Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Dağa kaçtım~~ Bir Balkan Yolculuğu (Bölüm – 6)

Dağa kaçtım~~ Bir Balkan Yolculuğu (Bölüm – 6)
 

2. Dünya Savaşı’nda Tito’nun partizanları tarafından havaya uçurulan zaferin simgesi Neretva Köprüsü


SARAYBOSNA

7-8-9 Temmuz 2012

İbrahim Fidanoğlu

Mostar'dan Saraybosna’ya

Mostar’ı Saraybosna’ya bağlayan karayolu, Neretva’nın belirlediği Dinar Alpleri arasındaki derin vadide nehre paralel bir rota çizer. Zaman zaman Sosyalist Yugoslavya döneminde yapılmış olan barajların gölleriyle yatağı iyice genişleyen Neretva, Saraybosna’ya dek sizi neredeyse hiç terk etmez. Derin vadilerin ve Neretva’nın üstünden; ayni dönemin bayındırlık eserlerinden olan dev demiryolu köprüleri ve viyadüklerle aşılır. Maviyle yeşilin renk cümbüşü, Dinar Alpleri’nin koynunda Saraybosna’ya kadar sürer gider. Ancak insan doğanın bahşettiği bütün bu güzelliklere karşın, bu topraklarda yaşayan insanların tarih boyunca yaşadığı acı dolu öykülerine hayıflanmadan edemez.

 

Jablanica’da mola yerinde kuzular dönüyor

II. Dünya Savaşı’nda; 1943 yılında Yugoslavya’nın Alman işgali sırasında bitirici bir saldırı amacıyla, Nazilerin yerel işbirlikçi güçler Hırvat Ustaşi ve Sırp Çetnik birlikleriyle birlikte yaklaşık 150.000 kişilik bir kuvvetle Tito liderliğindeki 20.000 kadar direnişçi partizana karşı hücum ettikleri yer de bu nehrin kıyılarında yer alan Jablanica kasabasıdır. Mareşal Tito, Nazilerin bu topyekûn saldırısına karşılık Neretva’nın karşı kıyısına çekilmeyi başaracak ve Almanlar’ın Adriyatik sahillerine doğru neredeyse tek geçişi noktası olan bu stratejik demiryolu köprüsü, havaya uçurularak tahrip edilecektir. Bu şekilde Almanlar’ın cephenin ileri hatlarına lojistik destek sağlayan bu önemli koridor devre dışı kalacak ve savaşın kazanılması anlamında Neretva Savunması artık olmayan Yugoslav tarihinde bir kilometre taşı oluşturacaktır. Ne yazık ki, o gün Alman Nazilerinin başaramadıklarını bu topraklarda ABD’nin öncülüğünde hareket eden ve cumhuriyeti oluşturan tüm halkları birbirine kırdıran yerel ve küresel aktörler başarmış durumdadır.

 

2. Dünya Savaşı’nda Tito’nun partizanları tarafından havaya uçurulan zaferin simgesi Neretva Köprüsü

Bugün Jablanica, kasabaya yaklaşırken yol kenarında konumlanmış; dumanları arasından seçilebilen bir dizi kuzu çevirme tesisi, bugün de aynı şekilde korunan Neretva’nın mavi-yeşil suları içindeki köprünün enkazı ve hemen Neretva kıyısının üstünde yer alan mütevazı savaş müzesi ile dikkat çekmektedir. Kasaba da, Neretva nehrinin kıyısında yer almaktadır. Yaklaşık 15.000 kişinin yaşadığı Jablanica, Boşnak nüfusun yoğun olduğu küçük bir yerleşim olarak dikkat çekmektedir.

Neretva vadisinde ilerlerken Jablanica’dan sonra Saraybosna’ya doğru Konjic kasabasından geçtik. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Konya yöresinden bu bölgeye yerleştirilen ahali tarafından kurulmuş bir Boşnak yerleşimi olan Konjic’de Neretva üzerinde yer alan tarihi Osmanlı köprüsü, iç savaş sırasında Sırplar tarafından bombalanarak yıkılmış. Savaş sonrası Türkiye’nin katkılarıyla TİKA işbirliğinde aslına uygun olarak köprü yeniden inşa edilmiş. Akşamüstüne doğru; batmakta olan güneşin kızıllığı altında Konjic’in 5 kemerli köprüsünün suya düşen aksi görülmeye değerdi. Saraybosna’ya doğru devam ettik.

