzaktaki gölgesine bakarken, o hala bağırıyordu:
_Mustafa, haydi geri dön!
Adam daha da kızmıştı.
_Demek adamını da alarak baskına geldin ha!

Mustafa adamın yüzündeki gözü dönmüş ifadeyi fark ettiğinde, artık çok geçti. Adam çoktan silahını çıkartmıştı.

Arabaya doğru koşmaya çalıştı. Arkasından ateş etmeye başlayan adam, kadının tüm yalvarmalarına rağmen, Mustafa’nın ardından düşe kalka da olsa arabaya doğru koştu. Cemil silah seslerini duyup, adamla Mustafa’nın kendisine doğru koştuğunu görünce korktu. Kısa bir tereddütten sonra kaçmaya karar verdi. Mustafa olan gücüyle bağırıyordu:
_Cemil, arabayı çalıştır! Oysa Cemil çoktan yolun diğer yanındaki ağaçlığın içinde kaybolup gitmişti.

Çamur içinde kalan Mustafa tam arabaya binip, kapısını kapatmak üzereydi ki bir el silah sesiyle gözleri karardı…Her şey sessiz bir sis gibi…Başını yana çevirdi. Sevdiği kadın, adamın elinden silahı almaya çalışırken, çığlık atıyor, adam küfürler yağdırıyor, yağmur gürültüyle arabanın ön camını dövüyor, Mustafa hepsini gördüğü halde, hiçbir şey duymuyordu artık.

Bir müddet sonra, adam ve kadın siyah arabalarına binerek oradan uzaklaştılar.

Cemil saklandığı ağaçlıktan çıkarak arkadaşının yanına doğru hızla koştu. Mustafa’nın bir bacağı araç kapısının dışında kalmıştı. Alnından sızan kızıl kan, boğazından göğsüne doğru ilerlerken gittikçe ton değiştiriyor, gri gömleği bir ebru tuvali gibi görünüyordu.
……………………………………………………………………………………………………

Cemaat mezarlığa vardığında, neredeyse ikindi okunacaktı. İhtiyarlar yorulmuş, kadınlar ağlaşmaktan perişan olmuştu ama, mezarlık yolu bitmek bilmemişti.

En önde tabutla giden genç ve imam da güçlerinin son kırıntılarını tüketmekteydi.

Sonunda mezarlığa vardıklarında, bir çukurun başında iki genç onları bekliyordu. Gençlerden biri de Cemildi.

Ölü toprağa verildikten sonra, imam küçük cemaatine tekrar sordu. “Hakkınızı helal ediyor musunuz”. İhtiyarlar ve bir iki genç cılız bir sesle ediyoruz diye mırıldanırken, arka taraftan aykırı, gür ve hırs dolu bir ses duyuldu:
_Etmiyorum!

Bu karısının Mustafa’ya son ama en etkili seslenişi oldu. Mustafa’nın da karısına son cevap vermeden çekip gidişi….

-ENGİNDENİZ-

 
Toplam blog
: 28
: 814
Kayıt tarihi
: 14.06.10
 
 

32 yaşında bir belediyeciyim. Mahalli İdareler/ Fırat Üniversitesi mezunuyum. Tam bir roman delisiyi..