Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '07

 
Kategori
Arkeoloji
 

Cumhuriyet döneminde Roma'nın siyasal ve sosyal durumu

Cumhuriyet döneminde Roma'nın siyasal ve sosyal durumu
 

1) Erken Dönem Roma’sının Siyasi ve Sosyal Durumu
Bugünkü İtalya’nın Latium bölgesinde, Tiber Irmağı’na bakan tepelerde kurulan ve birkaç köyden oluşan Roma, sonradan dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin merkezi olur. Romalılar tarihte pek çok ülkenin dilini, edebiyatını, yasalarını, yönetim biçimini ve mimarlığını etkiler.

a) Roma Tarihinin Dönemleri

a.Krallık Öncesi Dönem (İ.Ö. 753 öncesi)

b.Krallık Dönemi (İ.Ö. 753 - 509 arası)

c.Cumhuriyet Dönemi (İ.Ö. 509 - 27 arası)

d. İmparatorluk dönemi (İ.Ö. 27– I.S. 476 arası)[1]

b) Krallık Öncesi Dönem

İtalya’da erken dönemlerden itibaren yaşayan insan toplulukları vardır. Akdeniz asıllı halklar, İ.Ö. 3000’lerde görülür. İtalya’ya İ.Ö. 1200 yıllarında gelen kabileler İtalikler’dir. İtalikler’in yerli halkla karışmalarından “Latinler” denen halk doğar. İtalya’ya Anadolu’dan gelen, Romalı ozan Vergilius’un Aeneas destanında anlatılan Etrüskler’in, denizcilikte usta bir halk olduğu anlaşılıyor. Etrüksler, İtalya’da tarımcı köy toplulukları halinde yaşayan Latinler üzerinde kurdukları egemenlikle, toplumsal farklılaşmaya uğramış toplumların, dolayısıyla uygarlığın ortaya çıkmasına yol açarlar

Bu olaydan yüzyıl kadar sonra bazı Latin köyleri birer kent durumuna geçerler. Bu kent toplumlarında şarap, zeytinyağı ve maden işletmeciliği, Kartaca, Fenike ve Ege adaları ile ticaret ilişkileri yapılır. Siyasi örgütleniş “civitas” denen bağımsız kent devletleri biçimindedir. Kent devletleri önceleri seçimle iş başına gelen ve aynı zamanda en yüksek komutan, yargıç, din adamı olan krallarca yönetilir. Zamanla monarşilerin yerini aristokrasiler alır.

c) Krallık Dönemi

Efsaneye göre, Roma’yı Romus ve Romulus kardeşler kurar. Eskiçağ tarihçileri, Roma krallığının başlangıcı olarak I.Ö. 753 tarihi verilir. Etrüksler, üzerinde egemenlik kurdukları Latin köylerini birleştirip Roma kentini kurarken, yerli halkı kentin kurulmasında zorla çalıştırırlar. Bu durum iki toplumun arasını açar. Latin halkın zamanla güçlenen aristokratları, bir buçuk yüzyıl sonra ayaklanarak I.Ö. 509’da Etrüks kralını kovarlar[2].

d) Cumhuriyet Dönemi

Etrüks kralını kovarak yönetimi ele geçiren, kendilerine Patricii (babalar) denen Latin aristokratları, Etrüks karallık kurumuna duydukları düşmanlıktan dolayı, krallık düzenini yıkıp, cumhuriyeti kurarlar. Batı dillerinde cumhuriyet anlamına gelen “republic” Latince’de “halk için” anlamına gelen “Res publica”den gelmektedir. Res publica zamanla, toplumun tek kişi tarafından değil meclislerce yönetilmesi anlamını kazanır. Bir yönetime cumhuriyet denilmesi için meclislerin halk meclisi olması zorunlu değildir. Gerçekten, Roma Cumhuriyeti de aristokratik bir cumhuriyettir. Nüfusunun %10’nu oluşturan patriciler iyi örgütlenmiş büyük toprak sahipleri sınıfıydı ve tam vatandaşlık haklarına sahiptiler. Nüfusunun %90’nı oluşturan sınırlı vatandaşlık hakları tanıdıkları pleb’ler üzerinde aristokratik bir cumhuriyet yönetimi kurarlar[3].