 

Saraybosna yolundaki Konjic Kasabası’nda Sırp bombardımanında yıkılan ve TİKA tarafından yeniden yaptırılan Osmanlı dönemi köprüsü(5)

Uluslararası Saraybosna Film Festivali niyetine; Film gibi Saraybosna…

Saraybosna’ya neredeyse akşam karanlığında vardık. Otelde resepsiyondan aldığımız bilgiye göre, o akşam Uluslararası Saraybosna Film Festivali’nin açılışı nedeniyle Brad Pitt de Saraybosna’daydı. Angelina Jolie, daha yakınlarda Bosna’daki iç savaşı konu alan ve ilk yönetmenlik denemesini gerçekleştirdiği Kan ve Bal Ülkesinde isimli filmin galasını Saraybosna’da gerçekleştirmişti. Filmin ne kadar başarılı olduğunu izlemediğim için bilmiyorum, ancak Brad Pitt’in bizimle aynı gece Saraybosna’da olması, bana Saraybosna’yı da konu alan bir başka film; Ulis’in Bakışı’nı aklıma getirdi.

1990’lı yıllarda; Yunanistan’ın yüz akı, ünlü film yönetmeni Theo Angelopulos’un bir başyapıtı olan Ulis’in Bakışı (Ulysses’ Gaze) isimli filmini izlemiştim. Epik bir anlatım dili olan filmde, sanki Troya Savaşı sonrasında Odysseus’un (yada Roma mitolojisine göre Ulysses’in) yurdu İthaka’ya yaptığı serüvenli yolculuğuna gönderme yaparak; Amerika’daki sürgünden yeni dönmüş bir film yönetmeninin Balkanlar’ın ilk sinemacıları Manakis Biraderler’in banyo edilmemiş kayıp üç film bobininin ardından “kaybolmuş bir ilk bakışı” aradığı acılarla dolu Balkanlar coğrafyasında yaptığı yolculuğu anlatılıyordu.

 

Ulis’in Bakışı (Ulysses’ Gaze) filminden sahneler 

 

Jablanica’da Neretva akarken

Balkanlar’ın belirsizlikler, toplumsal kargaşalar ve politik alt üst oluşlar içinde savrulduğu tarihin girdabında yönetmen, düşle gerçek arasında gidip gelen bu dramatik süreçte aynı zaman da kendi yaşamını ve geleceğini de sorgulama fırsatını bulur. Yolculuğun sonlarına doğru ulaştığı son nokta ise savaşın alt üstü ettiği Saraybosna’dır. Balkanlar’da üç film bobininin ardından Yunanistan’dan başlayıp Arnavutluk, Makedonya, Romanya, Bulgaristan ve Sırbistan topraklarında devam eden yolculuğu esnasında banyo edilmemiş bobinlerin Saraybosna’da bir mahzende saklandığı bilgisine ulaşır.

Saraybosna, o yıllarda en derin acıların yaşandığı, insanların keskin nişancı Sırp sniper’ları tarafından işine yada hastaneye giderken veyahut çocuğunu okula götürürken acımasızca sokak ortasında ansızın öldürüldüğü bir yerdir. Tarihin derinliklerinden beslenerek gelen toplumsal fay hatları dış dinamiklerle de birleşerek, Balkanlar’daki ortak yaşam kültürünün bütün temellerini yerle bir etmektedir. Bundan sonra; artık, Manakis Biraderler’in tüm Balkanlar’ı dolaşarak belgeselleştirdikleri Balkanlılık ruhu, bir kristal gibi tuz buz olmuştur. Birbirine karşı bu kadar yoğun bir tarihsel bilenmişlikle dağılan parçaların bundan böyle bir araya gelmesi de pek olanaklı görünmemektedir.

