Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '09

 
Kategori
Siyaset
 

Dejavu...

Dejavu...
 

Dejavu, yaşanılan bir olayı daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusudur. Ânı daha önceden yaşamışlık halidir.(Vikipedi) Diğer sözlüklerde hemen hemen aynı şekilde tarif ediyor.

Nerden mi çıktı şimdi bu dejavu? Son sekiz yılın olaylarını şöyle bir sıralayım, yerliyerine sırasına göre dizeyim bakalım nasıl bir resim çıkacak dedim. Bir de ne göreyim, çok tanıdık bir tablonun kopyası. Ben bu resmi biliyorum diye düşündüm. Dejavu denen şey bu olsa gerek. Hemen anılara ve kitaplara daldım. Çok ta fazla aramadan o tabloyu buldum. Yan yana koydum. İnanılmaz benzerlik damaklarımı kuruttu. Bir de titreme geldi. Zira şimdiki zamana ait olan tablonun önümüzdeki yıllara ait bölümleri boş. O eski tablonunsa dolu. Ve korkutucu.

Şu eski tabloyu bir anlatayım isterseniz.

İkinci dünya savaşı bittiğinde gerçek galip ABD ve Rusya hemen dünyayı paylaşmaya başladı. Gerçi Fransa ve İngiltere de galipti ama onlarınki biraz da pirius zaferiydi. Dolayısı ile ABD şemsiyesi altında yaralarını sarıp doğrulmaya koyuldular. Her iki kutup önderi de Türkiyeyi yanında istiyordu. Ancak usta manevralarla ülkesini savaş dışı tutan İsmet İnönü birliktelik adına bağımsızlıktan taviz vermeye pek de gönüllü değildi.

Bununla birlikte İnönü, Atatürk döneminde Rusya ile iyi ilişkiler içinde olunmasına rağmen yönü batıya çevirdi. Biraz da niyeti her iki tarafla da iyi ilişkiler içinde olma isteği olabilir. Ancak savaş bitmiş ama Afrika, Asya ve Ortadoğu halkları kaynıyordu. ABDnin de savaşacak askere ihtiyacı vardı. İsmet İnönü 1950 de iktidardan düşmese Koreye asker gönderir miydi dersiniz? Uzak ihtimal.

Ancak DP iktidara gelirgelmez manevralara başladı. Ezanın tekrar arapça okunması emri, ardından radyoda yasak olan dini yayınlara başlanması. Dini popülizm tutnca ortaya sanal bir iddia attı. “Ordu darbe yapacak” Hemen belirtelim günümüze kadar bu iddiayı kanıtlayacak bir belge bulunamadı. Ama DP iktidarı bu iddiaya dayanarak hemen Ordunun üst yönetimini 150 subayla birlikte emekli etti. Yerlerine kendilerine yakın olanları getirerek Koreye asker yollamanın önündeki son engeli de kaldırdı.

Hiç vakit kaybetmeden, DP hükümeti Koreye asker yollama kararı aldığında tarih 25 Temmuz 1950 idi. Mecliste CHP muhalefetinden çekindiklerinden bu kararı bakanlar kurulu kararnamesine dayandırdılar. Olayı protesto eden Türk Barışseverler derneği üyeleri ise doğru cezaevini boyladı. Bundan sonra Türkiyeye ABD yetkilileri sık sık geldi ve birileri sevinçten havalara uçtu. Sırtlar sıvazlandı. Her seferinde Koreye yeni asker yollandı. DP’nin besleme basını ise, ABD’nin Marshall planı çerçevesinde Türkiye 58 milyon dolarlık askeri yardımda bulunması gibi olayları manşetlere taşırken; Kore’de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğu; 234 Mehmetçik’in ise esir tutulduğu haberlerini görmezlikten gelmeye çalıştı.

ABD nin planına göre büyük bir kara ordusu olan Türkiye NATO ya alınmalı ve boğazların jandarmalığını üstlenmeliydi. DP hükümeti ABD ye güvenerek NATO ya başvurdu. Eh Koreye de asker yollamıştı. Hemen alırlardı. Ancak reddedildi. Amerika çok kızmıştı. Avrupalılara sert çıktı ama nafile. Kimsenin ABD yi dinlemeye gönlü yoktu. Türkiye’yi istemiyorlardı. Daha 30 yıl önce yoketmek istedikleri, ancak temiz bir dayak yedikleri can düşmanlarını niye ortak alsınlardı ki.

ABD sertlik politikasının işe yaramayacağını anlayınca taktik değiştirdi. Bizimkiler zaten amade. Bir söylenti çıkarıldı. “Ruslar Kars ve Ardahanı istiyor.” Bu habere en çok Ruslar şaştı. Sözde Stalin bizim Moskova büyükelçisine söylemiş. Dünyada sözlü toprak talebi görülmüş mü ki. Rus dışişleri bakanı resmen yalanladı ama bir defa psikolojik savaş başlamıştı. (Maalesef bizde bu gün bile bu yalana inananlar var) Sonuçta bizi NATO ya kabul ettiler. Ülkede bayram yapıldı. Artık bize bir saldırı olursa nato koruyacaktı. Oysa böyle bir şey yoktu. Gerektiğinde savunma boğazlarda yapılacaktı. İleriki yıllarda bu daha iyi görülecekti. Sırf Avrupayı ikna etmek için kominist diye o dönemde bir çok aydın tutuklanıp cezaevine yollandı.

********************

2003 de Teskerenin meclisten geçmemesi TSK ne bağlandı. Ve aynı film yeniden sahneye kondu. “Asker darbe yapacak” “Genelkurmay başkanı görevden alınsın” Aynı film değil mi? Tarih ve oyuncular değişik. Dün Koreye asker lazımdı. Bu gün de ortadoğu bataklığına. Dün solcu aydınlar kominist diye tutuklanıyordu, bu gün yurtsever aydınlar hepsi cuntacı.

Ancak dün ile bu gün arasında önemli bir fark var.

1950’de Türkiye nüfusu 21 milyondu. Yüzde 75’i köylüydü; ve nüfusu 5 binin altında olan yerleşim yerlerinde oturuyordu.Okur yazar oranı sadece yüzde 30 idi. Kişi başına düşen gelir 166 Dolar’dı. İnsanların dinsel duyguları çok kolay sömürülüyordu.

O dönemle şimdiki dönem bana pek benzer geldi. Siz ne dersiniz?

2009-11-29

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..