Pleb’ler sınıfı da yoksul ve zengin pleb’ler olarak ikiye ayrılır. Zengin pleb’ler bir kent soylular sınıfını oluştururken, pleb’lerin yoksullaşan kesimi Roma proletaryasını oluştururlar. Latince’de “proles” çocuk demektir. Vatandaşları zenginliklerine göre ordunun birliklerine almak ve öteki vatandaş haklarıyla ve görevleriyle ilgili düzenlemeleri yapmak amacıyla, Roma vatandaşları çeşitli sınıflara ayrılırlarken, ploterya adı, vatandaşların çocuklarından başka servetleri olmayan yoksul kesimini belirtmek için kullanılır[4].

Roma toplumunun cumhuriyet dönemindeki bu sınıfları dışında ileride imparatorluk döneminde, pleb’lerin orduya süvari olarak atlarıyla katılan üst tabakalardan oluşan bir “atlılar” sınıfı ortaya çıkar. Zenginleşen pleb’ler, patricileri zorlayarak siyasal haklarını genişletip memur olmaya başlayınca, patrici üyeleriyle evlenmelerini önleyen yasaları da kaldırırlar. Böylece patrici üyeleriyle zengin pleb’lerin karışmalarından doğan bu sınıfa, iyiler anlamına gelen “optimates” denecektir. Buna karşılık zengin olmayan halk sınıfına “populares” denmeye başlanacaktır. Daha önceleri patriciler ile pleb’ler arasında olan sınıf ve iktidar kavgaları, cumhuriyetin sonlarına doğru ve imparatorluk döneminde optimates ve populares sınıfları arasında sürecektir.

Roma’da cumhuriyet döneminin tarihi, dışta Roma’nın gelişmesinin, içte sınıf kavgalarının tarihi olur. Roma kent devleti güçlenirken, Romalılar Sicilya’da ve Kartaca’da kölelerin ya da serflerin çalıştırıldıkları büyük topraklarda kapitalist yöntemlerle, pazara dönük, karlı tarımsal üretimin yapıldığına tanık oldular[5]. Roma toprak ağaları, “latifundia” denen çiftliklerde yapılan bu yönetim biçimini benimsediler. Bu, bir yandan sınıf çatışmalarına yol açarken, öte yandan Roma’yı geniş toprakları olan bir kara imparatorluğu durumuna getirme yolunda sonuçlar doğurur.

İç gelişmeler alanında Roma pleb’leri, patrici sınıfıyla savaşımlarında adım adım ilerleyerek, Roma’nın yönetiminde gittikçe daha fazla söz sahibi olabilmeyi başardılar. Önce patricilerin “Senato”suna karşılık kendi “Pleb Meclisini” kurdular. Patricilerden istedikleri hakları alamayınca Roma’dan ayrılıp başka bir yerde kendi topluluklarını kurmak üzere yürüyüşe geçince, borçlarını bağışlatıp, köle durumuna düşmüş üyelerinin özgürlüklerini geri verdirip “tribün” denen memurlar ile Roma yönetimine katılma haklarını elde ettiler. İ.Ö 450 yılında “On iki Levha Yasası”nı, aristokratik sözlü hukukunun yerine getirmeyi başardılar. İ.Ö. 447’de pleb meclisini bir halk meclisi durumuna getirerek, Senato gibi yasa çıkarma yetkisine sahip bir meclise kavuştular. İ.Ö. 445’te ise, pleb’lerle patrici sınıfından olanların evlenmelerini yasaklayan yasayı kaldırttılar. İ.Ö. 421’de, daha önce yalnızca patrici üyelerine açık olan Roma yüksek memurlukları pleb’lere açılır. İ.Ö. 326’da borç köleliği kaldırılır. İ.Ö. 287’de pleb’ler bir kez daha kendi devletlerini kurmak üzere Roma’dan ayrıldıklarında, çaresiz kalan patriciler, pleb halk meclisini Senatoya eşit bir yasama gücüne sahip olmasını kabul ettiler[6].