 

Miljacka üzerinde Seher Cahinja Köprüsü; tepelerde mahalleler; solda kütüphane

 

Filmde sisler içinde bir kentte; sokaklarda siren sesleri ve kenti döven top atışları altında; deli gibi oraya buraya koşturan insanlar, sağdan soldan yükselen alevler ve yanmış yıkılmış bir şehir görüntüsü yer almaktadır. Bu tanınmayacak şehir, Saraybosna’dır. Yönetmen,  aradığı bobinleri bir sığınakta, bir yaşlı adamın elinde bulur. Tam bobinlerin banyosunu yapıp filmlere hapsolmuş “Balkanlar’a o ilk bakışın” saklı arşivlerden kurtarılışına yönetmenle birlikte tanıklık ederlerken duydukları ortak sevinç, yaşlı adamın kursağında kalır. Saraybosna sokaklarına çöken sisler içinde; bir orkestranın çaldığı müzikler, kaldırılan cenazeler, ezan ve çan sesleri eşliğinde aniden patlayan bir kaos ve katliam, yaşlı adamın ve ailesinin de yer aldığı kozmopolit bir insan güruhunun sonunu getirir. Sis ise, bir anlamda Balkanlar’ın üstüne çöken ve bir daha ne zaman kalkacağı da belli olmayan kaosun ve bu toprakların insanlarının köklerine yabancılaşmasının simgesidir sanki.

Theo Angelopulos’un Balkanlar’a sinematografik açıdan “bir ilk bakışı” aradığı düşsel yolculuğundan  bir oryantal görgüsüzlüğün içine yuvarlandığımız Saraybosna’nın kaplıcaları ile ünlü Ilidza (Ilıca) bölgesindeki otelimize giriş yaptık. Otelin lobisinde, akşam vakti tam bir curcuna vardı. Oteli, lobisine ve koridorlarına dek işgal etmiş Basra Körfezi’nin petrol zengini Arap şeyhlerinin sonradan görme yurttaşları, temizliğin ve imanın bazıları için pek de bir arada anılmadığının ispatı içindeydiler. Bir gece önce yenilip de oda kapılarının eşiğine bırakılmış her türlü bulaşık tabak ve yemek artıklarıyla dolu koridorlar, açık kapılardan umarsızca yalınayak yerlerde yuvarlanıp devrilen çocuklar, lobide otelin konuklarının sakince dinlenmesi için konulmuş koltuklar üstünde ayakkabıları ile kâh uzanıp yatan, kâh gezinen, jöleli saçları ve sportif kıyafetleri içinde Arap gençleri; çarşafları, makyajlı suratları ve ellerinde I-phone’ları ile siyah gözlü Arap kadınları, çıkardıkları uğultuların farkında olmadan yine son model I-pad’leri ile oyun oynayan bu Arapların yaramaz veletleri; hangi birinden söz etsek ki; manzarada bir eksik kalmasın diye.

 

Başçarşı yolunda savaşın örtülemeyen izleri

Ulis’in Bakışı’nın koptuğu andır zihinlerimizdeki o an. Tüm dünyada insanların büründüğü zarf nasıl olursa olsun; inancın biçimselde tırmanıp geldiği nokta ne olursa olsun; ister boyayın hoşgörü boyasıyla bütün inançlarını dünyanın; aslında altından sırıtan tek şey; bir zamane “kültü” haline getirilen en geniş anlamıyla “tüketim”e karşı duyulan sadakat ve kör inançtır. Dünyayı bugün ele geçirmiş olan bu büyük imparatorluğun savaş lordları, egemen bakışlarını ve kültürlerini tüm dünyaya dayatmak adına savaşı, yıkımı ve kültürel restorasyonlarını yeniden ve yeniden pazarda satışa çıkarmaktalar. Dün Balkanlar coğrafyasında bu uğurda düzenlenen insani(!) senaryoların çok benzerleri, dünyanın büyük biraderleri tarafından bugün de sınırlarımızın hemen dibinde bir bahar parfümü sahteliği içinde sahnelenmektedir. Ne yazık ki; aldanan, kötülüğün kolaylığı içinde hep insan olmaktadır.(1)

