Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Cennet Gerçekten Anaların Ayaklarının Altında mı?

Cennet Gerçekten Anaların Ayaklarının Altında mı?
 

13 yaşında dünyaya getirdiği çocuğuna, vücudunun istenmeyen, eklektik uzvuymuş gibi bakıyor, ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Öyle ya oyuncak bebeği bile olmamıştı… Aslında hiç çocuk da olmamış


Gelişigüzel, sanki bir tesadüf gibi gözünü değdirdi kucağındaki bebeğe…

Uyuyordu…

13 yaşında dünyaya getirdiği çocuğuna, vücudunun istenmeyen, eklektik uzvuymuş gibi bakıyor, ne yapması gerektiğini kestiremiyordu.

Öyle ya oyuncak bebeği bile olmamıştı… Aslında hiç çocuk da olmamıştı.

Baktı bir kez daha. Kendi kaderinde hayal etti kucağındakini; telli duvaklı, eli kınalı, müstakbel kocasının yanında, nüfusunda, koynunda… Tiksindi, en çok da kendinden. Aldı gözünü çocuktan, duvarda zifaf gecesinde bulduğu, iki karılı on çocuklu atmışlık kocası ne zaman üzerinde debelense sığındığı noktaya koydu.

“Gerçekten cennet anaların ayaklarının altında mı?” dedi kendi kendine.

Sesi sahibinden habersiz tıslar gibi dişlerinin arasından çıkmıştı.

Cennet…
Cehenneminden kurtulmanın tek yolu gibi görünüyordu.

• • •

Kim mi yukarıda ki kız çocuğu? Hayatta mı? İntihar mı etmiş? Şimdi ne mi yapıyor?
İnanın bana önemi yok… Gerçeğin ta kendisinde; isimler, sıfatlar, an pornografiden başka bir şey değil. Zira yukarıdaki paragraf üçüncü sayfa ile dördüncü sayfa arasındaki zamana sıkıştırdığımız yüzlerce haberden biri. Tek fark, yaşayanın sesinden çaresizliğine şahitlik etmeniz.
İsim mi istiyorsunuz?

Boş verin yukarıdaki çocuğu, yakın zamanda herkesin konuştuğu Kader’i hatırlayalım.
Mezarının başında ağlayan var mıdır?

Sanmıyorum.

Yaşarken de kimsesizdi öldükten sonra da kimsesiz Kader.

Birçoğumuz unuttu belki de onu, hayal meyal hatırlayanlarsa yakın zamanda unutacak.

Oysa o; şiddetin en ağır olanına uğrayan, hayal kurma, umut etme hakları elinden alınarak, müebbet mutsuzluğa, yalnızlığa itilen, ağabey, amca, dede diyecekleri adamlara koca demek zorunda bırakılan, daha kendi çocukken kucağına kendi çocuğu verilmiş, öldükten sonra da kemik yaşı tartışmalarında adı geçecek “Ana”dolu’nun kadersiz, kara duvaklı evlatlarının binlercesinden biri olarak, Türkiye’nin çocuklarıyla ilgili utanç tarihinin içinde, biz görmek istemesek de hep var olacak.

Garip…

Türkiye 2013 verilerine göre Avrupa’nın en genç ülkesi, yaş ortalaması da 29,7. Manşetlerde şöyle; yaşlı kıtanın en genç nüfuslu ülkesi, AB adaylarının en genç nüfuslu üyesi, Türkiye’nin en büyük zenginliği genç nüfusu…

Sonuç; Avrupa Şampiyonuyuz…

Çok şanslıyız…

Peki ya bizim genç nüfus, Türkiye’de doğduğu ve olduğu için şanslı mı?

Cevap resmi raporlarda saklı…

Türkiye’de her üç evlilikten biri çocuk gelin.

Her altı çocuk gelin evliliğinden biri 10-14 yaş arasındaki kızlardan oluşuyor.

Her on çocuk gelinden dördü ikinci eş.

Kadın sığınma evlerinde barınan her üç kişiden biri çocuk gelin.

Sonuç; Avrupa Şampiyonuyuz…

Sonuç; Utanç Listelerinin de Şampiyonuyuz…

Biz ne yapıyoruz?

Bu yaraya isim bulmaya çalışıyoruz.

Çocuk Gelin

Pedofili Mağduru

Erken Yaşta Evlilikler

Bulduk diyelim ne değişti?

Hiç…

Evet, hiç çünkü ben yazarken, siz okurken; bir yerlerde bir çocuğun çeyizi düzülüyor, düğün hazırlıkları yapılıyor. Malım mülküm bölünmesin diye, gözü başkasına kayar diye, bin iki bin dolara, belki birkaç koyuna, tıpkı bir eşya gibi satılıyorlar, hem de davulla dernekle, zurnayla, toplumun onayıyla.

Bu çocukların büyük bölümü kalıcı psikolojik rahatsızlıkların peşine, cinsel ilişkiye biyolojik olarak hazır olmadıkları için, “gebe kalamama, prematüre doğum, gebelik ve doğumda görülen olumsuz sonuçların artması, rahim kanseri gibi hastalıklarla” boğuşuyor. Sonra “eksik” deniyor, “kusurlu” deniyor, dışlanıyor, aşağılanıyor, dövülüyor, tuvaletlere, odalara kapatılıyor, hizmetçi gibi kullanılıyorlar.