İçte sınıf çatışmaları bu yönde gelişirken, dışta Roma’nın hızla genişlendiği görülür. Roma ilk gelişmelerini tuz ticareti yolu üzerinde bulunuşuna borçludur. Tuz ticaretine zamanla zeytinyağı ve şarap ticareti eklenmiş olup, bu yolla zeytin ve üzüm tarımına geçilir. Latifundilarda köleler çalıştırarak pazara yönelik bir tarım gerçekleştirilir. Bu gelişmeler patricilerin topraklarını genişletme yolunda bir politika izlemelerine neden olur.

Roma’nın İ.Ö. 493’de otuz Latin kent ile kurduğu “Latin Birliği” giderek Roma’nın kentler üzerine dayattığı bir egemenliğe dönüşür. İ.Ö. 448’de Roma Akdeniz ticaretine girerek, genişlemesine hem karadan hem denizden sürdürme olanağı bulunur.

Roma kentince yönetilen Latin Birliği’ni, yönetime katılma hakkı olmayan kentleri, kendilerine de Roma vatandaşlık haklarının tanınması isteği ile İ.Ö.340’ta ayaklandılar. Bu ayaklanma bastırılır ve Roma vatandaşlık hakları tanınır. Ancak Roma, kentler arası ticareti elinden kaçırmamak için, bu kentlerin birbirleri ile olan ticareti yasaklar . Roma İ.Ö. 272’den sonra, Güney İtalya’daki Yunan kent devletlerini ele geçirir. Akdeniz ticareti ve egemenliği yolunda İ.Ö. 264’te Kartaca ile savaşır. Kartaca’yı kesin olarak yenince İ.Ö. 210’da Akdeniz’i ele geçirir. Makedonya’yı İ.Ö.168’de, Yunanistan’ı İ.Ö.146’da topraklarına katar.

Roma önce İtalya’da, sonra Akdeniz’de egemenliğini kurar. Bu devirdeki başarı ve yenilgiyle siyasi ve idari tecrübe kazanan, başka uygarlıklardan çok şey öğrenmiş bir Roma vardır. Bu devir içinde siyasi karışıklıklar, ticari ve mali genişleme ve ahlak bozuklukları vardır. Bu sırada merkezi idare ve eyalet idaresi konusunda, savunma, iktisat ve toprak dağıtımı konusunda, orduların desteklediği devlete kafa tutan askeri başkanlar, güçlü ticari işlerin gelişmesi, felsefe ve dinde yeni fikirlerin davranışların biçimleri konusunda yeni meseleler çıkar. Bu devirde önemli kişiler Roma tarihine yön verir. Bunlar; Gracchi, Sulla, Pompeius, Crassus, Julius Caesar, Brutus, Antonius, Cicero’dır[7].

2) İtalya’da Kentleşme

İtalya’daki kentleşmenin kökeni ve gelişimi Yunanlılar, Etrüskler, Romalılar ile bağlantılıdır[8]. Bu karışımla birlikte İtalya’daki kent planlamacılığı ortaya çıkar çeşitli kültürlerin baskın olduğu dönemlerde gerek ulusalcılık gerek de yerel etki kent planlamacılığını bir nevi etkisi altına almaktadır.

