Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '13

 
Kategori
Deneme
 

Çıkmaz

Çıkmaz
 


Uyuşmuştu, kelimelerini, cümlelerini, bu uğurda nelerini feda etmişti. Hâlbuki eskiden böyle miydi? Bir aşk uğruna, bütün kelimeleri, bütün cümleleri sevdalara asar, mandalla tutturduğu geçmişine mektup sayardı. Artık hissetmiyordu, bilmiyordu, sevmek nasıl olur, heyecan neye denir, biri için ağlamanın, onun için yok olmanın, birinde yaşamanın, aşkla can bulmanın ne olduğunu bilmiyordu. Kısa bir süre yaşayıp, sonra unutmuştu. Ağlamayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki, ağlayınca, gözleri isyan eder gibi yanıyordu. Göz pınarları kurumuştu adeta, gözyaşları bir bir aktıkça, yüzü ıslandıkça, gözleri yanıyordu. Hissedememenin bir diğer adı kalp yarasıydı. Zamanında o kadar çok yara almıştı ki, artık yaşayacağı, tadacağı bir yara kalmadığından olsa gerek, uyuşmuştu. Sevmişti. Evet, zamanında gerçekten çok sevmişti. Bu şekilde öğrenmişti ama sadece sevmek yetmiyordu, yetemezdi. Tek başına sevmek, başlı başına bir eylem değildi. Sevmiyordu artık, sırf bu yüzden… Sevmenin hiç kimseye yetemeyeceğini düşündüğü için sevmiyordu artık.
Delicesine ağlamak geliyordu içinden. Sigara içiyor olsaydı, sigara paketini talihi değiştirir gibi bir anda sokağa atar, arabaların ezmesini dilerdi. Bağımlılığından kurtulmanın yolunu bağımlı olduğu şeye ölümcül bir son hazırlayarak bulmaya çalışırdı, ama sigara da içmiyordu ki… Yapmadığı çok şey vardı aslında. Kendisini kaybetmişti. Sonunda, yalnızca, sadece kendisini kaybetmişti. Hissetmiyordu. Daha önce dinlediği şarkılar heyecan vermiyor, duymuş olduğu keman sesi yüreğine işlemiyordu. O artık sevemiyordu. Cümlelerini, kelimelerini kurban vermişti. Sevdası o kadar derin, o kadar acı, o kadar nefes kesiciydi ki, sonunda cümlelerini bir hiç uğruna kurban vermişti. “Nasılsın?”dan öteye gidemiyordu acıları, acılarına bile “Nasılsın?” diye soruyordu. Gözyaşları yüzüne yağmur olup yağarken, dilini gözyaşına değdirdi. Teninin tuzunu tattı sanki, şarkıda olduğu gibi…
Sevemiyordu. Hiçbir acı, harpten çıkmış kalbinin lekesini temizlemeye yetmiyordu. Acılar dar geliyordu ona artık, heyecanlanamıyordu. İnsanları görüyordu, izliyordu insanları, hepsinin gözleri parıldıyordu. Sevgililerinin ellerini tutuyor, gözlerine aşkla bakıyor, birbirlerini canları sayıyorlardı. Onların yerinde göremiyordu kendisini, gözleri yanıyor, dudakları titriyor, çiçekleri suluyordu gözyaşlarıyla. Tek dostu olan yazmak da gitmişti kendisinden, aşk küsünce, aşka küsünce, o da gitmişti. İnsanlar nasıl oluyordu da unutuyorlardı, akıl sır erdiremiyordu. Aslında anlıyordu. Unuttuğu için uyuşmuştu. Unutup, yeniden sevmenin zorluğunu bildiği ve buna yanaşmak istemediği için uyuşmuştu. Sevmek yetmiyordu. Hayal dünyası da yetememişti, bir tek şey vardı şimdi özlediği… O salıncak, o gökyüzü, o hayaller ve çocuksu aşk… Büyüdükçe değil, yara aldıkça hissedemez oluyordu insan. Kırılınca bir de…

Bu kadar çok mu kırılmıştı? Can sesinden, cam sesini duyamazdı. Canı kırılmış, un ufak olmuş, parçalanmıştı. İncitmişlerdi onu, çok incitmişlerdi. Birinin elini tutabilecek miydi? Ona, en sevdiğine “Uğurlar olsun” demişti. Yol açık mıydı, kapalı mıydı, işte bundan emin değildi. Ama o gitmişti. Yol açıktı ki, gidebilmişti. Uyuşmuştu. Aslında ölmüştü. Ölmüş duygularla, ölmüş çaresizliklerle, ölmüş bir geçmişle, ölmüş bir insandı artık o. Bir de kelimelerini kaybetmişti, bir harf bile eksilse içinden, cümleleri ona küserdi. Kıskanmıyordu bile insanları, kıskanamıyordu. Ölmüştü artık o, ölmüştü.
Cenazesine yalnızlık gelmişti. Elini tutmuştu yalnızlığın, birlikte ölmüşlerdi. Yalnızlık ölmüştü, yalnız ölünce… Yaşarken ölmenin talihsizliğine yenik düşmüşlerdi. Bir tek başı dikti artık, boynunu büken kadere verdiği bir söz vardı. Ölürken bile yıkılmayacaktı. Sevemiyordu, peki bu keman sesi? Artık o da yüreğine işlemiyordu. Kemanını kaybetmişti kız. Kemanını yitiren, gözyaşlarına nasıl sığınırdı?

Sevemiyordu hiç kimseyi, hiç’i bile sevemiyordu. “Hiç, yoktan iyidir” derlerdi. Yok’un hiçliğine yenik düşmüştü, sevemiyordu kimseleri… Kimsenin namını duymuştu, kimseler vardı, sonradan her şeyimiz olan… Kimseler kalmamıştı her şeyimiz olacak olan…
Sevemiyordu geçmişi. Uyuşmuştu. Sevemiyordu elleri terleyen sevdalıları, gözleri birbirine değen aşkın piyangosuna vurulanları, kıskanmıyordu da artık hiçbirini.
Sevmek, sadece sevmek yetmezdi. Bu yüzden sevmiyordu sevememeyi… Başına konmuştu bir kere, talih kuşu yerine. Bir sevmemek düşmüştü ki talihine, sevse canı yanar, sevmese ölürdü. O da ölmeyi seçmişti…

Dilara AKSOY

http://www.twitter.com/merhabaomrum

 
Toplam blog
: 196
: 226
Kayıt tarihi
: 03.01.13
 
 

     1989 doğumlu, İstanbul Üniversitesi Felsefe mezunu. 10 yaşında şiir yazarak başladığı kalem ..