Ve ne yazık ki bu durum; her kesimde görülen, gelenek ve inanışlar bahane edilerek normalleştiren bir gerçek.

Bu çocukların beklediği tek şeyse, korunmak, sahip çıkılmak…

illustrated cute romantic princess

Peki, adalet ne diyor bu çocuklara?

18 yaş evlenme yaşı…

17 yaş aile rızası ile evlenme yaşı…

16 yaş hâkim kararıyla evlenme yaşı…

Yani;
Ehliyet alma yaşı, 18…

Oy kullanma yaşı, 18…

Yargıya başvurma yaşı, 18…

Ama EVLİLİK yaşı, 16…

5 Mayıs 2013 tarihinde Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu Dönem Başkanı ve Aydın Barosu Kadın Komisyon Başkanı Gökçen Kaya, “Aileler çocuklarının yaşlarını büyük gösterip evlenme izni alabilmek için önceki yıllara oranla yüzde 94 artışlarla mahkemelere başvuruyorlar” açıklamasında bulundu.

Siyaset ne düşünüyor?

Bilmiyoruz… İstatistik bilgilere bakılırsa girişimleri pek yok, varsa da sokaktaki “vah vah” diyen vatandaştan pek bir farkı yokmuş gibi görünüyor. Zira istenildi mi her karar kolay alınıp, kolay çözüm üretilip, ataklar yapılabiliyor. Oysa biz 2014 yılında hâlâ; Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu arasındaki “Çocuk Gelin” kavramının tarifinin ivedilikle değiştirilmesi ve 18 yaş olması gerektiğini bas bas bağırıyoruz.

Gelelim Diyanet’e…

14 Ocak 2014 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı bir açıklama yaptı ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nda, çocuk yaşta evliliğin doğru olmadığı yönünde görüş birliğine varıldığını duyurdu. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Mehmet Keskin, “Bu konuyu dinimiz asla tasvip etmez. Dinin tasvip etmediği şey de günahtır” dedi.

Ama…

Evlenebilmek için reşit olmanın gerektiğini, İslam Âlimlerinin bunu erkekte 18, KIZDA EN AZ 17 yaşını doldurmakla olacağını belirtti.

Oysaki…

Gelişmiş ülkelerden bazıları, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına göre belirlenen 18 yaşın altındaki herkes çocuktur sözleşmesine imza atmasına rağmen, bu yaşı 21’e çekmek için girişimlerde bulunurken, biz aynı sözleşmeye imza atmış bir ülke olsak da, Diyanet aracılığıyla KIZDA EN AZ 17 yaşına vurgu yapmaktayız.

Peki, bu çocukların evliliklerinin meşrulaşmasında ki en önemli unsurlardan biri olan dini nikâhları kıyan imamlarla ilgili bir yaptırım açıklandı mı?

“Resmi nikâhı olmayan kimselerin nikâhlarının din görevlileri tarafından kıyılması halinde, kıyanların sorumlu tutulacağı genelgede belirtildi” ifadesi kullanıldı.

Neden o İmam, görevden men edilmiyor?

Neden o İmam’ın siciline, cinsel istismara göz yummak ve görevi kötüye kullanmak olarak işlenmiyor.
Neden biz hâlâ; bu sağı solu törpülenmiş, netleşemeyen cümlelerle oyalanıyoruz? Zaten yıllardır sorumlu tutulmuyorlar mı? Yeni olan ne, yaptırım nerede?

Bu bir zincir… Hem de bir ucu o çocukların ayağındaki prangaya bağlı bir zincir. İlk halkada, anne baba var. İkinci halkanın sahibi okuldan alınınca öğrencim niye derslere gelmiyor deyip ortalığı ayağa kaldırmayan öğretmen. Evlenen adam, nikâhı kıyan imam, düğünde halay çeken akrabalar, sessiz kalan komşular, dur demeyen muhtar, seni gerektiğinde annen babandan bile ben korurum demeyen devlet, suçlulara ağır cezalar vermeyen adalet, bu haberleri sadece bir çocuğun canı yandığında ya da öldüğünde haber yapan basın yayın, peş peşe geliyor zincirde.
Peki ya biz?

“Vay vah” diyoruz, üzülüyoruz, “pedofili” denmesi konusunda da inatçıyız.

Sonra?

Alışıyoruz, unutuyoruz. Kendi dört duvarımızda, çoluğumuz çocuğumuz, kardeşimiz, yeğenimiz rahat uyuyor diye kafamızı yastığa rahat koyuyoruz. Mümkünse haberlerde denk gelirsek kapatıyor, gazetede hemen sayfayı çeviriyoruz.

Çünkü üzülmek istemiyoruz… Çünkü hayat artık zor…

Peki, ne kadar zor?

O çocuğunki kadar olabilir mi?

Bunun cevabını belki yazımın başındaki kucağında bebeğiyle duvardaki noktaya bakan kız çocuğunun olduğu resme; kendi çocuğunuzu, çocuğunuz yoksa yeğeninizi, kimseniz yoksa kendi çocukluğunuzu koyarak verebilirsiniz.

Televizyon, sinema, yaşam ve sokaktaki hayat üzerine diğer yazılarımı okumak istiyorsanız, blogum bibaksana 'ya uğramayı unutmayın. :)

 
Toplam blog
: 172
: 1971
Kayıt tarihi
: 08.06.06
 
 

Okur, gezer, izler ve yazar...                 ..