Etrüsk kentlerinin öcüleri olan Villanovalıların da düzenli bir kent planlamacılığına dair herhangi bir bilgi yoktur. Ancak İtalya’daki sistemli bir kent planlamacılığına geçiş aşamasında Yunanlıların büyük bir etkisinin olduğu düşünülmektedir. Erken dönemdeki Etrüsk kentleri plansız olmakla birlikte yerleşim alanlarının seçilmesinde ana unsur olarak savunma göz önüne alınır. Savunmanın ilk başta göz önüne alınması nedeniyle kentin yeri de buna elverişli olmak zorundadır. Bu yüzden Villanova ve Etrüsk kentleri bu amaçla doğru orantılı olarak genellikle sarp kayalık alanlar üzerine kurulur. O yüzden bu yer seçimi nedeniyle düzenli ve planlı bir kentleşmeyi zorlaştırmaktadır. İtalya’nın orta ve kuzey kesimlerinde gerçek anlamda ilk kent kurucuları Etrüsklülerdir[9]. Her ne kadar kentleşme açısından bir adım atılsa da düzenli bir planlama olmadığı söylenebilir.

Yunanlılarla ilk bağlantı Etrüsklerin kuzeyde Po Vadisi’nin içlerine doğru güneyde de Campania’ya doğru genişlemeleri sonucunda meydana gelir. Böylelikle Yunanlılarla fikir alışverişinde bulunup etkileşim halinde bu fikirleri uygularlar. Özellikle Yunanlıların ızgara plan tipini tanırlar. Bu da Roma kentleşmelerinin ana unsurlarından biri olur[10]. Bununla birlikte Etrüsklerin kent planlaması konusunda asıl esin kaynağı Güney İtalya’daki Yunan kentleri olur. Bu etkileşimle birlikte Campania’da Etrüsk planlamasının ortaya çıkmasına sebep olunur. Bu etkileşim Roma planlaması için de kaynak oluşturmaktadır[11]

3) Roma Mimarisi

Roma mimarisi kemerli, tonozlu ve kubbeli yapım tekniğini büyük ölçüde geliştiren, iç mekana önem kazandıran ve anıtsal bir yapı düzenini bunun üzerine kuran bir üslup yaratır. Romalıların geliştirdikleri mimari biçimler, modern çağa gelene kadar, Batı mimarlığının olduğu kadar, bir ölçüde İslam Mimarlığının da ana bileşenlerini teşkil etmiştir. Romalıların hafif ahşap çatı örtüsü yerine büyük açıklıkların üzerini örten kargır tonoz ve kubbeleri tercih etmeleri, taş sütunu esas taşıyıcı olarak kullanmak olanağını kısıtlamış, ağır taşıyıcı duvarların rolünü arttırır. Böylece Roma mimarisi daha masif, dolu görünüşlü olmuş, sütunlar bu mimaride daha çok dekoratif amaçlarla kullanılır[12].

Romalılar harçlı duvarın kullanışını genelleştirirler, dışı taş veya tuğla kaplama, fakat orta kısmı yığma, moloz duvar tipleri geliştirirler, yapıları örten tonoz ve kubbeleri de, bugünkü betona benzer bir teknikle, kalıplar üzerine dökülen bir çeşit harçla meydana getirirler.

Bu yeni teknikler büyük ve süratli inşaatların gerçekleştirilmesine imkan verir ve Roma dünyasının ekonomik olanakları, o dönemde hayal edilemeyecek büyüklükte ve karışıklıkta yapıların ortaya çıkmasını sağlar. Bununla beraber Yunan ve Etrüks mimarilerinin etkisi mimari nizamlarının, tapınak , mezar gibi yapı yapı tiplerinin devamlılığını sağlamaktadır[13].