 

Başçarşı girişinde önde Çarşı, arkada Begova (Bey) Camileri

Kaplıca turizminin bu şekilde hareket getirdiği savaş sonrasının Saraybosna otellerinden birindeki bu ilk tanışıklığımız sonrası çekirge sürülerinin (!) silip süpürdüğü yemekleri de pas geçip yolda geçen uzun bir günün yorgunluğunu çıkarmak üzere odalarımıza çekildik. Bizi, ertesi gün Saraybosna’nın şehir merkezinde yine yoğun bir gün bekliyordu.

Coğrafik açıdan Saraybosna

Saraybosna, yüksek dağlarla çevrili, deniz seviyesinden yaklaşık 500 metre yükseklikte düzlük bir alanda kurulmuştur. Yakınlardaki Pale kasabasından doğan Miljacka ırmağı Saraybosna’yı batıdan doğuya doğru kat ederek, kenti güney batı yönünden kuşatan İgman Dağı’nın eteklerindeki kaynaklardan (Vrelo Bosne) doğan ve ülkeye de ismini veren Bosna ırmağına karışır. Bosna, kuzeye doğru devam eden bundan sonraki yolculuğunda, kendisine karışan yeni kollarıyla zenginleşerek Bosna Hersek’in Hırvatistan’la olan kuzey sınırını belirleyen Tuna’nın kolu Sava’ya karışır ve yolculuğu Batı Karadeniz sahillerinde son bulur. Kent, bir anlamda Miljacka ırmağının iki yakasında gelişmiştir denilebilir. Kenti çevreleyen ormanlarla kaplı yemyeşil tepelerin yamaçlarına kadar tırmanan yerleşimlerin görünümü bize yine Bursa’yı hatırlatır.

 

Sırpların Saraybosna’yı taradığı tepeler; sanki Bursa

 

1984 yılında Kış Olimpiyatları’nın düzenlendiği şehir olarak spor tarihindeki yerini alan Saraybosna’nın caddelerinde hala o anıyı taze tutan yazıları bugün de görmek mümkündür. Saraybosna, Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin, Boşnakların ve Hırvatların birliğinden oluşan Bosna Hersek Federasyonu’nun ve Sarajevo Kantonu’nun başşehridir. Aynı anda üç devletin yada devletçiğin başkenti olmak da herhalde bu kadar karmaşık bir etnisiteye ve yönetim mekanizmalarına sahip böyle bir ülkede rastlanası bir durumdur.

Şehrin nüfusu, yaklaşık olarak 500.000 civarındadır. Miljacka ırmağına bakan karşı tepelerde Sırp mahalleleri konumlanmıştır. 1992-1995 yılları arasında süren iç savaşta, bu tepelerde üstlenen Sırp keskin nişancıları kentte yaşayan insanların üstüne ölüm kusmuşlardı. Yaklaşık 3 yıl süren, şehri aç susuz ve mühimmatsız bırakarak bir sinir harbi içine sürüklemek suretiyle teslim almak düşünü kuran Sırpların bu hayali, Boşnakların BM’nin kontrolü altındaki Uluslararası Saraybosna Havaalanı ile Boşnak mahallelerini birleştiren 800 metrelik tünel sayesinde suya düşmüştü. Kentin direncini besleyen bu tünel, uluslararası kamuoyunun Sırp katliamlarını uzun süre seyretmesine ve işi ağırdan almalarına karşılık Saraybosna’daki direnişin devamlılığı açısından hayati bir rol oynadı.

Karasal iklim özellikleri gösteren Saraybosna’da kışlar oldukça sert ve kar yağışlı, yazları ise sıcak ve kurak geçiyor. Biz oralardayken, Akdeniz Bölgesinde ve Güney Avrupa’da kavurucu sıcakların yaşandığı bu yılki genel eğilime uygun olarak Saraybosna’da kaldığımız günlerde hava sıcaklığı yaklaşık 35 derece civarında seyretti.