a) Largo Argentino

Mars alanın ortasında dört adet tapınak bulunmaktadır. A-B-C-D tapınakları diye adlandırılan yapılar toplu halde olmaları bakımından ilginçtir. Kuzeyden üçüncüsü yani C tapınağı en eski olanıdır[14]. Arka duvarında sütun yoktur. Porticussuz peripteros planlı bir tpınaktır. Tüf taşından olan yüksekçe podyumu çok basit olan arkaik tarzda profille biter[15]. Tapınak A ise İ.Ö. 3 yy’a tarihlenir. Sütunları tüf taşından başlıkları ise travertenden yapılmış olan tapınak peripteros planlıdır[16]. Güneyde yer alan tapınak D oldukça geç bir tapınak olmasına rağmen ilk evresi İ.Ö. 2. yy başlarıdır.. Tapınak B ise yüksek bir podyum üzerinde, önünde merdivenli girişi olan yuvarlak planlı bir tapınaktır. Sütunlu Korinth tarzıdır. Bu başlıklar da traverten taşından yapılır. Sütunlar ise tüf taşındandır. Bu tapınak ile tapına C arasında büyük bir bayan heykelinin parçaları bulunur. Bu heykelin Tapınak B’ye ait olduğu düşünülmektedir[17].

Bu tapınakların hangi tanrılara adandıkları tam olarak bilinmez. Ama tarihsel sürece göre çeşitli olasılıklar vardır. Bu bakımdan Tapınak C erken dönemde yapıldığından dolayı İ.Ö. 217’den beri Mars alanında tapınımı olan Ferania’ya verilebilir. Tapınak A’nın Iuno Curritis hem de Iuturna’ya ait olabileceği düşünülür. Her ikisinin de tapınakları Mars alanında vardır. Iuno tapınağı Q. Lutatius tarafından olasılıkla İ.. 241’de Falerier’lere karşı kazanılan zafer sonucu yaptırılacağı, Iuturna Tapınağı’nında yine Q. Lutatius Catulus tarafından aynı yıla Kartacılılara karşı alınan zafer sonucu yapıldığı önerilebilir. Ovius’da, Agrippa Hamamları’nın yakınında bulunan bir Iuturna tapınağından bahseder bu da Tapınak A’yı işaret etmektedir[18].

b) Vesta Tapınağı

Roma’nın kapladığı alan, Şehir kuruluş efsanesinden de anlaşılacağı gibi, kutsaldır. Daha sonra kurulan şehirler adına da bu gelenek devam eder. Bir hendekle sınır koyulan, iki eksene göre yön verilen alanın ortasında tapınaklarla yönetim ve Ölüler ülkesinin ağzı olan kuyu için yer bırakılır. Her evin kendine göre ocağının bulunmasına karşılık şehirde Vesta tapınağının da bir ocağı bulunmaktadır[19].

Roma’da Tiber nehri kenarında bulunan günümüzde de S. Maria del Sole Kilisesi adıyla tanınan dairesel tapınağın Pantelikon mermeriyle kaplanmış tüf taşından podyumu, bir başka Vesta tapınağı olan Tivoli’deki podyumun tam tersine, tamamen Yunan tarzındaki merdivenlerle çevrelenir. Bu yapının saçak kısmında tamamen hiçbir şey kalmamış durumdadır. Yapının tarihlendirilmesinde kesinlik kazanmamakla birlikte Erken İmparatorluk dönemine kadar geriye giden bir tarih önerilmektedir. Ancak bu tarih doğru sayılırsa yapının arkaik kabul edilmesi gerekir. Yapı muhtemelen İ.Ö. 1. yüzyıl ortasından geç olmayan bir dönemde yapılmış olmalıdır.Tapınak son olarak İ.S. 3. yy başlarında Septimius Severus’un kızı Donma aracılığıyla yenilenir[20]. Yuvarlak planlı ya da çokgen yapılar genellikle “Roma-Kelt” tipi olarak sınıflandırılmakta ve imparatorluğun çeşitli eyaletlerinde görülmektedir. Bu tip yuvarlak yapıların daha sonra da sıkça kullanıldığı görülmektedir. Hatta modern mimari de bu tarz yapıları görmekteyiz[21].

c) Cloaca Maxima

Yunan ve Roma şehirlerinin en önemli sorunlarından biri su temin etmektir. Yeni bir yerleşim yeri kurulurken veya var olan bir merkez genişletilirken yeni su kaynakları bulmak, suyu kullanım noktasına taşımak gerekir[22]. Su sorunu olmayan bir merkez için alt yapıyı kurmak daha kolaydır. Roma’nın atık suyu gönderecek Tiber nehrine sahip olması bir nevi işlerin kolaylaşmasına neden olmaktadır. Forum Romanum başlangıçta tepeler arasında gömü alanı olarak kullanılan bataklık ve nemli bir vadidir[23], tepeler arasında da merkezi bir konuma sahiptir. Buraya yerleşim için büyük yatırımlar yapılmaya başlandığında bölge kurutulmak zorundadır. Livius’un söylediğine göre İ.Ö. 600 civarında ilk Etrüsk kralı Tarquinius Priscus Roma’nın ilk kanalizasyon sistemini yaptırdığını bildirir[24]. Ayrıca aşırı derecedeki su miktarı ve bunun getirdiği atık su Roma’da kapsamlı bir kanalizasyon döşenmesini gerekli kılar. Aynı bu dönem gibi atık suların yanında yağmur sularının da taşkınlık yapmaması için kanalizasyon sisteminin varlığı gerekmektedir. Roma’da atık suyun aktarılmasına önem verilirdi. Hatta askeri kampların bile suyun akıtılabilmesi için meyilli bir zeminde olmasına dikkat edilinir. Roma kentinin Cloaca Maxima’sı yani ana lağımı Cumhuriyet dönemi başlarından kalmadır. Kentin içinden geçen Tiber nehrine açıldığı noktada günümüze kadar gelmiştir. Açıklık incelendiğinde ne kadar bol suyun nehre aktığı da anlaşılmaktadır[25]. Bundan başka bir de, şiddetli yağmurlarda insanların araba yollarına basıp kirlenmemesi için yapılan basamak taşları bulunmaktadır.Bu sistem Forum Romanum’u boydan boya geçer ve Esqulin, Quirinial ve Viminal tepelerinin suyunu da alarak Tiber ırmağına kadar götürür[26].

Kaynakça

Barrow 2002 Barrow, R., H., Romalılar, İstanbul.

Blanck 1999 Blanck, H., Eski Yunan ve Roma’da Yaşam, İstanbul.

Estin-Laporte 2002 Estin, C., Laporte, H., Yunan ve Roma Mitolojisi, Ankara.

Hesberg 1992 Hesberg, V., H., Römische Grabbauten, Darmstadt.

Kretzschmer 2000 Kretzschmer, F., Antik Roma’da Mimarlık ve Mühendislik, İstanbul.

Landels 1978 Landels, J., G., Eski Yunan ve Roma’da Mühendislik, Ankara.

Thorpe 2002 Thorpe, M., Roma Mimarlığı, İstanbul.

Wheller 2004 Wheeler, M., Roma Sanatı ve Mimarlığı, İstanbul.

[1] Barrow 2002, 29.

[2] Barrow 2002, 29.

[3] Barrow 2002, 46.

[4] Barrow 2002, 46-47.

[5] Blanck 1999, 208-210.

[6] Barrow 2002, 46-59.

[7] Barrow 2002, 29-30.

[8] Owens 2000, 96.

[9] Owens 2000, 96-97.

[10] Thorpe 2002, 22.

[11] Owens 2000, 101.

[12] Thorpe 2002, 17-20.

[13] Hesberg 1992, 1-4

[14] Stützer 1979, 267.

[15] Coraelli 1975, 251.

[16] Stützer 1979, 267.

[17] Coarelli 1975, 251.

[18] Coarelli 1975, 251

[19] Estin – Laporte 2002, 212.

[20] Stützer 1979, 54.

[21] Wheeler 2004, 95-96.

[22] Landels 1978, 33.

[23] Stützer 1979, 41.

[24] Coarelli 1975, 52

[25] Kretzschmer 2000, 91-96

[26] Stützer 1979, 41.

 
Toplam blog
: 26
: 2788
Kayıt tarihi
: 06.08.07
 
 

(M.A.) Arkeolog Tuna Akçay     ..