 

Başçarşı’da Çarşı (Durak Hoca) Camisi

Başçarşı ve Çevresi

Miljacka ırmağı üstünde her iki yakayı birbirine bağlayan çok sayıda köprü yer alır. Bunlardan biri, üzerinden yürüyerek geçip Miljacka’nın karşı kıyısındaki İnat Evi’ne baktığımız Seher Cehajina Köprüsü’dür. Şehir Kâhyası anlamına gelen köprünün orijinali 5 kemerli 4 ayaklı iken, 19.yy.da ırmağın kıyısında yapılan düzenlemeler sırasında bir kemerinin döşenen kenar duvarları içinde kalması nedeniyle bugün 4 kemerli bir görünüme sahiptir. Bu köprünün hemen yakınındaki ve tarihsel önemi açısından belki ondan da değerli olan bir diğeri ise; yakınlardaki Katolik mahallesinin varlığı nedeniyle çok eski zamanlarda Latinluk adıyla anılan bu mahalleden ismini alan Latin Köprüsü’dür.

Bu köprünün Ulu Ban Kulin Caddesi’ne açılan ucunun hemen yakınlarında; 28 Haziran 1914’de 1. Dünya Savaşı’nı tetikleyen Avusturya Veliahtı Arşidük Ferdinand ve eşi Sophia’ya yönelik Saraybosnalı bir Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından düzenlenen suikast gerçekleştirilmiştir. Köprü, Yugoslavya döneminde, suikastı düzenleyenin ismi ile Princip Köprüsü olarak anılmış. Bu da Sırp milliyetçiliğinin Yugoslavya döneminde her şeye rağmen nasıl yükseltildiğini göstermesi açısından ilginç olsa gerek. Seher Cehajina Köprüsü gibi kıyı düzenlemeleri sırasında bir kemerini kaybeden Latin Köprüsü, üç taşıyıcı ayak ve dört kemerli bir görünümüne sahip olup Osmanlı döneminde önce ahşap daha sonra ise kesme taştan yapılmıştır.

 

Suikastin gerçekleştirildiği Latin Köprüsü

Miljacka ırmağı kıyısında Sırpların bombardımanı sonucunda (25 Ağustos 1992) yanmış ve yıkılmış bulunan Avusturya – Macaristan döneminden kalma Ulusal Kütüphane binası yer alıyor. 1896 yılında Avusturyalılar tarafından Endülüs mimarisine uygun olarak yapılan bina “Viyeçnitsa” ismiyle anılıyor. Zamanında Belediye ve mahkeme binası olarak kullanılan bina, 1949 yılından sonra Ulusal Kütüphane olarak işlev görmüş.

İç savaştaki yıkım sonrasında; ilk restorasyon çalışmaları 1996’da Avusturya’nın sağladığı 750.000 Euro desteği ile başlayan kütüphaneye, Avrupa Birliği de 2005 ve 2009’da tamamlanan aşamalarda 5 milyon Euro daha yardım yapmış. Tarihi kütüphanenin toplam 11 milyon Euro’ya mal olması planlanan retorasyon çalışmaları biz oradayken halen devam etmekteydi. Söylenenlere göre çalışmaların 2014 yılında tamamlanması planlanıyormuş. Bosna Hersek’in geçmişini belgeleyen en değerli el yazması eserlerin de bulunduğu böyle bir yapının Sırplar tarafından özellikle hedef seçilmesinin bir ulusun ortak hafızasının yok edilmesine yönelik bir saldırının ipuçlarını vermesi açısından ne kadar önemli olduğunu burada belirtmeliyiz. Yanan kütüphanede 155.000.civarı el yazması, toplam 1,5 milyon cilt eser ve ulusal arşiv malzemesi Sırplar tarafından yok edilmiş.

 

 

Miljacka kıyısında Ulusal Kütüphane; restorasyon sürüyor

1878 Osmanlı Rus Savaşı’nı sonlandıran Berlin Antlaşması ile Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na verilen ve 1918’e kadar onların yönetiminde kalan Saraybosna’da Avusturyalılar, Osmanlı’nın mirası kentin bu görüntüsünü değiştirmek üzere topyekun bir restorasyon hamlesine girişmişler. Avusturyalılar, Viyana’dan önce İmparatorluk sınırları içinde ilk tramvay hattını burada kurmuşlar. Saraybosna’da İmparatorluk döneminin ihtişamını yansıtan en gösterişli binalar burada yapılmış. Başçarşı’ya yakın bu bölgelerde Orta Avrupa mimarisinin izlerini, yaşanan bütün yıkıcı savaşlara rağmen bugün de hala görmek pek mümkün.

Ulusal Kütüphane’den söz etmişken 19.yy.da yapılan bu bina ile ortak bir kaderi paylaşan Miljacka ırmağının karşı kıyısındaki 2 katlı ve beyaz badanalı İnat Evi’nden (İnat Kuca) de söz etmeliyiz.

Saraybosna’daki Avusturya Macaristan yönetimi 1892-1896 yılları arasında, Miljacka kıyısında gösterişli bir belediye binası yapmak amacıyla çevrede araştırma yapar. Yapılan değerlendirmeler sonrasında, şimdiki Ulusal Kütüphane’nin bulunduğu yerdeki İnad Evi’nin yer aldığı parseli uygun görürler. Evi satın almak isteyen Avusturya Yönetimi’ne, evin sahibi olan Boşnak direnir ve evini satmak istemez. Defalarca Avusturyalıların isteğini geri çeviren Boşnak ev sahibi, en sonunda evin karşı kıyıya mevcut şekliyle aynen yapılması ve bütün yapı malzemelerinin tek tek taşınarak aynen karşı taraftaki bir arsa üzerinde yeniden inşa edilmesi şartıyla yönetimin teklifini kabul eder. Avusturya Yönetimi de Boşnak ev sahibi ile yapılan antlaşmaya uyar ve Miljacka ırmağının karşı kıyısına evi aynen taşıyarak yeniden kurar. Bu ev de belleklerde İnat Evi olarak yerini alır.

 

Miljacka’nın karşı kıyısındaki İnat Evi (İnat Kuca)

Başçarşı, bugün Saraybosna’da Osmanlı’nın Balkanlar’da bıraktığı kültürel mirası en iyi yansıtan mekânlardan biridir. Girişinde yer alan meydanın ortasındaki 18.yy.dan kalma tarihi Sebil ile özdeşleşen Başçarşı’ya 16.yy.da yaşamış Gazi Hüsrev Bey’in (Begova); bıraktığı bayındırlık eserleri ve vakfiyesi ile damgasını vurduğu söylenebilir. Sebil’in başında su içmeye gelen güvercinlerin meydanı dolduran insan kalabalıkları ile muhabbetleri görülmeye değerdir.

Meydana bakan önemli yapılardan biri de 1528 yılında yapımı tamamlanan Çarşı Camisi’dir. Cami, yaptıranın isminden dolayı Durak Hoca Camisi olarak da anılmaktadır. Caminin girişindeki onarım kitabesinde künyesini tanımlayan “Dzamija Havadze Durak Basçarsıjska” ifadesi ve Hicri 1283 tarihi yer almaktadır. Buradan da caminin 1866 yılında önemli bir onarımdan geçtiği anlaşılmaktadır. Bakırcılar Çarşısı’nın hemen yanında yer alan caminin tek kubbesi ve narin görünümlü şık bir minaresi bulunmaktadır. Son cemaat yeri, üç kubbeli ve üç kemerli bir yapıdadır. Caminin avlusundaki kavakların gölgesinde küçük bir şadırvan bulunmaktadır. Belki de mekânın darlığından dolayı caminin avlusunda diğerlerinin aksine haziresi mevcut değildir.

 

Başçarşı’da tarihi Sebil

Meydana açılan Saraci Sokak, ziyaretçilerini Begova (Bey) CamisiHüsrev Begova MedresesiMorica HanSaat Kulesi (Sahat Kula)ve Bezistan’a ulaştırır. Bezistan, bir anlamda Osmanlı ve Avusturya Macaristan dönemlerini yansıtan mimari yapıların karşı karşıya geldiği hattı belirler. Tarih tünelinde Osmanlı döneminden Avusturya Macaristan dönemine bir sıçrama da demektir bu. Buradan itibaren genişleyen ve bir cadde görünümü kazanan yol, Ferhatiye Caddesi ismi ile anılmaya başlar. Caddenin hemen başlangıcında yer alan ve 1561’de Rumeli Beylerbeyi Ferhat Bey tarafından yaptırılan Ferhatiye Camisi son Osmanlı eseridir. Camide şu anda restorasyon faaliyetleri devam etmektedir. Avusturya Macaristan yönetiminde yapılmış; dış cephelerinde barok süslemeler ve heykellerle bezenmiş apartmanlar, dışarıdan bakıldığında bir tiyatroyu andıran estetiğe sahip Et ve Peynir PazarıKatolik Katedrali ve Sırp Ortodoks Kilisesi bu alanda yer alır. Araç trafiğine kapalı Ferhadiye Caddesi’nin, araç trafiğine açık Mareşal Tito Caddesi ile kesiştiği noktada ise, 2. Dünya Savaşı’nda ölen asker ve sivillerin anısı için yakılmış ve hiç sönmeyen bir meşale ateşiyle temsil edilen Sönmeyen Ateş (Vjecna Vatra) Anıtı bulunmaktadır. Saraybosna’nın Nazi işgalinden kurtuluşunun 1.yıldönümünde; 1946 yılında yakılan ateş sadece yeterli yakıtın bulunmadığı 1992-1995 yılları arasındaki iç savaş sırasında sönmüş.

 

Ferhatiye biter; Mareşal Tito Caddesi başlar.

Başçarşı ve çevresi, Saraybosna’nın farklı din ve milliyetlere sahip halklarının yüzyıllardır birlikte yaşadığının canlı kanıtlarını taşıyan bir mekândır aynı zamanda. Katolikler, Ortodokslar, Müslümanlar ve 1492 sürgününde Osmanlı’ya sığınan Sefarad Yahudileri’nin yoğun olarak yaşadığı bu şehirde onların ibadethanelerinin yan yana, koyun koyuna bir arada bulunması, bu topraklarda bu izlerin ortadan kalkmaması için uğraş veren insanların da bulunduğunun bir kanıtıdır.

 

2. Dünya Savaşı’nda vatan savunmasında ölenlerin anısına; Sönmeyen Ateş yada Vjecna Vatra Anıtı

Ferhatiye Caddesi üzerinde Avusturya – Macaristan bölgesinde yer alan Katolik İsa’nın Kalbi Katedrali, 1889 yılında Avusturya yönetiminde iken yapılmış, şu anda da Bosna’nın Katolik cemaatinin en önemli yapısı ve başpiskoposun ikamet ettiği yerdir. Orta Avrupa mimarisinin etkisinde inşa edilmiş olan yapının iki büyük çan kulesi bulunmaktadır. Kafeteryalar ve barların yoğunlukla yer aldığı oldukça canlı olan bu meydan, Saraybosna’nın ve gençliğin bir aynası gibidir. Kilisenin girişinde yer alan merdivenler ise, sanki Saraybosnalıların bir buluşma noktasıdır.

 

 

Katolik İsa’nın Kalbi Katedrali; Ferhatiye

Hemen yakınlarda Bosna Hersekli edebiyatçıların büstlerinin ve ortasında dev bir satranç oyun alanının bulunduğu bir park yer alır. Burada Bosna Hersekli satranç sevdalılarının düşüne düşüne satranç oynamaları da Saraybosna için aklın yüceltildiği ayrı bir gurur vesilesi olsa gerektir.

 

 

Yazan: İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: M.YC

 
Toplam blog
: 140
: 882
Kayıt tarihi
: 02.09.12
 
 

  Ben ve iki eski dostum; bilgi dağarcığımızı doldurabilmek ve şehrin keşmekeşinden uzaklaşab..